Sağlık Bakanlığı sürekli çıkardığı yeni düzenlemeler ve kanunlarla hekimleri günden güne paryalaştıran yaptırımlarda bulunmaktan yüksünmüyor. 3 Ağustos tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen "muayenehaneler düzenlemesi" ile 2008 yılından beri azalan muayenehane sayısının sıfıra indirilmesi planlanıyor.
Aslında macera ustalık döneminden geriye uzanıyor.
2010 yılı Ocak ayında Tam Gün Yasası özellikle hekimlerin suistimalleri ve vatandaşların bu konudaki mağduriyetlerinin birikimine dayanarak çıkarıldı. Fakat bu kararın haksız olduğunu öne süren hekimler anayasa mahkemesine başvurdular ve anayasa mahkemesi hekimlik mesleğinin özü itibariyle, sağlık hizmetlerinin vazgeçilemez ve ertelenemez bir hak olduğuna ve hekimlik mesleğinin yapısı itibari ile sadece tek bir yerde çalışmakla sınırlandırılamayacağına, bunun hekimlerden elde edilmesi istenen amaca uygun olmayacağına karar verdi. Bu karar doğrultusunda hekimler kamu görevlerini icra ederken mesai saatleri sonrasında özelde çalışabileceklerdi.
Fakat Sağlık Bakanlığı bu kararı bu şekilde yorumlamadı. Bu kararın sadece üniversitelerde çalışan hekimleri ilgilendireceğine, sağlık bakanlığında çalışan hekimlerin ise bu karardan faydalanamayacağına karar verdi.
Buna karşılık olarak Türk Tabipler Birliği Danıştay'a bir başvuru yaparak bu değerlendirmenin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve tanınan sürenin insanî olmadığını öne sürdü. Zira bu karar 20 Temmuz'da Resmi Gazete'de yayınlanmıştı ve 30 Temmuz'da yürürlüğe girecekti. Ve böylece Türk Tabipler Birliği Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın Sağlık Bakanlığı'nda görev yapan hekimleri de kapsadığını iddia etmiş oldu.
İşte işler de tam bu noktada düğümlendi...
Bu karar Temmuz ayının sonuna doğru imzalandığında hekimler rahat bir nefes aldılar.
Fakat Sağlık Bakanlığı dört, beş gün içerisinde 3 Ağustos Yönetmeliğini yayınladı.
Bu yönetmelik muayenehanelere öyle teknik koşullar getiriyordu ki, açıkça muayenehanelerin tümünün kapanmasıyla sonuçlanacak bir sürece işaret ediyordu.
Şartlardan bazıları; hekim çalışma odasının ve hasta muayene odasının en az 8 m2 olması, muayene odasında lavabo bulunması, tuvaletlere belli koşulların getirilmesi, ayrı bir arşiv biriminin olması, pansuman ve acil müdahale odasının bulunması, asansör genişliğinin 80 cm olması, apartman merdiven yüksekliğinin belli standartlara uyması, kapı genişliklerinin 110 cm olması, kapılarda %8 eğimli rampaların bulunması gibi mevcut yapılarda sağlanması mümkün olmayacak şartlardı.
Danıştay'ın iptal gerekçelerinden biri de Sağlık Bakanlığı'nın bu düzenlemeyi yaparken bilimsel bir danışma kurulu oluşturmamış olmasıydı. Bu yüzden de yürütmeyi durdurma kararı verilmişti.
Danıştay yürütmenin durdurulması kararını verdi ve Sağlık Bakanlığı'ndan koşulları yeniden düzenlemesini istedi. Bu sırada Tam Gün Yasası ile de ilgili gelişmeler oldu ve kamuda çalışan hekimlerin muayenehane açabilecekleri kararı çıktı.
Fakat 7 Nisan 2011'de bir önceki yönetmelikte yer alan maddeler pek de değiştirilmeden hazırlanan yeni yönetmelik çıkarıldı.
Danıştay bu konuyu hızlı bir şekilde ele aldı ve Sağlık Bakanlığı'na savunma için 10 gün süre verdi. Şu anda o sürenin sonucunda bakanlığın verdiği savunmanın sonucu bekleniyor...
Ayrıca Sağlık Bakanlığı'nın daha önce getirdiği kurallar zaten hâlihazırda muayenehanelerde yapılabilecek tıbbî işlemleri sınırlandırmış, muayenehaneler ayakta sağlık hizmeti veren kurumlar olarak düzenlenmişti. Bu açıdan bakıldığında acil müdahale birimleri ve sedye geçebilen kapı istemi son derece anlamsız kalıyordu.
Ayrıca Danıştay'ın itiraz gerekçelerinden biri de 3 Ağustos yönetmeliğinde verilen bir yıllık sürenin 7 Nisan yönetmeliğinde aradan geçen altı aya karşın uzatılmamış olmasıydı.
Sağlık Bakanlığı bu düzenlemeyi getirirken muayenelere bir standart getirilmesi amacı güdüldüğünü öne sürüyordu. Fakat ne işaret edilen Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde buna benzer uygulamalar var, ne de bu uygulamaların sonucu kalitesi arttırılmış muayenehanelere çıkıyor maalesef.
Burada insanın aklına ister istemez şu soru geliyor; amaç üzümü yemek mi, bağcıyı dövmek mi?
Muayenehane hekimin serbest meslek hakkıdır
Aslında muayenehaneleri birer serbest meslek kuruluşu olarak düşünmek gerekiyor. Bir hekimin serbestçe mesleğini icra edebileceği tek yer muayenehane.
Olaya Türkiye'deki sağlık sektörü açısından bakmak belki de daha aydınlatıcı olabilir diye düşünüyorum. Genel anlamda bakıldığında hükümetin sağlıkta dönüşüm projesiyle getirmeye çalıştığı bir çalışma sistemi var. Bu sistem Dünya Bankası'na ve AB'ye sunulan niyet mektuplarında da açıkça ifade ediliyor. Bakanlık, sağlık sistemi sunucularını sınırlandırmayı amaçlıyor. Bir tarafta kamu hastanelerinin, diğer tarafta da özel hastanelerin bulunduğu, hekimlerin de bu iki yapıdan birinde çalışmaya mahkûm edildiği bir sağlık sistemi hedefleniyor.
Bu amaç doğrultusunda hekim sermayeli sağlık kuruluşları bir ayak bağı olarak görülüyor.
Bir diğer sorun da muayenehanelerin standartlarının düzenlenmesi için getirilen şartların devletin kendi kurumlarında (hastaneler, aile hekimliği, semt poliklinikleri) sağlamadığı standartlar olması, branş ayrımı gözetilmemesi ve ilginç bir şekilde diş hekimliği muayenehanelerinin bu standartların dışında bırakılması.
Hatta çoğu hekimin görüşleri bu kararların amacının sağlık hizmetlerinin tek elde toplanıp ranta çevrilmesi ve paraya dönüştürülmesi olduğu yönünde.
Kamu hastanelerinin de ötesinde, kamu-özel ortaklığı sağlık kompleksleri de planlanma aşamasında. Bu ortaklıklar bir mütevelli heyeti tarafından yönetilecek. Bu heyette valinin görevlendirdiği bir yetkili, bir mali müşavir, bir hukukçu, odaların görevlendireceği kişiler ve tek bir hekim olacak. Yani bir holding yapılanması hedefleniyor.
Sistem içinde küçük sağlık kuruluşları olan Dal Merkezleri ve Polikliniklerin de yeri yok. 2008 yılında Dal Merkezleri ve Tıp Merkezleri için yapılan düzenleme muayenehanelere benzer zorlu koşulları dayatarak bu koşullara evrilebilmeleri için 2013 yılına kadar süre tanıyor. Ayrıca bu sağlık kuruluşları planlamaya tabi tutularak Bakanlık iznine tabi kılınıyor. Üstelik yeni getirilen norm kadro uygulaması ile hekimlerin kurumlar arası geçişleri de engelleniyor.
Aslında bütün bu düzenlemelere bakıldığında bakanlığın elindeki hekim rezervini azaltmak istememesi ve kamudaki hekimlerin özele kaçışını engelleme isteği görülüyor. Fakat bu amaç güdülürken getirilen ağır koşullar hekimleri paryalaştırarak, ücretli köle haline getiriyor ve liyakate dayalı tüm değişikliklerin önünü tıkıyor.
Ve belki de en önemlisi, hekimlerin gasp edilen özlük haklarıyla beraber ücretler üzerinde de bir tekel oluşması sonucunu doğuruyor.
Yeni düzenlemelere göre hekimler istediği zaman özele geçemiyor. Çünkü özellerdeki kadrolar da sabitlenmiş durumda. Bir nevi atama sistemi yani. Bunun bir uzun vadeli sonucunun da kadroların satılması olacağı konuşuluyor!
Başka bir soru işareti de, yapılan düzenlemelerin "planlama" adı altında sunulması. Oysa yıllardır hükümet tıp merkezlerinin açılmasını teşvik etti. 2008 yılında ise birden "kısıtlamalar" getiriliyor... Üstelik de o döneme kadar hükmü şahsiyetini ortaya koymuş olan sağlık kuruluşlarının hakları teslim edilmeden!
Hastalar da mağdur...
Hasta hakları açısından da durum çok iç açıcı değil. 3 Ağustos'tan itibaren hastaların önünde iki seçenek kalıyor. Kamu hastaneleri ve özel hastaneler. Fakat muayenehaneleri tercih eden yüksek gelir grubundaki, özel ilgi talep eden, hastane ortamına girmekten imtina eden hastalar özel hastanelere gittiklerinde doktor seçme özgürlüklerini eskisi kadar rahat yaşayamayacaklar. Üstelik bu daha ucuza da mal olmayacak, zira a grubundan e grubuna kadar sınıflandırılan özel hastanelerde %70'e varan katılım payı ödeyecekler.
Ayrıca kamu hastanelerine getirilen performans sistemi hekim ücretlerini bakılan hasta sayısı bazında ölçtüğünden hekimlerin hastalara ayırdıkları süre günden güne azalıyor. Yani hepimiz doktora erişebiliyoruz, ama neredeyse hiçbirimiz nitelikli sağlık hizmetine ulaşamıyoruz.
Bu sistem özel hastanelerde de çok farklı olmadığından nereye gidersek gidelim doktorumuzla sağlıklı ilişki kurmamız mümkün olamayacak.
Sevk zinciri
Aslında sağlık hizmetini niteliksel olarak artırmanın yolları yok değil. Sevk zinciri yahut basamaklandırılmış sağlık hizmeti denilen sistem birçok ülkede başarıyla uygulanıyor. Buna göre görece kolay şifa bulabilecek hastalıklardan muzdarip hastalar birinci basamak sağlık kuruluşlarında yani sağlık ocaklarında (şimdiki aile hekimliği) ve kamu hastanelerinde tedavi edilirken, tedavisi daha fazla uzmanlık isteyen daha karmaşık vakalar üniversite hastanelerinde ve eğitim araştırma hastanelerinde tedavi ediliyor. Böylece aynı zamanda birer eğitim kurumu olan üniversiteler ve eğitim araştırma hastaneleri daha az hastaya hizmet verdiğinden daha nitelikli hizmet verebiliyor, bu sırada da hem bilimsel gelişim, hem de eğitim görevlerini yerine getirebiliyorlar.
Oysa bugün Başbakan gururla meydanlarda eline karnesini alan vatandaşının istediği profesöre muayene olduğunu söylüyor. Ama bu yüzden uzun vadede ne bilimsel gelişim mümkün oluyor, ne de nitelikli bir sağlık hizmeti alınabiliyor. Hekimler polikliniklerde boğulmuş durumda.
Performans...
Ayrıca performans sistemi adı altında getirilen puan sistemi hekimler açısından niteliği niceliğin gerisine atmış durumda. Poliklinikte 50 hastaya aspirin yazmak altı saatlik riskli bir ameliyattan daha fazla puan getirerek hekimlerin alanlarında kendilerini geliştirme motivasyonlarının da önünü tıkamış durumda. Yani bu hızla gidersek hepimiz grip tedavisi olabileceğiz, ama günün birinde beyin ameliyatı olmamız gerekirse bunu yapabilecek cerrah kalmayacak ortalıkta...
Evde bakım talep etmek durumunda olan hastaların durumu da muğlâk. Ev ziyaretlerinin düzenlenmesinin gerek kamu hastanelerince gerekse özel hastanelerce nasıl düzenleneceği henüz bilinmiyor. Oysa muayenehane hekimleri bu hizmeti yıllardır nitelikli bir şekilde sunabiliyordu. Hastane kadrolarındaki uzman hekimlerin ev ziyaretlerine gidip gitmeyeceğini önümüzdeki zaman diliminde göreceğiz.
Kim kazanacak?
Peki, tüm bu düzenlemeler, yasalar, yönetmelikler... Kim kazanacak?
Görünen en akla yatkın yanıt, tüm bunların arkasında büyük sağlık kartellerinin pasta paylarını muayenehanelerle paylaşmak istememelerinin ve hekim hizmetlerinin ucuzlaştırılmasının olduğu. Medicalpark, Acıbadem, Şifa ve benzeri büyük sağlık hizmeti sunucularının sağlık sektörüne göz diktikleri aşikâr.
Ayrıca hekimlerin gerek çalışma alanlarının kısıtlanması, gerek kadroların dondurulması sayesinde özgürlük alanlarının daraltılması, paryalaştırılmaları ve kolay manipüle edilebilir, çalıştıkları kurumlara baş kaldıramayan birer hizmetli haline getirilmeleri planlanıyor gibi.
Bakanlıktan ne bekliyoruz?
Tüm bu fırtına koparken, bakanlıktan "planlama" kelimesinin içinin doldurulması bekleniyor.
Bugün binlerce tıp mezunu, tıp fakültesi öğrencisi ve tıp okumak isteyen liseli genç var. Bakanlığın uzun erimli sağlık planlarını kamuoyuyla paylaşması sanıyoruz ki en çok da bu gençlerin gelecek planlarını yeniden yapılandırılmaları açısından önem taşıyor.
Ayrıca hükümetin neden meslek örgütleri, noterler, avukatlar veya başka meslek grupları ile ilgili teknik düzenlemelerle pek ilgilenmezken hekimleri hedef aldığının da açıklanmasını istemek sanıyorum haksız bir talep olmayacaktır.
Bir başka sorun da muayenehanelerin kapatılması ile oluşacak istihdam açığının hangi yöne sevk edilebileceği. Birçok hekim, sağlık memuru, sekreter ve temizlik görevlisi de bu düzenlemeyle işsizler ordusuna katılacak.
Ayrıca tıp merkezlerine uyum için tanınan 4 yıllık sürenin neden muayenehanelere tanınmadığı da niyet konusundaki şüpheleri beraberinde getiriyor.
Not: Danıştay 10. Dairesi bugün itibari ile asansör genişliğini, basamak koşullarını ve kapı genişliklerini içeren 12. Maddenin e ve f bentleri ile ilgili olarak yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu gelişme sonrasında Sağlık Bakanlığı'nın ne tutum takınacağı hala belirsiz. (GK/EKN)