Öykümün kahramanı Ruken 3,5 yaşlarında bir kız çocuğu. Koğuşdaşlarımdan Sabire’nin kızı. Sabire doğum yaptıktan sonra sadece iki hafta kadar kızını kucaklayabilmiş. Öyküsünü anlattığında da, ismini bile bilmiyordu kızının.
Sabire Mardin Nusaybinli... Babasını çocuk yaşta, 1996 Ekim’inde Diyarbakır Hapishanesi’nde devletin 10 tutsağı katlettiği katliamda kaybetmiş. Hiç okula gitmemiş. Kürtçe ve Türkçe okuma yazmayı, çat pat hapishanede öğrenmiş. Bu nedenle de mektuplarını her defasında koğuş arkadaşlarından birine yazdırıyor.
Tahliye olduğumda Yargıtay’da bozulan 9 yıllık dosyası, telekonferans yöntemiyle bir kez görüldü ve yasaya aykırı bir şekilde yapılması gereken indirimleri bu defa yaparak, yeniden Yargıtay’a gönderdiler. Büyük ihtimalle de, şimdiye kadar 7 yıla düşen cezası onaylanmıştır.
2013 Nevroz’unda, öğlen yemeğine Sabire inmeyince arkadaşlardan nerede olduğunu sormuş ve hemen yanına çıkmıştım. Yanı başımdaki ranzasına uzanmış, gözlerini duvara dikmiş kara kara düşünüyordu. Nedenini sorduğumda; “biliyorsun Füsun heval, bugün kızımın doğum günü ve ben onu babası kucağımdan kapıp götürdüğünden beri hiç görmedim, bir fotoğrafı bile elimde yok” diyerek ağlamaya başladığında, gözyaşlarımı Sabire’nin gözyaşlarına katarken, kendi kendime bir söz vermiştim.
Yerel seçimlerden sonra Nusaybin Belediye Başkanı’na ulaşarak, Sabire’nin kızının fotoğraflarını çekip göndermelerini isteyecektim. Tahliye olduğumda Sabire’yle vedalaşırken, “birgün mutlaka kızının fotoğraflarını ona göndereceğimi” söylemiş ve çıktıktan bir sonraki hafta da çocuğa ulaşabilecek birilerinin peşine düşmüştüm.
Ben telefonla ulaştığım birilerine Sabire’nin kızının fotoğrafını çektirmeye çalışırken, geçtiğimiz Temmuz’da tahliye olan koğuşdaşım Hamdiye’nin de böyle bir planı olduğunu beni aradığında öğrendim. Üstelik Hamdiye tahliye olduktan bir kaç gün sonra Diyarbakır’a yerleşmişti. Ve beni arayıp Sabire’nin annesinin telefon numarasını istediğinde Nusaybin’deydi.
Telefon numarasını Hamdiye’ye verirken, heyecanla çocuğun fotoğrafını çekmeden oradan ayrılmamasını istemiştim. Bir dizi uğraş sonunda, bir cep telefonuna kaydettikleri ama Sabire’ye göndermek istemedikleri bir kaç fotoğrafı elde etmiş ve tabettirerek Sabire’ye göndermişti.
Arkadaşlara yazdırdığı bir mektubunda Sabire, kızının 4 adet fotoğrafını aldığını, ancak bunlardan sadece birinin biraz net olduğunu, diğerlerinin kötü bir cep telefonundan çekildiği için yüzünün hiç seçilmediğini yazmıştı.
2013’ün başında Nusaybin Cumhuriyet Savcılığı’na çocuğun bulunarak annesine teslim edilmesi içerikli suç duyrusundan bir sonuç çıkmasını beklerken, Eylül sonunda Hamdiye’den aldığım bir telefonla şok oldum.
Eski Türk filmlerine taş çıkaracak bir durumla karşı karşıya kalmıştık. Bir yandan sevinç, bir yandan Sabire ve kızının yaşadıklarına isyan etmek düşmüştü payımıza. Eminim Sabire olayı duyduğunda çok daha kötü olmuştur!
Eylül’ün son haftası Sabire’nin kızına araba çarpıyor. Neyse ki, sadece ayağı eziliyor. Polis çocuk nüfusa kayıtlı olmadığı ve kimse sahip çıkmadığı için, çocuğu Diyarbakır Çocuk Esirgeme’nin yurduna götürüyor. Anladığımız kadarıyla babaannesi çocuğu annesinden kaçırdıkları için korkudan çocuğu sahip çıkmamış. Polis de çocuğun babası ve ailesiyle ilgili bazı negatif bilgilere sahip olduğundan, çocuğu Nusaybin’deki yurda koymamış.
Vakti zamanında adam Sabire’yi kaçırarak evleniyor. Ancak nikah falan yaptırmıyor. Zaten evlendikten kısa bir süre sonra da adam neredeyse hergün şiddet uyguluyor Sabire’ye. Bu nedenle defalarca annesinin evine geri gidiyor Sabire... Adam gelip ikna edip geri götürüyor. Ve sonunda hamileliğinin son çeyreğinde ise, adam Sabire’yi bıçakla yaralıyor. Bu nedenle annesinin yanına dönüyor ve bir daha geri gitmiyor. Orada sezeryanla doğum gerçekleşiyor. Bebek iki haftalıkken de, adam çocuğu elinden alıyor.
Ruken’i getirdikleri Diyarbakır çocuk yurdunda çalışan bir kadın, öğrendiği kadarıyla çocuğun durumunu bir arkadaşına anlatıyor. Ve ne büyük bir tesadüf ki, anlattığı kişi Hamdiye’nin görümcesi. O da öğrendiklerini Hamdiye’yle paylaşınca, o gün akşam geç saatte Hamdiye çocuğun fotoğraflarını çekip kendisine gönderilmesi için hayli ısrarcı oluyor.
Telefonda “haberi öğrenince, o an bir gariplik hissettim, 3-4 yaşlarında bir kız çocuğu, nüfusa kayıtlı değil, olay Nusaybin’de olmuş!” diyerek o akşamı bir solukta özetledi Hamdiye.
Akşam geç saatlerde bir mesajla eline geçen fotoğrafı görünce, haklı olarak büyük bir şok da Hamdiye yaşamış. Fotoğraftaki kız çocuğu Ağustos ayında zar zor fotoğrafına ulaştığı Sabire’nin kızıymış. Adının Ruken olduğunu o zaman öğrenmiş.
Ertesi gün yurda giderek çocuğu görmüş. İlk aklına gelen de koruyucu anne olarak çocuğu almak olsa da, hapishaneden yeni çıkmış bir siyasi mahkum olarak işsiz güçsüz birine devlet koruyucu annelik yaptırmazmış!
O gün beni arayıp, haberi verince yurt görevlileriyle görüşerek çocuğun bir başka yere gönderilmemesini istemesini salık verdim. Ve o akşam bir avukat arkadaşı arayıp, sabah erkenden buluşup, Gebze’ye haber gönderdim. Ancak bütün bu bilgileri avukat görüş yerinde Sabire’ye vermenin pek isabetli olmayacağını düşünerek bir başka arkadaşla görüşmesini istedim. Bu nedenle de o akşam Sabire’nin kızının yaşadıklarını öğrendiğinde ne yaptığını öğrenemedim.
Avukat arkadaşa tarihini hatırlamasam da, sene başında Sabire adına Nusaybin Cumhuriyet Savcılığı’na yazdığım suç duyrusu dilekçesine ulaşıp, çocuğun anneye verilmesi için gerekli işlemleri içeriden başlatmalarını önerdim.
Ve sonrasında da ardımda bıraktığım bir çok şey gibi aklımın bir yanı Sabire ve Ruken’de kalmış bir vaziyette Türkiye’den ayrıldım...
Geçtiğimiz hafta Sabire’den mektup geldiğini öğrendim. Mektubun bana gönderilmesi için uğraşırken, teknik yardımıma koştu. Emaille gönderdikleri mektubu bir solukta okudum...
Sabire kızının yaşadıklarını öğrenmiş. O anda neler yaşadığını az çok tahmin edebiliyorum. Avukat ancak tahliye olduktan sonra kızını alabileceğini söylemiş. Diyarbakır’daki kadın derneğinin kızını yurtta ziyaret ettiğini ve durumunun iyi olduğu haberini almış olsa da Sabire; “yine de içim rahat değil” diye yazmış.
Dün Ruken’in öyküsünü yazarken, Hamdiye’ye ulaştım son durumunu öğrenmek için. Çocuk iyiymiş! Ancak, amcasının koruyucu aile olarak başvurup, almak istediğini öğrendiğimde ilk tepkim; “aman ha sakın” demek oldu!
Diyarbakır’da bulunan bir başka arkadaşıma ulaştım... Ruken için neler yapabiliriz diye? Diyarbakır’dan ayrıldığını ve 3 hafta içinde döneceğini söyleyip, o zaman neler yapabileceğimize bakabileceğimizi söyledi. Yani bir kaç hafta beklemek düştü payıma. Dilerim o zamana kadar Ruken’i kimselere vermezler ve biz Sabire’nin çocuğuna kavuşması için bir şeyler yapabiliriz...
Kim bilir belki de, bu yazıyı okuduktan sonra, daha çocuk yaşta bunca acıyla yüz yüze gelmiş Ruken ve koğuşdaşım, komşum, ciranım Sabire için bir şeyler yapmak isteyenler çıkar.
Benimki bir umut ve bir dilek!
Evet, bir umut!
Bir dilek!
* Füsun Erdoğan, Rotterdam, 21 Kasım