Amman’dan Irbıd’a doğru neşeli bir telaşla yol almaya başladık. Nereye gideceğimizi bana söylemediler, sürpriz olacakmış.
Ama her birinin içindeki coşkun sevinci hissedebiliyordum. Eski Roma kenti Umm Qais’i gezip gördükten sonra toprak bir yola girdik.
Bir süre sonra arkadaşım Nico arabayı kenara çekti ve piknik çantalarımızı alıp küçük bir tepeye doğru yürümeye başladık. Kadim bir zeytin ağacı gördük, hepimiz onu sevdik ve onun altında oturmaya karar verdik.
Nico’nun babası İsmail amca eliyle işaret edip (bana Ayşa derdi) “Ayşa bak” dedi “Orası Filistin, bizim toprağımız!” Sadece bu kadar söyledi. Bana doğru döndü, ona uzun uzun baktım, bana uzun uzun baktı.
Yüzünde gördüğüm ifadeyi daha önce hiç kimsenin yüzünde görmemiştim. Çok derin bir keder, özlem, öfke, gurur, neşe; insana dair birçok duygu o anda onun kavruk yüzünde bir yer edinmişti.
Gözleri yaşlıydı ve gözyaşları adeta alev almıştı. Baktığımız yerden Golan Tepeleri ardından Tiberia Gölü ve Celile Dağları görünüyordu.
Yaşadığın coğrafyanın başına gelenlerle ilgili duyulan derin keder duygusunu bilirim. Fakat göçebe tabiatlı biri olarak bir coğrafyaya bu kadar bağlılık duymak aşina olduğum bir şey değildi.
O duyguyu ilk kez orada sezerek tanıdım. Yıllar sonra benzer bir bağlılığı, yedi kat yerin dibine de girse memleketini terk etmeme kararlılığını, depremin ertesinde Antakya halkında gördüğümde Nico ve ailesini hatırladım.
Yemekler
İsrail işgalinden sonra Filistin’den Ürdün’e göç etmek zorunda kalmış, adeta hayati bir uzvunu orada terk etmişçesine duyulan acıyı kuşaklar boyunca taşıyordu bu aile. Her akşam dostlarıyla ya da kendi aramızda mutlaka birkaç kez Filistin üzerine konuşulurdu.
Akşamları Semiha anne ile birlikte Filistin yemekleri yapardık. Nico’nun abisi Mehdi ud çalar birlikte Arapça şarkılar söylerdik.
Özellikle Feyruz’un şarkı sözleri mutlaka Türkçe’ye çevrilirdi benim için ve Mahmut Derviş şiirleri okunurdu. Ortadoğu ile kurulan derin duygudaşlığın dizeleri hala kulaklarımda “savaşlarına dalarken başkalarını düşün, senden barış isteyenleri unutma” ya da “kaydet, arabım ben, kızıyor musun?”
Filistin şiiri merakı böyle başladı. Mahmut Derviş’ten sonra Fedva Tukan, Selma Kadri Ceyyusi, Natalie Handal, Rafeef Ziadah gibi şairler ilgimi çekti. İnternette keşfettiğimiz Ziadah’ın, bir gazetecinin “çocuklarınıza nefret etmeyi öğretmekten vazgeçerseniz, her şeyin düzeleceğini düşünmüyor musunuz?” sorusuna cevaben yazdığı “biz hayatı öğretiyoruz bayım” şiirinden çok etkilenmiştim.
Remi Kanazi’yle ise Ayşe Düzkan çevirisi, Harun Turgan ve Mine Şirin’in katkılarıyla İntifada Yayınları’nın 2021’de yayınladığı “Sıradaki Bomba Düşmeden Önce/ Brooklyn’den Filistin’e Kalkışmak” adlı kitabıyla tanıştım.
Bir süredir üzerine yazmak istiyor çeşitli sebeplerle erteliyordum fakat son süreçte yaşananlardan sonra Türkiye kamuoyunda yapılan tarihsel gerçeklikten uzak tartışmalar, Avrupa’da Filistin halkıyla dayanışma eylemlerinin yasaklanması ve Filistinli sanatçıların etkinlilerinin teker teker iptal edilmesi bu yazıyı benim açımdan bir zorunluluk haline getirdi.
Geçtiğimiz günlerde Frankfurt Kitap Fuarı, Küçük Bir Ayrıntı kitabıyla tanınan Filistinli yazar Adania Shibli’nin ödül törenini iptal etti. Küçük Bir Ayrıntı, 1949’da Filistinli bir kızın İsrail askerlerince öldürülmesini konu alıyor.
Ardından Filistinli çağdaş sanatçı, film yapımcısı Emily Jacir’in önümüzdeki hafta Berlin’de yapacağı konuşma iptal edildi. Jacir’in yerine Filistinli olmayan başka bir isim getirildi. Filistinli sanatçılara getirilen bu sansür ve yasaklarla ilgili Remi Kanazi’den bir alıntı yapmak isterim: “Bizi suçladığınız her şey sizsiniz!”
Kanazi, 1981’de Nakba’dan önce Filistin’den göç etmek zorunda kalmış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen bir spoken word sanatçısı. Yeni bir janr olan spoken word için; okunurken müziğin de eşlik edebildiği, hip hop kültürünün bir parçası; şiire yakından akraba olan protest bir performans sanatı diyebiliriz.
Büyük Felaket
Remi Kanazi’nin şiirlerini oldukça etkileyici bir üslupla seslendirdiği videoları internette bulabilirsiniz. Kanazi aynı zamanda Filistinlilerin İsrail’e Akademik ve Kültürel Boykot Kampanyası Danışma Kurulu üyesi. Halen New York’ta yaşıyor.
"Sıradaki Bomba Düşmeden Önce" şairin ikinci kitabı. Kitabın çevirmeni Düzkan, Kanazi’nin “ben birlikte yaşamak değil, insanca yaşamak istiyorum. Kalanını adalet halleder” sözünün ona adeta aydınlanma yaşattığından bahsediyor kitabın sunuşunda. 2019’da kısa süreliğine cezaevine girerken uzun uzun yazmaktan ziyade, uzun uzun düşünmeyi gerektiren bir şey yapmak istediğini ve bu yüzden ilk kez şiir çevirmeyi deneyebileceğini düşünerek başlamış bu yola, iyi de etmiş.
Filistinliler için büyük felaket anlamına gelen Nakba şiiriyle başlıyor Remi kitaba. Şiir savaşmayan ama terk etmeyen şakaklarına namlu dayanmış yedi aylık hamile bir kadın ile açılıyor.
Sömürgeciler “Buranın kendilerinin/ olmadığına dair her hatırayı/ sildiler /süpürdüler/ temizlediler” fakat o Filistinli kadın bize “yaralı kelimeler/ mırıldanmalar /gözleri kapalı/ ama silinemeyen /sökülemeyen/ temizlenemeyen/ hatıralarla hep ışıl ışıl/ göz kırpacak” diyor.
Aydınlatma şiirinde ABD ordusunun Felluce’de attığı fosfor bombalarını hatırlatıyor, bir yemek pişirme tekniğinden adını alan füzelerden .“Top ateşleri /havai fişekler gibi /aydınlatıyor göğü/ aralanan göz kapaklarının/ karanlıktan kurtulması gibi/… Irak’ta çırp ve fırınla/ demişlerdi adına/ Gazze’de/ isim vermeye bile /üşendiler.”
Remi kitap boyunca birçok savaş meydanına gidiyor, yıkıntıların ve kırık kemiklerin arasında bu trajediyi anlatabilecek bir şey arıyor. Kelimeler küllerin arasından çıkıp onun dilinde hakikate dönüşüyor.
Şiir onun için sadece bir araç, hakikati taşıyan bir kap. Bunu asla unutmuyor ve dinleyiciye de unutturmuyor. “Bir şiirde/ bütün ölenlerin adlarını/ anacak yer yok/ Zeyd Hamza Şehed Muhammed/ yıkıntılar/ kırık/ kemikler/ ve küller/ arasında aranıyor.”
Vakitsiz şiirinde ellerinde yara izi arıyor, “kilitleri bile değiştirmeye zahmet etmeyen” işgalcinin. “Yaşadığın evin önündeki/ sayvanda arapça yazı var/ ve avuçlarında onu senin inşa/ ettiğini gösteren bir yara yok.”
İşgal politikalarını sonuna kadar destekleyen ABD’nin, meseleye duyarsızlaşmış üst sınıflarına da sesleniyor Kanazi Sıkıntı Yok şiirinde. “İnsansız hava araçlarının uğultusu/ bir gün Brooklyn’nin üstünde de/ duyulacak ama senin soylulaşmış/ mahallene uğramaz/sıkıntı yapma, bu berbat dünyanın/ bebeğinin ninnisini bozmasını kim ister.”
İsrail’in 2014’te Secaiye mahallesinde sokaktaki çocukları dahi hedef gözeterek düzenlediği katliamdan bahsettiği şiirde kitabın en acı dizelerinden birini söylüyor Kanazi: “beşiklerimizi soymayı bırakın!”
Kanazi’nin şiir yazma sebebi okuyucuyu harekete geçirmek. Filistin hakkında söz üretenlerden de açık bir karşı duruş ve eylem planı istiyor. Bu Şiir Apartheid’e Son Vermeyecek şiirinde de benzer bir vurgu var.
“Akademisyenler ve sözde solcular/ durumu izah eden bir/ kitaba daha ihtiyacımız yok/ sıradaki bombanın düşmesini/ engelleyecek bir ders/ planına ihtiyacımız var/ susmak suç ortaklığıdır.” Aynı konuda sanat üreticilerini de eleştiriyor: “Aşırı entellektüelleşme bize/ sanatın gücü hakkında teoriler geliştirmemizi/ söylerken çiftçiler/ topraklarından atılıyor.” Remi şiirinde sadece olan biteni etkileyici bir biçimde anlatmıyor, eylem öneriyor: “Bütün israil ürünlerini/ boykot etmenin ve /çatışmanın köküne inmenin/ zamanı geldi.”
Burada Remi Kanazi’nin önerdiği eylem yoluna biraz yakından bakmakta fayda var. Kendisi Uluslararası Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin danışma komitesi üyelerinden. Bu hareket İsrail’e uluslararası alanda yaptırımlar uygulanmasını savunuyor. Bunun için insanlar dünyanın dört bir yanında, yaşadıkları ülkelerin yönetimlerini İsrail ile yapılan (enerji, silah vb) anlaşmalarını iptal etmesi ve İsrail ile bütün ilişkilerini kesmesi için eylemler örgütlüyorlar. Yerleşimcileri fonlayan şirketler fonlarını kesinceye dek boykot ediliyor. Bu yöntem daha önce Güney Afrika’da ırkçılık karşıtlarının başlattığı ve ırka dayalı apartheid rejimini yıkmayı başardığı kampanyaya benzer bir şekilde işliyor. Kanazi bu anlamda birçok şairde özlediğimiz bir haslet olan yazdığı gibi yaşayan şairlerden.
Kanazi’nin İsrail’e olduğu kadar yoksulluğa, yaşadığı ülke olan ABD’ye, siyah tarihi bir garnitür olarak kullanan Arap dayanışmacılarına, transfobik feministlere, mizojen sosyalistlere, siyah karşıtı solculara, engellilere ayrımcılık yapan filistinli eylemcilere yani herkese ilaç gibi bir dizesi var: “seçmeli adalet kurtuluşun yolu değil” diyor.
Kanazi bir Amerikan vatandaşı ve imparatorluğun pasaportu, arka cebinde yanan bir delik çünkü yaşadığı ülkeye çok öfkeli. Kayıtsız bir amerikalı olacağına; öfkeli, esmer bir şair olarak damgalanmayı tercih ediyor.
Remi; oldukça açık, kolay anlaşılır, imgesel yoğunluğu fazla olmayan spoken word janrını, anlatmanın bu türdeki olanağını, tesadüfen seçmemiş.
Kelimeleri adeta dinleyenin yüzüne çarptığı bu tarz, şairin haklı ve yoğun öfkesini doğru hedeflere yönlendirmesini sağlıyor.
Seslendiği geniş kitlenin anlayıp benimseyeceği ya da üstüne alınacağı berraklıkta. Bu tarz; içeriğin ön planda olması, ezberlenebilir ve performe edilebilir olmasıyla yeni/ modern sözlü edebiyat olarak da isimlendirilebilir.
Fakat ne kadar ve nasıl anlatılırsa anlatılsın asla hakikatin bütününe erişilemez. Filistin’de yaşananlar insanın dimağının alabileceği ve kolay kolay anlatabileceği şeyler de değil. Bu yazıyı yazarken kalbime dolan acıyla baş etmek kolay olmadı. Bana sevdiklerim ve Remi’nin dizeleri yardım etti:
“infaz edilen sevdikleri
bu şiir kıtasının katı harfleri
arasına sığmayanlara
anlat bunu”
2023 Filistin-İsrail Savaşı
(AŞ/EMK)