Gorbaçov 1985 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Genel Sekreteri olduktan sadece dört yıl sonra Orta ve Doğu Avrupa'daki sosyalist iktidarlar değişti, altı yıl sonra ise SSCB dağılacaktı. Toplumsal bir gelişmenin bu kadar hızla gerçekleşemeyeceği ve öncesinde ciddi bir birikimin olduğu açık. Sosyalist ülkelerde yıllardır biriken sorunların çok geç mi farkına varıldı? Ya da daha önce bu konu ayrıntılı olarak tartışılmış, taraflardan birisi girilen mücadeleyi kaybedince, 1989'daki sonuç yıllar öncesinden belli olmuş muydu?
Eski Doğu Almanya (Demokratik Almanya Cumhuriyeti-DAC) İstatistik Dairesi Başkanı F. Behrens 1961 yılında "böyle gidersek kaçınılmaz olarak çökeceğiz" saptamasını yapar. Parti tarafından görevinden alınır. Behrens 30 yıl daha yaşayacak ve Orta ve Doğu Avrupa'da reel sosyalizmin çöküşünü görecektir.
Şimdi ne yapacağız?
1960'lı yılların başlarında SSCB'deki sosyalist iktidar 40. yılını geride bırakmıştır. Sosyalizm artık bir dünya sistemidir. Savaşın tahribatı da onarılmıştır. Bu yıllarda sosyalist ülkelerde bundan sonra izlenmesi gereken gelişme yolu tartışılmaya başlanır. Bu tartışmanın en yoğun olduğu iki ülke DAC ve Çekoslovakya'dır. Rastlantı değil... Bu iki ülke sosyalist sistem içinde üretici güçlerin en gelişmiş olduğu ülkelerdir. Özellikle DAC için sosyalizmin kapitalizme olan üstünlüğünün gösterilmesi ancak her alanda FAC'den daha iyi olmakla mümkündür. Bu ise, kapitalizmdeki gelişmelerin doğrudan izlenmesini gerektiriyordu.
Sosyalist ülkelerin esas amacı değişmemişti: Üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizmi yakalamak ve geçmek... Tartışılan bu amaca nasıl ulaşılabileceğiydi.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde bilimsel-teknolojik devrim mayalanıyordu ve sosyalist ülkelerdeki kadrolar bunu çabuk fark ettiler. Kapitalizm kendi içinde yeni bir sıçramaya yöneliyordu ve geride kalmamak için sosyalist ülkelerin hangi yolu izlemesi gerekirdi?
DAC'de Behrens ve çevresi ile sonradan Prag Baharı olarak bilinecek hareketin önde gelen kişilerinin görüşleri yaklaşık aynıydı: teknik kadrolara daha fazla önem verilmesini ve üretim birimlerinin özerkleşmesini istiyorlardı. Merkezi planlamaya karşı değillerdi sadece daha gevşek uygulanmasını, üretim birimlerine daha fazla inisiyatif verilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Sosyalist ülkelerin bilimsel ve teknolojik devrimde geriye düşmemeleri ancak böyle mümkün olabilirdi.
Burada akla hemen "bu ne şiddet bu ne celal?" sorusu gelir. Özellikle DAC'de önemli sorumluluklar taşıyan bir bölüm kişi, sosyalizmin bundan sonraki gelişme yolu konusunda öneriler getiriyor... Hemen baskı ile karşılaşıyorlar. 1956'da Macaristan'da olduğu gibi ağır hapis cezalarına çarptırılmıyor hatta idam edilmiyorlar ama susturulmaları için gerekenler yapılıyor. Bu kadar şiddetli tepkinin ne anlamı var?
Güç mücadelesi
Sosyalizmin gelecekte izleyeceği gelişme çizgisi aynı zamanda bir güç mücadelesidir. Behrens ve benzeri görüşleri savunanların tezlerinin kabul edilmesi durumunda o güne kadar önemli sorumluluk üstlenmiş kesim içindeki güç dengesi değişecek, başka bir belirlemeyle nomenklatura'nın politik kesiminin etkinliği azalırken, ekonomik kesimin ağırlığı artacaktır.Merkezi planın gevşetilmesi, üretim birimlerine daha fazla özerklik verilmesi, teknik kadronun her düzeyde desteklenmesi kaçınılmaz olarak bu sonuca yol açacaktı.
Politik nomenklatura'nın marksizm-leninizmin terminolojisini kullanarak yürüttüğü mücadelede söyleme takılmak ve geride yatan nedeni görmemek doğru olmaz.
Sosyalizmin gelecekteki gelişme yolu çerçevesinde ortaya çıkan farklı görüşler kısa sürede fikir ve örgütlenme özgürlüğü talebine sıçradı. Sosyalizm çerçevesinde bile olsa farklı bir görüşü savunabilmeniz için önce bu özgürlüklere sahip olmanız gerekiyordu.
Sosyalist ülkelerde ağırlıkla DAC, Polonya, Çekoslovakya ve Yugoslavya'da görülen, kimisinde aydın çevreyle sınırlı kimisinde ise kitle temeline sahip olan 68 hareketi, toplumda mevcut tepkileri birleştiren kozmopolit bir yapıya sahipti. Nereden başlarsanız başlayın sonuçta temel özgürlüklerin savunulmasına geliyordunuz.
Bu konuda ilginç bir örnek Robert Havemann'dır. Kimya profesörü olan Havemann, diyalektik materyalizmin sosyalist ülkelerde doğa bilimleri alanında çalışan insanlar tarafından neden ciddiye alınmadığını merak etti. Ulaştığı sonuç, SSCB Bilimler Akademisi felsefecileri tarafından konuyla ilgili olarak yazılan yanlış içerikli kitaplardı. Fizik, matematik ve evrenbilim konusunda doğru dürüst bilgisi bulunmayan bu insanlar, diyalektik materyalizmi kendilerince geliştirmeye ve bilim insanlarına yön vermeye çalışıyorlardı. Dönemin değiştiğinin farkında değillerdi. Doğa bilimleri felsefesi hakkında konuşmak isteyenin artık iyi bir fizik ve matematik eğitimi görmüş olması zorunluydu. Ne ki, bu felsefeciler SBKP tarafından destekleniyor ve yapıtları da sosyalist ülkelerde öteki dillere çevriliyordu.
Havemann bu felsefecilerin saçmaladıklarını açıkça savununca görevinden alındı ve kısa sürede sansür ve örgütlenme konusundaki kısıtlamalara karşı mücadelenin önemli isimlerinden birisi haline geldi.
1960'lı yılların sonlarına gelindiğinde sosyalizm içindeki mücadele sonuçlanmış ve ekonomik nomenklaturadan aydınlara, bazı ülkelerde önemli bir kitle temeline ulaşan işçi ve öğrenci önderlerine kadar yayılan geniş bir kesim politik nomenklatura ve yandaşlarına karşı mücadeleyi kaybetmişti.
Tarihte projeksiyon yapmak doğru olmadığı için, 1960'lı yıllardaki mücadele farklı sonuçlansaydı sosyalizmin de geleceği farklı olur muydu? diye sormak doğru olmaz. Şu kadarı söylenebilir: sonuç farklı olabilseydi, en kötü durumda bile çöküş bu kadar hızlı ve bu kadar kötü ortaya çıkmazdı.
Son bölümde 1989 öncesi ve sonrasının ülkeler özelinde somutlanması için DAC ve özellikle Bulgaristan örnekleri ele alınacaktır.(EE/EÜ)