Kuzey Irak Filistinleşebilir
Öncelikle; Türkiye'nin Irak politikasından bahsedelim. Türkiye Kuzey Irak'ta kurulacak bir devleti savaş sebebi sayacağını daha önce defalarca belirmişti. Savaşın ardından ortaya çıkacağı varsayılan otorite boşluğunda böyle bir devletin ortaya çıkması mümkün. Türkiye bunu engellemek için, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Irak'a saldırdığında, silahlı kuvvetlerini Kuzey Irak'a sokmayı ve böylelikle bağımsız bir devlet kurma girişimini engellemeyi hedefliyor. Ancak kimse kısa ya da uzun vadede bunun ne gibi sonuçlar doğuracağını kestiremiyor.
Silahlı kuvvetlerin bölgede ne kadar kalacağı, yerel güçlerle çıkacak bir çatışmanın sonunun nereye varacağı, bir süre sonra Türkiye'nin uluslararası arenada işgalci sayılıp sayılmayacağı hiç tartışılmıyor. Oysa Türkiye'nin Kuzey Irak'a müdahalesi ile bölge gittikçe Filistinleşebilir ve Türkiye, ikinci bir İsrail olmaya doğru gidebilir.
Bu ise Türkiye'yi bölgede sonsuz bir yalnızlığa mahkum edebilir. Bu, aynı zamanda Türkiye'yi gittikçe militer bir kimliğe büründürerek, demokratikleşme yolunda elde edilen birçok kazanımın yitirilmesine de neden olabilir.
İkinci olarak Kıbrıs meselesine değinmemiz gerekiyor. Lahey'deki görüşmelerin sonuçsuz kalması ve Annan planının reddedilmesinin Türkiye'nin dış politikası üzerinde son derece olumsuz bir etkide bulunabileceğini söyleyebiliriz. Planın reddi ile Rum kesiminin Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatı ile Avrupa Birliği'ne tam üyeliğinin önü açılmış, birlik nezdinde Türkiye işgalci güç konumuna düşürülmüştür.
Kıbrıs meselesi AB kapılarını kapatır mı?
Nitekim Verhougen'in geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalar bu doğrultudadır. İşin ilginç tarafı, bu gelişmeyle Türkiye'nin iki yüz yıllık batılılaşma projesinin nihai hedefi olarak gördüğü Avrupa Birliği ile ilişkilerinin büyük bir çıkmaza girmiş olmasıdır. Şöyle ki; bu noktadan sonra Türkiye, varlığını kabul etmediği bir ülkenin (Kıbrıs Cumhuriyeti) üyesi olduğu uluslararası bir organizasyonla (Avrupa Birliği - AB) ilişkilerini sürdürmek zorunda kalacaktır.
Önümüzdeki yıllarda bu ülkenin AB dönem başkanlığı gündeme geldiğinde, Türkiye'ye pek de sıcak davranmayacağı belli olduğuna göre, böyle bir durumda Türkiye nasıl bir tavır izleyecektir? Eğer ABD ile AB arasında bir çatışma olduğu savından hareketle, Türkiye yönünü AB'den uzaklaşmak ve ABD ile ilişkilerini geliştirmek doğrultusunda çizmişse bu pek de doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Çünkü "müttefik" ABD bile Kıbrıs'taki çözümsüzlüğün nedeninin Türk tarafı ve Türkiye olduğunu belirten açıklamalarda bulunmuştur. Dolayısıyla Kıbrıs meselesindeki çözümsüzlük ilerleyen günlerde Türkiye'yi dış politika alanında bir hayli zorlayacaktır.
Yine Avrupa Birliği ile ilişkiler açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Abdullah Öcalan'ın adil yargılanmadığı yönündeki kararı ve ardından Anayasa Mahkemesi'nin Halkın Demokrasi Partisi'nin (HADEP) kapatılması kararını açıklaması gibi gelişmelerin olumsuz etkisinden söz edilebilir.
IMF yandaşı hükümet
Türkiye, AİHM kararının hukuki olmaktan ziyade siyasi olduğuna inanırken, AB anayasada yapılan değişikliklerine rağmen parti kapatmaya devam edilmesinin demokratikleşme çabalarının samimi olmadığını gösterdiğini düşünmektedir.
Bu politik gelişmelerin yanısıra ekonomideki gelişmeler de pek umut verici gibi görünmüyor.
2003 bütçesinin, geçmiş yıllardaki bütçeler gibi bir rant aktarma mekanizması olmaktan öte bir anlam ifade etmemesi ile Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Uluslararası Para Fonu (IMF) politikalarından başka bir alternatif sunmayacağının anlaşılması önümüzdeki dönemde de geniş halk yığınlarının yoksullaşmasının hızlı bir şekilde süreceğini ortaya koymaktadır.
Ekonominin hala adına "piyasalar" denilen tanrılara kurban vermek olarak anlaşılması ve bir ekonomik gelecek vizyonunun halen ortaya konulamamış olması yakın zamanda geçmişte yaşananlardan çok daha büyük boyutlarda bir ekonomik krizi tetikleyebilir ki bu, olası bir savaşla birlikte geldiğinde hem ekonomik hem de toplumsal yönden kolay kapatılamayacak büyük yaralar açılmasına neden olabilir.
Tüm bu gelişmeler, bütünlüklü bir çerçevede değerlendirildiğinde, düşünen ve bu ülkeyi seven insanları kaygılandırıyor ve onlara, yanıtlamakta güçlük çektikleri o soruyu sorduruyor: Türkiye nereye? Sanıyoruz ki şu an Türkiye dahil kimse bunu bilmiyor. (NK/BB)
* Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma görevlisi Fatih Yaşlı'nın sendika.org sitesinden alınan yazısının ara başlık ve vurguları Bianet'e aittir.