“Aman haaa provokasyona gelmeyin… “
Siyasetçiler ve onların yönetiminde olan ya da perde arkasından onları yönlendiren bürokratlar (vali, polis şefi, general vs) her fırsatta bizlere bu uyarıyı yaptılar.
Bu anlatıma göre etrafımızda hep hain provokatörler vardı ve biz hep onların oyununa geliyorduk.
Eli sopalı bazı adamlar öğrencileri birbirine düşürünce “karanlık emelleri olan” hain provokatörler yapmış oluyordu bu çatışmaları..
Kürtler, zulüm gördüklerini haykırınca (yurt dışındaki hain odaklar ve onların provokatör ajanları işbaşında, aman uzak durun) diye uyarılıyorduk.
Galatasaray ile Fenerbahçe veya Beşiktaş maçında bile nedense hep provokatörler vardı taraftarları birbirine düşüren.
Zavallı siyasiler, bürokratlar ve hükümetler ise gece gündüz çalışıyor, hepimizi nefes alışımıza kadar izliyor ama her nedense bu provokatörleri bir türlü ortaya çıkaramıyorlardı.
Onlar hep gizli karanlık odaklardı. Yer altı canavarlarıydı. Kimse onları görmüyor, duymuyor ama bütün karışıklıkları onlar yapıyorlardı.
Bu nedenle biz biz olmalı, birbirimizin dediğini asla dinlemeyip, sadece siyasetçiler ile bizi koruyan bürokratları dinlemeliydik. Öyle ya karşımızdaki dostluk ve kardeşlik eli uzatan insanlar hain provokatörler olabilir ve bizi yanlış yerlere yönlendirebilirlerdi..
Bu iş Gezi parkı saldırısına kadar böyle sürdü gitti.
Ama birden takke düştü kel görüntü.
İşte o güya bizim iyiliğimizi düşünen siyasilerin peşkeş çektiği, halkın nefes aldığı Gezi alanı tümüyle yok edilmek istenince isyan eden gençlere karşı, o siyasetçilerin yönetimindeki bürokratların ve onların yönetimindeki polisin müthiş terörü başlayınca ani bir aydınlanma yaşandı.
Bu müthiş kimyasal gaz bombardımanı ve çoluk çocuğa yönelik vahşet karşısında insanlar Taksim’de Gezi parkında ve oradan yayılarak tüm ülkede, tüm şehirlerde, mahallelerde ve sokaklarda bir araya geliverdiler.
Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Fenerli, Beşiktaşlı, GS’li, Altaylı ya da Kayserisporlu filan gibi üst kimlikler, aidiyetler kazındı. Bu kazınan kimliklerin altından tüm çıplaklığı ile gerçek insanlar çıkıverince kardeşlik, dostluk, dayanışma, sevgi, saygı birlik beraberlik ortamı kuruldu. Herkes bu ortamı pek sevdi. Meğer ne kadar hasret kalmışız bu duygulara.
Sadece Gezi parkında değil bu ortam. Gidin Burgazada’da sahildeki ağaçlara bakın. Gezideki gençlerin ihtiyaç listelerini görürsünüz. Orada, burada ağaçlara direklere asılan listelerdeki gereksinimler bir bir toplanıyor halk arasında. İnsanlar can-ı gönülden yardımlaşma duygusu ile Taksim’e direnişçilere yemek, kitap, çadır ve tüm ihtiyaçlarını gönderiyor. Teyzeler evlerinde yaptıkları börekleri, kekleri götürüyor, gençler kitap, gitar, giysi taşıyor. Bir dayanışma ki tüm kenti ve kentleri sardı. Birlik ve beraberlik asıl şimdi kuruldu. Hiçbir şey götüremeyenler bile bu heyecan verici ortak yaşamı izlemeye ve o ortamı paylaşmaya gidiyorlar.
Yıllardır bize birlik beraberlik nutukları atıp sonra da toplumu bölmek ve böylece yönetmek için ellerinden geleni yapan siyaset ve bürokrat takımı ise bu gerçek birlik ve beraberlik manzarası karşısında fena halde tutuştu...
Farklı takımlardan taraftarlar, farklı görüşten insanlar hiç de birbirleri ile kavga etmeden pek güzel anlaşınca, siyasetçiler panik oldu.
Böylece asıl provokatörler de çirkin heykeller gibi ortaya çıkıverdi..
Toplumu bölen, kavga ettiren, sonra da ellerini oluşturarak birlik ve beraberlik nutukları atanlar dımdızlak ortada kaldı:
“Siyasetçiler… Bürokratlar… Ve de onların adamları….”
Bu ülkenin güzel insanlarını birbirine karşı kışkırtan kişiler açığa çıktı. Halen de aynı yönde çalışıyorlar ama bu kez toplum yemiyor..
Elleri sopalı adamlar eskiden de öğrenci kavgalarının arasına karışır iki taraftan birini marizlerlerdi. Bu adamların kim olduğu bilinmezdi.
İşte o adamların bu kez resimleri çekilip sosyal medyada yayınlanınca sivil polis olduklarını itiraf etmek zorunda kaldılar. Meğer o hain provokatörler öteden beri siyasilerin ve bürokratların yönettiği eli sopalı sivillermiş..
Demek onlar kışkırtıyor ve sopalıyormuş gençleri orada burada. Sonra da bizlere yurt dışından hain odaklar mavalları söylüyorlarmış.
Toplumu birbirine karşı kışkırtan, bölmeye ve böylece yönetmeye çalışan, insanların kavga etmesi sayesinde kendi siyasetlerini ve iktidar erkini güçlendiren hain provokatörler ortaya çıktı.
Şu da ortaya çıktı.
Onlar olmasa galiba bu memleket gül gibi geçinip gidecek.
Nazım’ın özlediği gibi:
“Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi
Kardeşçesine..
Bu hasret bizim.”
Nazım bu hasretle 50 yıl önce öldü. Türk dilinin bu en büyük şairini de aynı siyasetçi ve bürokrat provokatörlerin yıllarca hapishanelerde süründürüp sonra da ülkeye hasret ölmesine neden olduklarını biliyoruz.
Gezi parkı olayı ile başlayan, içinde yaşadığımız bu toplumsal hareket ve süreç, büyük bir başarı ile bize bunları gösteriyor. Bu hareket, yıllardır ülkemizde bize demokrasi diye yutturulmaya çalışılan sahte demokrasiyi, bu çirkin siyasi ortamı, kirli bir çarşaf gibi yırtıp atar ve bu deli gömleğini sırtımızdan çıkarırsa, işte o zaman güzel günler göreceğiz.
Bu kez de biz birbirimizi uyaralım:
Aman haaa! Siyasetçi ve bürokratların hain gizli provokasyonlarına dikkat… (FÖ/HK)
* Fotoğraf: Asya Efsun