Hatta, geçen hafta bazıları, Polonya'nın 183 askerle kazandığı zaferden söz ederek eleştirinin dozunu arttırdılar. Aktarıldığına göre, Polonya, 183 askerle ittifaka katılarak Irak'ın yeniden yapılanmasında söz sahibi olmuştur.
Uluslararası İlişkiler
Üniversitelerin siyasal bilgiler ya da iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde halk arasında diplomat yetiştirdiği düşünülen "Uluslar arası İlişkiler" diye bir bölüm var. Bu bölümlerde çeşitli uluslar arası ilişkiler teorileri okutulur. Genelde bu teoriler devletlerarası güç ilişkilerinin tarihsel görünüşlerinden etkilenmiş eklektik açıklamalardır.
Eleştirel olmayanların hemen hepsi, "bir devletin, diğer devlete karşı mutlak bir erk sahibi olduğu" ("dış egemenlik") varsayımına dayanırlar. Bodin ve daha sonra Hobbes'la birlikte egemenlik, bölünemez, devredilemez, kaynağını kendinden alan bir güç yoğunlaşması, bir 'Leviathan' (ejderha) olarak düşünülmüştür. Liberal Locke'da bile egemen halkla sözleşme yapmaz, sözleşmenin tarafı değildir; halk kedi arasında sözleşme yaparak egemenlik hakkından egemen lehine feragat eder.
Halkla egemenin sözleşme yaptığı, ulusun sahibi olduğu egemenliği egemenin temsilen devraldığı fikri Rousseau'da belirir. Fakat Rouseau'da bile özellikle yasacının özellikleri sayılırken, bu yeni fikir eskisi lehine belirsizleşir. Rouseau'daki sorun, egemen yurttaş ile somut insan teki, yani egemene tabii olan somut insan arasındaki mesafenin iyice açılmasından doğar.
Somut insanlar tarih sahnesine çıktıklarında bu kuramsal müphemlikler önemini yitirdiğinden Rousseau'nun cumhuriyetçi despotizmi yerine kurumlaşan, İskoç aydınlanması esinli liberal demokrasiler olmuştur. Yine de tartışma dış egemenlik olduğunda siyasal egemeni (devleti) Bodin ve Hobbes'taki gibi düşünme eleştirel olmayan uluslararası ilişkiler teorilerinde başattır.
Eleştirel teoriler ise, haklı olarak bu tür kuramsal müphemlikleri gerçekliği bulandırıcı varsayımlar olarak görür. Maddeci tarih görüşü, siyasal ilişkilerin tümünü (devlet, devletlerarası ilişkiler vd.) tarihsel olarak sınıf mücadelesi içinde açıklar.
Oyun
Bilgisayarla ilk tanıştığımız sıralarda "Civilization" (Medeniyet) adlı bir oyun keşfetmiştik. Civilization uluslararası ilişkilerdeki yaygın görüşe dayalı bir savaş oyunu. Strateji oyunlarının atası olarak biliniyor. Oyun ilkçağdan başlıyor ve uzay çağına kadar geliyor.Oyunca bir uygarlık kuruyor ve diğer uygarlıklarla savaşıyor.Savaşçıların -ki uygarlığın düzeyine göre savaş araçları çeşitleniyor- gücünü uygarlık düzeyi belirliyor.
Oyunda kazanmak için bilimsel buluşlar yapmak, dünyayı keşfetmek ve örnek olsun, Babil'in Asma Bahçelerini, Piramitleri, Leonardo'nun Atölyesini, Eyfel Kulesini, vd.vd. yapmak gerekiyor. Bütün bunlar insanlarca kurulan kentler içinde yapılıyor. Kentler savaş araçlarını da üretiyorlar. Bu bir savaş oyunu... Güçlünün hakkı uluslararası ilişkiler teorisine dayanıyor.
Stratejik İttifak
Oyunda bir medeniyetle diğer medeniyete karşı stratejik ittifaklar kurmak mümkün. Güçlü olan ittifak sonunda, ittifak zorunluluğu bitiğinde müttefikini de işgal ediyor. Ya da tersi, güçlü değilken ittifak yapan, yem oluyor.
Oyunun yazarı, uluslar arası düzen hakkında "gerçekçi" bir fikir sahibi. Görünenle gerçek arasındaki mesafeyi görmezden gelirsek, evet, mesela Polonyanın zaferinden söz eden bazı kalemlerden çok ama çok daha gerçekçi olduğu ortada. Bu kalemler, oyunun yazarı kadar bile dünya tarihinden haberdar değil, ya da değilmiş gibi yapıyorlar.
BM Kararı
Türk Hükümetinin tutumunu savunanlar ise hükümetin ihtiyatlı tavrını olumlu bulurken BM Kararlarını işaret ediyorlar.
Sözü geçen oyunun yazarı Sid Meier. Oyunda, yapılması gerekenlerden biri de BM'yi kurmak. BM'yi kuran oyuncu savaştığı diğer uygarlığın birkaç kentini işgal edip onu ateşkes masasına davet ettiğinde, savaşı kaybeden uygarlığın elçisi "BM'yi parmaklarınızın ucunda bir kukla gibi oynatmasa idiniz, sizinle ateşkes yapmazdık" diyor. Tabii, paşa paşa ateşkesi imzalıyor, eğer BM kazanan tarafta ise.
Sid Meier'in güçlünün hakkı teorisine dayalı uluslar arası düzen fikrinden esinli oyununu oynayan bir çocuk, bu iki karşıt gibi görünen Hükümet iyi mi yaptı, kötü mü tartışmasının gerekçeleri ile karşılaştığında demek ki, gülecek ve "hadi oradan canım" diyecektir.
Fakat esas sorunda bu; dünya, güçlünün hakkına mı bırakılacak?
Vahiy
Sözün dünyayı değiştirebileceği inancı, aklın vahye galebe çaldığı tarih kesitinde bilginin dünyayı değiştirebileceği inancı ile yer değiştirmişti. Maddeci tarih görüşü, dünyayı değiştirenin söz ya da bilgi değil, kitleler, insanlar olduğu gerçeğini açığa çıkardı ise de, aydınlanma üzerine kurulu bir uygarlıkta insanlar, bilgiye olan inançlarını uzun zaman yitirmediler. Bütün aydınlanma eleştirisi tarihi, maddeci tarih görüşünün onu içerip aşan eleştirel yaklaşımı dışta tutulursa, vahyi estetize etmenin çeşitli biçimleri ile doludur.
Gerçekçilik
Örnek olsun, ABD'nin yanında her halükarda yer alınması gerektiğini savunan Serdar Turgut, tezini, bunun bir dünya hali gereği olduğuna dayandırıyor. Turgut'a göre, bu gerçekçiliktir. Teze göre durumu kabullenmekten ibaret bir tutumla Türkiye, ABD masasında yer bulabilir ve kaçınılmaz zararını hafifletebilirdi.
Bu görüş, gerçekçi falan değil tabii, vahyi estetize etmenin bir örneği. Sid Meier'in oyununda oyuncunun kasasında yeterince parası varsa, oyuncu başka bir uygarlığa (genelde daha güçsüz olana) kendisinin yanında savaşa katılması için para teklif edebilir. Genelde, ilk teklif reddedilir, kesenin ağzını biraz daha açarsa oyuncu, sorun çözülür. Sid Meier, durumu tespit etmek anlamında, yerleşik uygarlığın değerlerini "gerçekçi" bir şekilde oyuna uyguluyor. Serdar Turgut'un ve aynı tezi savunan diğer köşe yazarlarının, yorumcuların gerçekçiliği de anca Sid Meier kadar.
Aslında bu anlaşılabilir bir ideolojik tutum. Burada tutumun ideolojik olduğu şöyle apaçık hale geliyor: Serdar Turgut, "dünya hali"ni kabul etmeyen aydınların mazohist olduğunu, Türkiye aydının da bu hastalıkla malul olduğunu söylüyor.
Vahyi estetize etmenin uç noktası burası. Verili durum, elbette dünyayı anlamak için başlangıç noktasıdır; bandan yola çıkarak, Sid Meier gibi görece başarılı savaş oyunları yapılabilir. Ama verili durum göründüğü haliyle gerçek değildir.
Eleştirel uluslararası ilişkiler teorileri, gerçeğe, emperyalizme, işaret ederler.
Gerçek
Gerçek, basitçe tarihi insanların yaptığıdır. Piramitleri de, BM'yi de, savaşları da yapan insanlardır.Başka bir deyişle, kitleler. Daha doğru deyişle, sınıflar.
Bu nedenle verili durumun mutlaklığını kabul etmek gerçekçilik değildir. Bunun adı, başka bir şey; en hafif deyişle, ideolojik manipülasyondur. Bu manipülasyon için en çok para harcayan kurum da, malum, CIA'dır.
Bize öyle geliyor ki, bize gerçek diye sunulan, aslında onların oynanmasını istedikleri oyundur. (SE/EK)