Gece uyumadan önce izlediğiniz saçma sapan tartışma programlarının ağırlığıyla beyninizin dinlenmediğini, uyandığınızda halen yorgun olduğunuzu fark ederek güne başlıyorsunuz.
Ama bugün diğerlerinden farklı bir gün olacak diyorsunuz. Çünkü tiyatroya gideceksiniz. Bir şekilde gündemin yakıcılığından uzaklaşıp sanatın limanına sığınarak unutacaksınız kendinizi ve yaşananları.
Sanırım bunu yapabilmek için haberlere bakmamanız gerekiyor. Çünkü gözünüzü açar açmaz insanda siyasetçi kimliğinden öte ömrünü çocuklarının geleceğine adayan, şefkatli ve adaletli bir baba duygusu yaratan Ahmet Türk’ün gözaltına alındığı haberini görüyorsunuz. Öylece kalakalıyorsunuz.
Kardeşleriniz, dostlarınız, arkadaşlarınızın birer ikişer gözaltına alınıp tutuklanmalarına bir şekilde alıştırmıştınız kendinizi ama bu kez de babanızı almışlardı işte. Yüreğinizde bir boşluk duygusu, ağzınızda kekremsi bir acı.
Sadece tiyatroya gitmek için değil, bu duygudan da uzaklaşmak için kaçarcasına çıkıyorsunuz evden. İki saatliğine de olsa iyi bir şey olmalı hayatınızda.
Dolmuşta ilerlerken açık olan radyoda Ahmet Türk’ün halkı kin ve nefrete sürüklemek, teröre destek vermek gerekçesiyle gözaltına alınmasını meşrulaştıran ve bunu hak ettiğini ifade eden bir dil kullanarak verilen haberlere dolmuştakilerin kayıtsızlığını izliyorsunuz.
Ve birden trafik kilitleniyor. Bu güzergah böyle olmazdı genelde. Dikkatle baktığınızda gördükleriniz ambulans, itfaiye, sıkışan trafikte çalınan kornalar ve yukarı doğru meraklı gözlerle bakan insanlar. O gözlerden biri de sizinki oluyor. Fakat o da ne? 40’lı yaşlarda bir adamın çatıya çıktığını ve belki de içtiği son sigarasıyla, kurtarılması için gerilen brandayı ve insanları izlediğini görüyorsunuz.
Dolmuşun camını açıyorsunuz. Sesler gelmeye başlıyor kulağınıza. “Yahu değer mi, kimi istiyorsan söyle çağıralım”, “Aşağı inip anlat derdini, belki bir çaresi bulunur”, “Hadi be adam atlayacaksan atla, trafiği felç ettin, işimiz gücümüz var”. Sigarasından son yudum alan adam arkasını dönüyor ve bacaklarını iyice aşağı doğru sarkıtıyor. Yürekler ağızda.
Sesinizi duyuramayacağınızı bildiğiniz halde gözlerinizi kapatıp, gayri ihtiyari bağırıyorsunuz dolmuşun içerisinde “Hayır, yapma!”. Çok az bir süre öylece kalan adam vazgeçip, çıkıyor çatının üzerine. Rahat bir nefes alıyorsunuz. Onu oraya kadar getiren şeyin ne olduğunu, yaşadığı sancıları düşünürken şoförün sesiyle cevabınızı alıyorsunuz. “Bir gün hepimiz bu çatıya çıkacağız”.
Neyse bunu da atlattınız, dedik ya oyun izleyemeye gidiyorsunuz, kimse bozamaz keyfinizi. Üstelik Boğaziçi Üniversitesi’nde. Okulun kapısından girdiğinizde kimse üstünüzü başınızı, çantanızı aramıyor. Kibarca gideceğiniz salonu tarif eden güvenlik görevlisine uzaylıymış gibi bakıyorsunuz. Boğaz manzarası eşliğinde cennete giden o yolda ayağınız yere basmadan ilerlerken sevgilisine sarılıp manzarayı izleyenlere, kulaklıklarını takıp müzik dinleyerek yürüyüş yapanlara bakarken hayatın adaletsizliğini, cennetin de cehennemin de bu dünyada yaşandığını yeniden görüyorsunuz. Ama bunları düşünmenin sırası değil, oyun izlemeye geldiniz siz.
Salondaki yerinizi aldınız. Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan “Bir Kadın Uyanıyor” adlı tek kişilik oyun başlıyor.
Sahnedeki enerjisiyle, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü yaptığı esprilerle anlatan oyuncu Aysel Yıldırım’ı dinlerken “İyi ki gelmişim” diyorsunuz.
Oyunda asker babasının yaptığı baskılara karşı intikam almaya çalışan kızının “askerin planı varsa, sivilin de planları var. Ne hallere geldik, o hallere geldik” cümlesini duyunca, “Doğru ya, hayatımızda bir de OHAL vardı değil mi?” diyorsunuz. Ardından babasının “erkeklerle arkadaş olunmaz” cümlesi ve devamında “Sadece erkeklerle mi? Zenginlerle, fakirlerle, Çerkezlerle, Alevilerle ve hele de Kürtlerle arkadaş olunmaz” diye uzayıp giden repliği. Yine Kürt olduğunuz hatırlatıldı, gerek var mıydı şimdi? Ne güzel eğleniyorduk işte.
Oyun bittiğinde alkışlara selam veren oyuncu elindeki bir bildiriyi okumaya başlıyor.
21 Kasım 5 Aralık tarihlerinde Diyarbakır’da dördüncüsü yapılacak olan Amed Tiyatro Festivalinin belediyeye atanan kayyum nedeniyle yapma koşullarının ortadan kalktığını ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu olarak gösterdikleri dayanışmayla Diyarbakır’da sahneleyecekleri bu oyunu kendi sahnelerinde oynayarak destek verdiklerini söylüyor.
Festivale destek vermek için yurtiçi ve Avrupa’daki tiyatro gruplarının da bu tarihler arasında oyunlarını kendi sahnelerinde oynayacaklarını öğreniyorsunuz.
Sahi ya, biz festival yapacaktık ve belediyeye kayyum atanmıştı değil mi? Gerçeğin sert duvarına toslayıp, uyanıyorsunuz yeniden. Oysaki sadece oyun izlemeye gelmiştiniz. Amma velakin gittiğiniz yere kendinizi ve dertlerinizi de götürünce hiçbir şey değişmiyor ne yazık ki. (BD/EKN)