Manşet fotoğrafı: 6 Haziran Lille'deki eylem, Pankart :Adalet olmadan barış olamaz
Geçen hafta sonu acil olarak Fransa’nın La Réunion adasına hasta nakli için gittim, bir gün sonra da döndüm!
11 saatlik bir yolculuk, öncesinde iki saat uçağa hastayla binme, bir o kadar da inme muameleleri olunca olay gidişte 16 saat sürdü. Bu olaya “La çivière” deniyor.
Hasta genel olarak uçağın arka kısmındaki bölgeye altı koltuktan oluşan sedyenin üzerine yatırılıyor, hemen yanında onunla yolculuk yapan personele yer ayrılıyor ve bu bölge kalın bir perdeyle diğer yolcuların görmesi engellenecek şekilde ayrılıyor.
Benim naklinde yardımcı olduğum Kalia üç yaşlarında bir kız çocuğu, altı ay önce Fransa'nın Réunion Adası'ndan metastazı olan sürrenal bezi kanseri (Nöroblastom) tedavisi nedeniyle Paris’e nakledilmişti. Önce tedaviye olumlu cevap verdiyse de sonrasında maalesef yeni metastaz bulguları görüldü.
Çocuk kanserleri yüzde 80 oranında iyileşse de bu tip olaylar ne yazık ki istisna değil. Ama sorun ailenin çok uzaktan geliyor olmasıydı, bir de çok ağrılı olduğu için ve yemediği için morfin dahil damardan birçok ilaç alıyordu, aile diğer tedavileri (iyileşme şansı olmayan ama hayatı uzatabilecek) reddetti ve geri dönmek istedi.
Durum oldukça kritik idi. O andan itibaren, çocuğun sağ olarak babasına ve kardeşlerine ulaştırılması için bir yarış başladı. Sosyal hizmet uzmanları ve sağlık sigortası kurumlarının temsilcileri arasında bitmeyen görüşmeler sonunda tek bir nokta dışında program yapıldı.
Havayolları sorumluları bir doktor refakatini şart koşmuştu. Çocuğun bir an önce dönebilmesinin gerekliliğine inandığım için zor da olsa, bu pandemi şartlarında uçağa binmeyi ve refakat etmeyi kabul ettim, yoksa olay daha da uzayacaktı ve Kalia ailesine sağ olarak ulaşmayabilirdi.
Büyük oğlum olayı duyunca şöyle demişti: “Anne seni anlayamıyorum, nasıl olsa kurtaramayacaksın, ölecek bu çocuk, bu riske değer mi?”
Doktorluğun kurtaramadığımız zaman da hastanın son anına kadar yanında olması gerekliliğini anlatmaya çalıştım!
Réunion’da Kalia’yı hastaneye bıraktıktan sonra bir gece kalacaktım. Otelde yer ayırtmaya çalışıldı, ama Reunion'daki hastanede çalışan bir arkadaşım kendi evinde kalmamı teklif etti.
İyi ki de öyle olmuş, çünkü Réunion Valiliği gelen yolcuları gidecek aile yoksa, otele kapatıp, 14 gün tutuyormuş ve kapıdan yemek vererek besliyormuş.
Neyse ki bu muameleden kurtuldum. Bir gün de olsa adayı gördüm. Kalia bu uzun yolculuktan sonra gayet formunda Réunion'daki hastaneye, üç gün sonra da asıl yaşadığı “La Mayotte” adasına ulaştı. Ben babasına ve kardeşlerine kavuşmasını göremedim, ama olayı hayal edebiliyorum….
Ile de La Réunion
Beni ağırlayan arkadaşlar Ada’nın Fransa'nın diğer uzak adalarına göre (Guadeloupe, Martinique ve Çayenne) daha sorunsuz olduğunu söylediler. Çünkü, Fransızlar 1642'de keşfettiklerinde adada yaşayan insan yokmuş. Herkesin göçle gelip bir topluluk oluşturmasından kaynaklanmış sorunsuzluk.
Hint Okyanusu'nda, Madagaskar Adası'na 700 km uzakta, Afrika'ya çok yakın bu adayı önce 10. yüzyılda Arap gemiciler bulmuşlar ve “Dina Morgabin” (yatan ada) adını vermişler, ama kalmamışlar,
15. yüzyılda Portekizli denizciler gelip su alıp devam etmişler. İlk yaşam Fransızların Madagaskarlı köleleriyle gelip, kahve üretimi yaptıkları 1710’da başlamış. Önce dönemin kralının adını alıp “Bourbon” sonra da Napolyon başa gelince Napolyon Adası adını almış.
Ada, Fransız Devrimini sonrasında toplantı yeri anlamına gelen “La Réunion” adını 1848'de alıyor ve kölelik aynı yıl yasaklanıyor. Sadece şeker kamışı ve turizmle yaşayan adada işsizlik oranı yüzde 29, gençler arasındaki oran ise yüzde 60'a ulaşıyor.
Reunion Adası
860 bin kişinin yaşadığı adada Avrupa, Hint ve Çin kökenliler, Afrikalılar ve Madagaskarlılar yaşıyorlar bunlardan ortak Reunion Kreolu diye bir dil ve ortak mutfak ve müzik doğmuş. Dine gelince çoğunluğun Hristiyan olduğu (%85) adada, Hinduizm ve İslam (yüzde 2 ) da mevcut. Bütün okullar hatta üniversite de var Reunion’da.
Fransa ile yazın sadece iki saat fark olan, ekvatorun güneyindeki adanın Fransa'dan uzaklığı 9000 kilometre. Halen aktif bir volkanı olan ada, iklimi ve doğasıyla görülmeye değer ama iş bulamadıkları için gençler adayı terk ediyorlar. Kolera, sıtma, veba pandemilerini yaşayan ada, Covid-19 ortaya çıktığında sınırlarını kapatarak ve 14 gün karantina uygulayarak toplam 400 Covid-19 tanısına rağmen hiç ölüm olmadan şu anda virüse karşı direnişi kazanmışa benziyor.
Arkadaşlarım adanın güneyindeki volkanın (Le Piton de la Fournaise) patladığında nasıl oto yolu geçip aktığını anlattılar, görülmeye değer olsa gerek, bildiğim kadarıyla dünyada aktif olan istisna volkanlardan biriymiş.
Fransa'ya ilk geldiğim yıllarda sarışın mavi gözlü Réunionluları gördüğümde çok şaşırmıştım. Adaya ilk gelen ve karışıma uğrayan Avrupalıların torunlarıymış bunlar... Yani tam bir melting-pot..
La Mayotte
La Mayotte yine Fransa'nın Mozambik kanalındaki, Hint Okyanusu'ndaki diğer adası. Kral 1. Louis-Philippe 1841’de adayı Madagaskar kökenli sultan Andiantsoly'dan satın alıyor. Sultanın satma sebebi kendisini çevre ülkelerin tehdidi altında tehlikede hissetmesi olduğu söyleniyor. Komor (Comores) takımadalar birliğinden kabul edilen Mayotte, diğer Komor Adaların 1975'deki referandumla bağımsızlıklarını alması üzerine tek Fransız toprağı olarak kalıyor.
Bağımsızlığını alan Komor takımadalarına gelince, geçmişte Perslerle ve Omanlılarla ilişkileri sayesinde Müslüman olan ada sakinlerinin, bağımsızlıktan sonra resmi dini İslam olmuş, ama çok fakir, sürekli hükümet darbeleri yaşanan ve yolsuzluğun kurumsallaştığı Komor'dan halk fırsat buldukça Mayottte'a göçmeye çalışıyor.
Sağlık sorunu olan çocuklar, para karşılığı küçük kayıklarla Mayotte adasına sokuluyor ve ilk hastanenin aciline götürülüyor. Fransa'daki 18 yaş altını koruma ve tehlikedeki insana yardım mecburiyeti yasalarından yararlanan bu çocuklar önce Réunion Adası'na, eğer orda tedavi olamıyorsa da Paris’e naklediliyorlar.
Mayotte halkı da Fransa'nın en fakirlerinden, çoğu gecekondularda yaşıyor, birde Komor'dan gelenler eklenince durum daha da dramatik oluyor. Reunionluların Fransa’ya gelip çalışma izni ve Avrupa'da serbest dolaşım hakkı varken Mayotte’luların hakları sınırlı!
Aynı halk olan Komorlular ve Mayotlularda hurafelere, cinlere inanmak çok yaygın. Kanser yüzünden gözü alınan bir çocuğun babası Mayotte’a dönmek istemiyordu, çünkü çocuğunun cinli kabul edilip, reddedilmesinden korkuyordu.
Kız çocuklarının okula gitmediği, 12-13 yaşlarında evlendirildiği Komor ve Mayotte’ta annelerin yaşları çok genç. Ayrıca birçok kadınla evlilik Komor'da ve aynı kültürden gelen Mayotte’ta çok yaygın.
Uçağa binerken öğrendim Kalia'nın babası Mayotlu Fransız, annesi Komor kökenli ama Mayot'ta oturuyor, Kalia babasından dolayı Fransız pasaportu taşıyor, anne ise Fransız çocuğun annesi olarak oturma alabilmiş.
Fakat Kalia öldüğünde bütün haklarını kaybedip iki çocuğu ile sınır dışı edilmekten korkuyor. Neden Kalia'nın babasıyla evlenmediğini sorduğumda doğal olarak şu yanıtı verdi: "Ama onun başka karısı var" Yani kendisi ilk eş değil, ve diğer çocuklarının babası Komorlu…
Yine pasaport kontrolleri sırasında çok şaşırdığım bir olay: Kalia'nın annesi hiç yaşı tahmin edilemeyen kadınlardan, kimliğini gördüğümde büyük oğlumdan bile birkaç gün küçük olduğunu görüp şok oldum.
Aklıma yıllar önce yaşadığım bir olay geldi. 1970'li yılların sonlarında Hacettepe Toplum Hekimliği kürsüsünden, sevgili Nusret Fişek hocamızın ve Dünya Sağlık Örgütü'nün ortak anketinde çalışıp ve aynı zamanda da Doğu Anadolu’yu dolaşıp, tanımak için arkadaşlarım Ümit ve Maksude ile Elazığ, Bingöl, Tunceli ve Bayburt'ta kadınlarla anketler yapmıştık. Anket gizli düşükleri ortaya çıkarmayı amaçlıyordu, ama bazı yerlerde kendi ülkemizde, kadınlarla konuşabilmek için muhtarları rehber olarak kullanmak zorunda kalmıştık, kadınların çoğu okula gitmemişti ve sadece Kürtçe konuşuyorlardı.
Bir erkek aracıyla ne cevap verdiklerini ve anketin ne kadar geçerli olduğunu siz tahmin edersiniz, ama anlatmak istediğim anı, yine yaşla ilgiliydi. Tunceli'nin bir dağ köyünde, dört beş çocuk annesi, elleri, yüzü, ayakları güneşten ve tarlada çalışmaktan çatlamış bir kadının nüfus cüzdanını gördüğümde şok olmuştum, aynı yaştaydık.
O kadar yıpranmıştı ki, nerdeyse kendimden utanmıştım oysa ki ikimiz de yirmili yaşların başındaydık!
Floyd’dan Traore’ye?
Paris'te gündem ırkçılık karşı protestolar. Döndüğüm gün radyodan Fransız tenisçi Jo-Wilfried Tsonga maruz kaldığı ırkçılığı anlattığı röportajı duydum.
Jo-Wilfrid’in babası Kongo kökenli Fransız milli handball oyuncusu, annesi ise Fransız. Renginden ve isminden dolayı ayrımcılık yaşadığını söyleyerek Amerika'da Georges Floyd'un polis şiddeti sonucu ölümünden sonra Fransa'da da başlayan tartışmalara ve protestolara ses verdi.
Fransızların en sevdikleri kişi ilan ettikleri aktör Omar Sy'de 4 Haziran'da Obs dergisine verdiği demeçte “Uyanmalıyız. Ben 30 Mayıs'ta düzenlenen yürüyüşte (valiliğin yasakladığı) Georges Floyd için yürüdüm ama aklımda hep Adama Traore ve diğerleri vardı" dedi.
Adama Traoré’nin 2016’daki ölümünün ardından düzenlenen gösterilerden.
Fransa'da 2016'da yüzükoyun yere yatırılarak kelepçelenen ve "nefes alamıyorum" demesine rağmen üzerindeki üç jandarmanın kımıldamadığı ve bu olayın hemen ardından komaya girip, ölen Adama Traoré olayını örnek verdi:
"Adama Traoré'nin ve Georges Floyd'un ortak iki yönleri vardı, ikisi de siyahtı ve ikisi de cüsseliydi. Ve bir anda hayatları korkunç oldu. Ben de siyahım ve 1. 92 boyundayım, ben de onlara benziyorum, bu olay yarın benim başıma da gelebilir mi?Çocuklarımın başına, sizin çocuklarınızın başına?"
Sy herkesi uyanık ve hassas olamaya çağırdı, bu örneklere daha önce polis şiddeti altında ölen diğerlerinin isimlerini de ekledi. Her seferinde bu polislerin serbest bırakıldıklarına dikkati çekerek sistemin değişmesi gerektiğini adaletin herkes için birleşmesi gerektiğini söyledi. Aktör aynı zamanda sosyal medyada #RéveillonsNous diye bir imza kampanyası başlattı.
Omar Sy
Assa Traoré, Adama Traoré'nin kızkardeşi, 2016'da kardeşinin ölümünden beri Fransa'da polis şiddetine karşı kavganın yüzü oldu. Adama, 19 Temmuz 2016'da, jandarmanın kontrolü sırasında yere yüzükoyun yatırılıyor ve kımıldadığı iddiasıyla üç jandarma üzerine çöküyor, nefes alamıyorum demesine rağmen üzerine çullanmaya devam ediyorlar.
Assa Traoré’nin üzerindeki tişörtte “Adama için adalet” yazıyor.
Zorla arabaya bindirilen Adama’dan haber 45 dakika sonra alınıyor, ilk yardım ekipleri jandarma tarafından çağrıldığında sadece ölüm halini belirleyebiliyorlar, ve yapılan renimasyon manavraları yetersiz kalıyor.
Ölüm sebebi “asfiksi”, yani nefes alamayarak ölmek. Buna rağmen jandarmalar sorumlu bulunmuyor….Bu tarihten itibaren üç çocuğuna, geçirdiği Covid-19 enfeksiyonuna rağmen Assa'nın kavgası devam ediyor, 2 Haziran'daki en son karşı-uzman raporunda ölümün mekanik şartlarla ilgili boğulmadan olduğu belirlendi.
Aile davanın yeniden açılması ve jandarmaların cezalandırılması için savaşıyor. Yıllardır süren bu dava Georges Floyd'un öldürülmesiyle birlikte yeni bir boyut kazandı.
Cumartesi (6 Haziran) günü, onbinlerce kişi Covid-19'ka gelen gösteri yasağına rağmen "Floyd ve Traoré için adalet", "Adalet yoksa barışta yoktur" diye Paris'te, Lyon'da, Marsilya'da, Lille'de yürüdüler.
2 Haziran'da Paris Adalet Sarayı'nın önündeki yasaklanan toplantıda ise 30-40 bin kişi vardı. Yüzüstü yatırarak yere kapatmak metodu Newyork ve Los Angeles polisi de dahil bir çok polis için yasak! Tabi ki Floyd'da olduğu gibi gırtlağa basmak da ...
Hepinize şiddetten uzak bir hafta diliyorum. (ÇŞ/RT)