Norveçli ekspresyonist bir ressam olan Edward Munch'un 'Çığlık' tasvirinin bir dünya ikonu olması tesadüf değildi. Hayatımızdaki deneyimlere dokunduğu gibi resimdeki çığlık bizimle birlikte yankılanıyordu. Kelimelerden ve düşüncelerden uzakta o hepimizin bildiği hislerin bir aynası. 22 Temmuz 2011 Cuma gününden beri, 'Çığlık' ya da bilinen diğer adıyla 'Korku', Norveç'te ve sınırlarının ötesinde hissedilen ani bir şoku, güvensizliği ve kederi açıklıyor.
Norveç'te doğa dramatik. Tıpkı havası gibi. Ülkenin güneydoğu bölgesinde görmeye alışkın olduğumuz, vücudumuzu ve ruhumuzu ısıtan parlak günışığının aksine yağan Oslo'daki daha önce görülmemiş sağanak, yayılan tramvanın ve etkilerinin uğuldamasıydı. Ve günlerce de öyle devam etti.. Şimşek çakmaları ve gökgürültüleri, Cumartesi sabah erken saatlerindeki Oslo'da artık önceden oldukları gibi algılanamayacaktı. Hafızalar ateşli silahların tekrar ve tekrar ve tekrar yarattığı izlenimler ve duygularla birleşti. Saldırıdaki İskandinav tanrısı Thor, şoktaki bir milletin şiddetle çalkalanmış psikolojik durumunun yankılanma şekliydi.
Norveç'te biz modern zamanlarda daha önce hiç olmayan dehşetlerimizle yaşıyoruz. Ikiz kuleler saldırıları ve dünya çapındaki diğer vahşetlerin ilişkisi bizim küresel geçmişimizi yerel "şimdi"yle birleştiriyor. Ancak bu kez tepki ve kısıtlamanın gerektirdiği ani bir durumun ılımlılığıyla birlikte. Ani intikam, psikolojik alanda kolay yer bulamaz. Dahası, bu anlamsız bir tavır.
Çiçekler meydan okumaydı
Kelimeleri tek başlarına kapı eşiğinde gördüğümüzde onların dehşetiyle ve zalimliğiyle yüzleşmeye hazır değildik, uyandırılmış duygularımıza şifa olmadı. Millet, bilgi ve rehberlik için liderlerine döndü. Siyasetçiler, üst düzey polis memurları, medya ve travmada uzman profesyoneller karışıklık içinde bir düzen yaratmak için övgüye değer bir çaba harcadı. Sağ duyuları ve yol göstericileri sayesinde umut ve azmin beraber ayağa kalkabileceği şartları yarattılar. Norveç, bu en temel değerleri sayesinde saldırının üstesinde gelecektir.
Kelimelerini kaybetmiş ve sessiz kederleriyle vakur olan topluluk ritüellerde ferahlığı buldu. İlk ayinler her şeyden önce özel ve kişisel düşüncelere dalmak oldu. Çiçekler ve yakılan kandiller korkuya karşı bir meydan okumaydı. Pazar günü itibariyle halk, kamuoyunda karşılıklı saygı, anlayış ve tölerans çerçevesinde en marjinal kesimin bile kucaklandığı, yeni ve güçlenmiş bir ortak değerler, hassasiyet ve kararlılık temeli oluşturmak için çabalamaya hazırdı.
Geçiştirirsek, geleceğimiz kabusa döner
Biz Norveç vatandaşları hala tramvanın etkisindeyiz. Hükümet merkezimizin yıkıcı ölümcül bir etki yaratmak için bombalandığını gördük. 70'ten fazla genç aktivist öldü, onların soğukkanlılıkla öldürülmesinin nedeni siyasi görüşlerinden başka bir şey değildi. Bu tramvaların bir uyandırma çağrısının çınlaması olduğunu fark etmeliyiz. Bu tıpkı Munch'un resmindeki gibi özel bir ses. Bu bize "Bu nasıl olabildi? Hem de Norveç'in her yerinde?" diye çığlık attırıyor. Bu uyandırma alarmı son derece zor. Cevapları istemek bizi üzücü ve sıkıntılı ulusal gerçekliliklerle karşı karşıya getiriyor. Kendini yaratan pastoral Norveç'in, bizim görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz karanlık yanları vardı. Daha fazlasını görmeye zorlandık ve bir kabusla yüzleşmek için uyandırıldık. Cevap bulma ve buna uygun davranma süreçleri geçiştirilirse bunun sonucu geleceğimiz için kabus olur. Bu tüm dünyada olduğu gibi Norveç için de geçerli.
Travmadan uyanma alarmı sakin bir alarm değil, aksine yüksek bir çığlık. Bu travmaların ve kritik olayların gözardı edilen bir yönüdür. Ama bizim şimdi farkettiğimiz çığlığın yüksek ve uyumlu bir ses olduğu. Munch'un tuvalinden berraklık ve derin bir çağrı yayılır, " Sağduyunun uyuması canavarları yaratır."
Saldırgan ve onun düşüncelerini paylaşanlar, kendi dışlarındaki hayatlara saygı ve onların dışındaki kişilerin görüşlerine karşı tolerans göstermekteki başarısızlıklarına yol açan mantık, eylem ve haklı çıkarma çabalarını açığa vurdular. Hukuk süreci faillin ruh hali, suçluluk derecesi ve tanıyla ilgili klinik ve yasal tartışmaları doğuracaktır. Söylenenin unutulmasına yarayacak belki ama mahkeme salonunun dışında, günlük hayatımıza direk etkisi olan cevapları ararken ne olduğu gibi zor bir soruya işaret ettiği gibi uzman görüşü kamu oyununu yönlendirecek. Hepsinin yalnızca akıl hastası bir adamın davanışları olduğunu söylemek, krizi sterilize etmektir. Olay hakkındaki incelemeler deliliği varsaydıracak klinik nedenler sağlasa da bunu bu şekilde yapmak, riski uyandırma çağrımızı inkar etmemizdir.
Agresif tahammülsüzlük
Elbette Çığlık "aklın uykusunun" bu gibi krizlere yol açıyor olması düşüncesinin ötesinde değerlendirmelere de yol açtı. Bu duruma katkıda bulunan farklı faktörler değerlendirilirken Norveç'in on yıllardır göz ardı edilen yakın tarihindeki sağ şiddet, dirilttiği Neo-Nazi gruplar ve aşırı milliyetçiler tarafından açıkça dile getirilen agresif tahammülsüzlük göz önünde bulundurulmalı. İkinci Dünya Savaşı'na bağlı olarak geçmişte yaşanan emsaller de Quisling'i, idam edilmeden önce kitleleri faşizmin etrafında toplayan adamı, yaratan milliyetçi ruha dayanıyordu.
Fakat bu izansızca kendimizi ya da milliyetimizi eleştirmenin zamanı değil. Bunun bir ülkenin toplumsal başarıları ve materyal varlığı nedeniyle sürekli kendiyle övünerek çirkinleşmesi kadar yanlış bir tutum olduğu söylenir.
Gerçekler ne kadar acı, rahatsız edici, can sıkıcı olursa olsun bunları bilmek istememekle ilgili mirasımızdan alınacak dersler var. Bu görmezden gelme, engellenebileceğine inanmamız gereken tehlikeli ve zararlı bir sonucu getirdi. Yaşadıklarımızdan anlam çıkarmamızı sağlayan en önemli psikolojik yeterliliğimiz hafızayı böylesi reddetmemizle bizler suçun bir parçasıyız. Rahatsız edici hatıralarımızın önemini anlasaydık aklın ve düşüncenin değerini de daha çok gözetebilirdik; hafızamızı, yakın tarihimizin olumsuz yanlarının dönüşü, harap edici etkileriyle kendini yeniden inşa edişi karşısında kontrol altında tutmakta daha uyanık olabilirdik.
Kimisi layıkıyla uluslararası alanda da tanınan Norveçli psikologlar, ülkelerinde saygı görürler. Bu meslek çeşitliliğe, hoşgörüye ve dinamik tartışmalara dayanır. Bu kriz sürecinde hayatta kalanları, ailelerini ve bir ölçüde tüm ulusu destekleyen "psikolojik ilkyardım" olumlu etkiler yaratmış gibi görünüyorsa da, meslektaşlarımız travmanın ardından güncel erken müdahale rehberliğinde halk nezdinde etkin bir profil çizemediler. Şüphesiz ki, gelecekteki ihtiyaçları karşılamaya yönelik planlar ve sonuçların metodolojik değerlendirmeleri yapılıyor.
Sosyal bilimciler uzlaştı
Uzmanlıklarına ve kaynaklarının yeterliliğine rağmen sosyal bilimciler her nedense yaşananla daha uzlaşmış bir noktada duruyor. Güncel krizler gösteriyor ki toplumsal alandaki dinamik profesyonel tartışmalar istemsiz olarak bizi Norveç toplumunun endişe uyandırıcı dip akıntılarına karşı körleştirmiş. Oyun yazarı Henrik Ibsen süregelen durumdaki uzun gölgeyi ortaya koyuyor. Ardına saklandığımız cephenin gerisindeki gerçeklere işaret ediyor...
Norveç "The Wild Duck"ın (Vahşi Ördek) gösterildiği ulusal bir dayanılmaz acılar sahnesi oldu. Hepimiz kendimizi bu sahnede görüyoruz. Varsıllığımız bir bedelle geldi. Kaçınılmaz olarak, görmezden gelinen ahlaki dilemmalar yarattı, maddeciliğimiz hümanizmden, bir başkasıyla ilgilenmekten bizi uzaklaştırıyor, ulus duygumuz Norveçlilik, dışlama ve azınlık gruplara karşı tahammülsüzlükle bir arada bulunuyor. Ve içerideki açgözlülüğümüz, dışarıda adaletsizlik, yoksulluk ve ölüm doğuruyor. Şimdi biliyoruz ki; eğer bu zahmetli ulusal gerçekleri görmezden gelmeseydik daha iyisini yapabilirdik.
Bu travmayla gelen uyandırma çağrısı sadece Norveç ve vatandaşları için değil. Bu tüm dünya için. Böylesine şiddetle uyandırılmışken öz eleştirilerimiz ulusal sınırlarla kısıtlı kaması yeni bir trajedi doğurur. Çoğumuz ulusal krizlerimizin her nüvesinin daha geniş uluslararası ve küresel alanlarda etkiler yarattığını hissediyoruz. Şiddet dünyanın pek çok yerinde yerel bir hastalık, ve bu çok uzun zamandan beri böyle. Oslo ve Utøya'nın ardından dünya vatandaşları olarak sessizliğimizin bizi suça dahil ettiği iyice meydana çıktı. Bu yönde bir niyetimiz ya da titiz planlarımız olmasa da daha önce hiç düşünmediğimiz veya kabul edemeyeceğimiz şekilde bizlerin de eli kana bulanmış durumda. Bu anlamda tüm dünya Norveç üzerinde elle tutulur hale gelen kara bir bulutun altında yaşıyor. Kişisel olarak ben bunu kabul edilmesi zor bir nokta olarak görsem de dürüstlüğün daha iyi bir araç olacağını umut ediyorum.
Tüm bunlar Norveç'te olanların ardından olumlu kalıcı miraslar yaratabilir. Travmalarımız bizi doğrultur. Aklımız kış uykusundayken; dini, toplumsal ya da ırkçı köktenciliklerin gelişmesine elverişli şartların doğduğunu emsalsiz bir açıklıkla gördük. Sessizken hepimiz suçluyuz. (HG/BK/AS)
* İngiliz klinik psikolog Dr. Roderick J. Orner'ın kısaltılmış versiyonu "Norwegian Psychological Society" dergisinde yayınlanan yazısının orijinalini, Hazal Gürman ile Beyza Kural Türkçeye çevirdi.