"Kapının eşiğinde annesinin, çocuklarımızın gözleri önünde vurdular İmam'ı. Ahırdaydım o sırada. Kendimi suçluyorum hep. Keşke diyorum, yanında olsaydım da kurtarabilseydim."
Derman Boztaş'ın kocası 12 Eylül'ün ardından beş yıl cezaevinde kalmıştı. Evlilikleri, gözaltıların, cezaevlerinin, işkencelerin gölgesindeydi. 8 Mart 2004'te, Dünya Kadınlar Günü'nde eve gelen iki jandarma, bütün ailenin önünde eşi İmam'ı öldürdü.
90'lı yıllarda bu toprakların üzerine çöken karanlık toplumun gözünü kör etti. Toplu mezarların bir bir açılması da ışık yakmıyor, sorumluların hesap vermesine yetmiyor. Bırakın her zaman yapıldığı gibi birkaç "günah keçisinin" mahkeme önüne çıkarılmasını, çoğu zaman haber değeri bile taşımıyor jandarma çöplüklerinden insan kemikleri çıkması.
"Bir insanın ölümü trajedi, bir milyon insanın ölümü istatistiktir" sözüne inat, Saadet Yıldız eşi faili meçhul cinayete kurban gitmiş ya da "kaybedilmiş" kadınlarla konuştu; onları görünür kıldı.
Yıldız'ın hazırladığı "Ölü mü Denir Şimdi Onlara?" isimli kitapta, 12 kentten 52 kadınla yapılmış söyleşiler yer alıyor. Aile, toplum ve devlet terörüne maruz kalan ama yine de dayanan, dayanmaya çalışan kadınların öyküleri, karanlığa bir ışık tutuyor.
Yrd. Doç. Nazan Üstündağ, kitabın önsözünde Walter Benjamin'den şu alıntıyı yapıyor: "Modern insan felaketleri trajedi olarak değil, şok dalgaları şeklinde yaşar." Üstündağ, bilimin felaketleri istatiksel sayılara indirgediğini söylerken, kayıp hikayelerinin sadece olağanüstü durumu ifşa etmediğini, yaygın ve derin bir aldırmazlık duvarıyla mücadele etmek mecburiyetinde olduğunu da söylüyor.
Hannah Arendt de "Kötülüğün Sıradanlığı"nda düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını ya da sıradan insanın nasıl kolayca insanlık suçlarına ortak olabileceğini anlatıyor. Yıldız'ın kitabı da kötülüğün sıradanlaşmasına, sıradanın "kötüleşmesine" karşı duruyor.
"Sıra bize de gelecek"
Kendisi de "Beyaz Renault" ile gözaltına alınıp işkencelerden geçen Derman Tarancı o günlerde gazetecilik yaparken eşi Namık'ın "Sıra bize de gelecek" dediğini anlatıyor. Namık Tarancı 1992 yılında evinden bir sokak ötede vuruldu, failleri hala meçhul.
Diva Deniz'in kocası Ebubekir Deniz, 25 Ocak 2001'de Silopi Jandarma Karakolu'ndan çağrılmıştı, bir daha geri dönmedi. Kitapta şöyle anlatıyor acısını: "Küçük çocuğum babasının mezarını sorunca, kendisine gelişigüzel bir mezar gösteriyorum. Bazen başını alıp o mezara gidiyor. Çok üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor."
"Mağarada doğurdum, yavrum oracıkta öldü"
Irak sınırındaki Ortaklar köyü 23 Temmuz 1994'te yakıldı. Emine Çelik o gün sadece eşini değil, evini, köyünü, arkadaşlarını da kaybetti: "Yarbay Ali Çamurcu ile askerleri köyümüzü yakıp eşlerimizi götürünceye kadar bizim de bir hayatımız vardı. Yarbay hamile olmama aldırmadan karnımı acımasızca tekmeledi. Irak'a kaçarken mağarada doğurdum. Yavrum mosmordu, oracıkta öldü."
Halime Önen, 13 yaşında kaçarak evlendiği kocasının cenazesini yasak olmasına rağmen Nusaybin'e götürdüklerini anlatıyor: "Ağabeyim beni berdel vermek isteyince Şirin'e 'Kaçalım' dedim. On iki yaşındaydı. Kaçmıştık ama yolda 'Bana masal anlat' diye tutturmuştu. Sonra büyüdük, o siyasetle ilgilenmeye başladı. Gün geldi, parçalanmış cesedini kendi ellerimle gömdüm."
İrlandalı rock grubu U2'nun albümünde bahsettiği Liceli Fehmi Tosun hala kayıp. 25 Ekim 1995'te, oğlu Fehmi Tosun'a "Baba dönecek misin?" diye sordu, o da "Döneceğim" dedi. Ama sözünü tutmadı. Hanım Tosun o günü şöyle anlatıyor kitapta: "İri yarı adamlar Fehmi'yi zorla bir arabaya sokmaya çalışıyorlardı. Oğlum, ceketinden ve ayaklarından tutarak babasını götürmelerine engel olmak istiyor ama gücü yetmiyordu. Gördüğüm en son şey Fehmi'nin arabadan sarkan ayaklarıydı."
"Beş terörist öldürüldü"
Leyla Aybi: Silopi'nin Bilika köyünde yaşıyorduk. Devlet köyümüzü boşaltınca Damlarca köyüne göçtük. 12 Aralık 1993'te özel harekat timleri köyü bastı, eşimle birlikte beş kişiyi gözaltına aldılar. Aradan fazla zaman geçmemişti ki silah sesleri geldi. Dereye doğru koştuk, etraf askerden geçilmiyordu. Ne olduğunu sorduk, 'Beş terörist öldürüldü' dediler. Hepsinin köylü olduğunu söyledim. Küçük oğlum deredeki cesetleri görünce 'Baba' diye bağırmaya başladı, babasının cesedini görmüştü. Hepsini tarayarak öldürmüşlerdi. Öldürülenlerden bazılarının beyni, bazılarının da bağırsakları dışarıdaydı. Eşimin bağırsaklarını kendi ellerimle içeri sokarak, belimdeki puşiyle bağladım."
21 Kasım'da 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kızıltepe'deki evlerinin önünde vurularak öldürüldü. Uğur'u 13 kurşunla sırtından vuranlar serbest kaldı. Annesi Makbule Yılmaz: "Herkesin yüreği bir kez yandı ama benim iki kez. Yalnız kaldığımda evime ve çocuklarıma bakıp ağlıyorum. Ahmet geliyor aklıma, Uğur geliyor. Caminin önündeki o yan yana uzanmış halleri geliyor da aklıma, delireceğimi sanıyorum."
"Kızım babasının öldüğü gün doğdu"
BDP Milletvekili Pervin Buldan da o acıyı yaşayanlardan. Eşi Savaş, 3 Haziran 1994'te Ankara'daki Çınar Otel'den gözaltına alınıyor, giderken "Beni öldürecekler" diye bağırıyor. O gün kızı Zelal'e sekiz aylık hamile olan Pervin Buldan sonrasını şöyle anlatıyor: "Kızım babasının öldüğü gün doğdu. Biri ölürken, diğeri hayata gözlerini açıyordu. Yaşam ile ölüm arasındaki o ikilemi yaşamaktan kendimi bir türlü alamadım. Zelal'in doğum gününü hep daha sonraki günlerde kutladım."
"Öldürmenin bu kadar kolay olduğunu bilmiyordum"
Şemse Tekin'in kocası Murat, Mardin'in Savur ilçesindeki evlerinde öldürüldü: "Polis evi bastı. Eşimin adını sordu, 'Murat' deyince taramaya başladı. Gözlerimin önünde öldürdüler. O güne kadar insan öldürmenin bu kadar kolay ve saniyelik bir iş olduğunu bilmiyordum. Bunu görmek çok ağırdı. Eşimin beyni duvarlara sıçramıştı. Telsizle 'Bir terörist öldürdük' demişlerdi de, başka birinden söz ediyorlar sanmıştım."
Liceli Yusuf Ekinci, Ankara'da avukatlık yapıyordu. 25 Şubat 1994'te bürosundan eve dönerken kaçırıldı. Ertesi sabah cenazesi Gölbaşı'nda bulundu. 64 yaşındaki Ülkü Ekinci: "Yusuf sadece eşim değil, aynı zamanda ilk müvekkilimdi. Onu yemeğe beklediğim o son gün tarhana çorbası yapmıştım. Tam on altı yıldır bir daha tarhana çorbası yapmadım." (AS/EÖ)
* "Ölü mü Denir Şimdi Onlara?"
Hazırlayan: Saadet Yıldız
Aram Yayınları, Ocak 2011