Fotoğraf: Pixabay
Her insan ölümlüdür. Ölüm, er ya da geç herkesin başına gelen bir olgudur. Ölüm olmadan yaşam mümkün değildir. Hepimiz bir gün ölmeye mahkûm olduğumuzu biliyoruz. İçten içe hepimiz o gün ölümümüzün gözümüzün önünde olmasından korkarız.
Hayat boyunca, ölüm bize bir efsane gibi geliyor. Ölümün filmlerde gösterildiği kadar yüceltilmiş bir şey olmadığını anlıyoruz. Aslında hayatın her saniyesini yaşanmaya değer kılan ölümdür. Ölüm olmasaydı, yaşamaya değer bir hayat olmazdı.
İnsanlar, bazen ölümden korkar, bazen de sevdikleri öldüğünde üzülür. İnsanların hayata çok değer verdikleri ve ölümden sonrasını bilmedikleri için ölümden korkarlar.
Ölüm korkusu, bizi hayattaki güzel şeyleri görmeye ve deneyimlemeye iten şeydir. Çünkü ölümün kesin olduğunu ve her an üzerimize düşebileceğini biliyoruz. Öyleyse neden ölmeden önce dünyadaki tüm güzel şeyleri deneyimlemiyoruz?
Öldüğümüzde, ayrılan bedenimizdir. Bir insanın ruhu her zaman canlı kalır. Kıyafet gibi beden değiştirmeye devam ediyor. Bir insan ölür ölmez ona bir insan değil, bir beden dendiğini hiç fark ettiniz mi? Bunun nedeni, ruhunun bedenini terk etmesidir. Tabi ruh olmadan hayat mümkün değildir. Ruh, vücudumuzun yakıtı gibidir. Ruhsuz bedenimiz kan ve kemiklerden oluşan cansız bir yapıdan başka bir şey değildir.
Doğum sonrası
İnsanların neden doğum sonrası olaylar hakkında kıvranıp sızlandıklarını anlamıyorum. Ancak öldükten sonra başlarına gelenleri kontrol edemeyeceklerinin farkında değiller.
Şu anda yaşamak istedikleri hayat üzerinde bir dereceye kadar kontrolleri var. Bu yüzden dışarı çıkıp daha fazlasını keşfetmemiz gerekiyor. Hayatımızı, zaman dolmadan, hep yaşamak istediğiniz gibi yaşamalıyız.
Bu evrendeki varlığımız bir boşluktan gelmedi. Dünyanın tam anlamıyla tadını çıkarmak veya ona dalmak için yaratılmadı. Bilakis maddiyattan çok manevi işler için yaratıldı. Hayatımız aslen çok kısadır. Dünyaya zevki ve sonsuzluğu seven o içgüdüyü tatmin etmek için bu dünyada var olan her şeyi görmemiz mümkün değildir.
Ölüm bir yolculuktur
Ölüm bir yolculuktan başka bir şey değildir. Ama yolcunun alışık olduğu bir yolculuk da değildir: bavul hazırlamaz, kimlik çıkarıp göstermez, vize istemez ve gitmek için bir ulaşım aracını gerekli görmez. Aniden gelen bir yolculuktur. O an geldiği zaman, artık başkaları, yolcunun ihtiyaçlarını karşılayacaktır.
Ölüm çelişkilerin doruk noktasıdır, genel ve özeldir. Çünkü ölümün tüm insanları yakalayacağı kesindir. Ancak herkes kendi ölümüyle ölür ve hiç kimsenin bir başkasının yerine ölmeye hakkı yoktur.
Bu, dünyadaki hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçekliktir. Ertelenmesi imkansızdır. Her zaman hatırlanır ama unutulmak da istenir. Neticede ölüm, renk ve ırkları ne olursa olsun, yeryüzü insanları arasındaki en adil şeydir.
Nazım Hikmet, “Ölüme Dair” adlı şiirinde ölüm hakkında şu mısraları bize emanet etti:
“Bir eski Acem şairi:
"Ölüm âdildir" diyor,
"aynı haşmetle vurur şahı fakiri."
Ölüm bir ziyaretçidir
Ziyareti ölümle değiştirdiğimizi kimse inkar etmez. Ancak o bizi sadece bir kez ziyaret eder. Biz onunla birçok istasyonda buluşuruz. Gizlice evlerimizi ziyaret ettiğinde onunla karşılaşırız. Ailemizi, sevdiklerimizi ve dostlarımızı bizden koparır.
Ölümle her ziyaretinde tanışıyoruz. Şiirler, romanlar, tarihi anlatılar, filmler ve oyunların gölgesinde kalıyor. Kaybolmayan, kahramanlar arasındaki çatışmayı körükleyen, metinlerde ve masallarda sonsuz çelişki yaratan, olay örgüsünü geliştiren faildir.
Ölümün anlamı olarak yaşam
Ölüm acımasızdır, serttir, sonsuz bir keder kaynağıdır. İlk tepkimiz hayrettir. Şaşkın ve perişan duruma düşeriz. Yavaş yavaş, dehşet duygumuzu bir gizem duygusu takip eder. Birdenbire bütün bir hayat sır perdesine bürünür. Konuşmamız durur, anlayışımız başarısız olur. Ölümün varlığında sadece sessizlik ve bir huşu duygusu olur.
Ölüme bakışımız, yaşam anlayışımızdan etkilenir. Eğer hayat bir sürpriz, bir hediye, açıklamaya meydan okuyan bir hediye olarak algılanırsa, o zaman ölüm, hayatın temsil ettiği şeyin radikal, mutlak bir reddi olmaktan çıkar. Çünkü hem yaşam hem de ölüm daha büyük bir varlığın gizeminin ve yaradılışın gizeminin yönleridir. O halde ölüm, basitçe insanın sona ermesi değildir. Aynı zamanda bir başlangıca giriyor.
Ömer Hayyam’dan ölüme dair mısraları
Abbas Kiyarüstemi’nin “Rüzgar Bizi Sürükleyecek” filminde öyle güzel bir replik var ki hiç unutmam. Ömer Hayyam’ın, ölüm hakkında yazmış olduğu şu mısralar replikte geçiyor:
+ Evet ama daha kötüsü de var. Ölüm...
- Ölüm mü?
+ Evet, ölüm en kötüsüdür. İnsan, bu güzel dünyaya, tabiat harikalarına ve Allah’ın nimetlerine gözlerini kapadığı zaman bir daha hiç geri dönmeyecek demektir.
- Öbür dünyanın daha güzel olduğunu söylüyorlar.
+ Öbür dünyanın daha güzel olup olmadığını kim görüp geri dönmüş ki?
“Diyorlar ki hurili cennet güzeldir.
Ben diyorum ki, üzüm suyu ondan daha güzeldir.
Elinde olana sarıl, o boş vaatleri bırak.
Davulun bile sesi uzaktan güzeldir.
Elinde olana sarıl!”
(ÖÇ/EMK)