Türkiyedeki (olmayıp, azınlıkta kalanları tenzih ediyoruz !) gazetelerin, çoğunluğu, bu anlamda, okuyucularına, ister istemez, afyon şırıngalıyor, düşüncesindeyiz.
Tabiî, bu yapılırken «çok nedenden dolayı, morali düşmüş halkımızın, azıcık da olsa, moralini yükseltmek !» gibi, nedenler öne sürülecektir, tıpkı bağımlıların da, moral düşüklüğü içinde olmak için, çok nedene sahip kişiler olarak «azıcık» da olsa, «moral yükseltmek !» amacıyla uyuşturucu aldıklarını açıklamaları gibi !
Pekiyi o zaman, insanlara «geçici pembe rüyalar» satp, onları maddelere bağımlı kılan, böylece onların gün be gün «düşüş»leri sayesinde, paralar (veya rating !) kazanan, uyuşturucu madde satıcılarıyla okuyucularına, bilinen haber ve manşetleri satan, biz gazetecilerin farkı ne ?
Dün Verhaugenin, APnin, Bushun, sonra İlham Aliyevin ve şimdi de Jacques Chiracın (örnekler çok !) söylemediği, ancak bizlerin «söylenmesini çok istedigimiz !» söz ve ifadeleri, sanki söylenmiş ve ifade edilmiş gibi, manşetler çekerek, yaptığımız haberler sonunda işte tıpkı bir uyuşturucu bağımlısının düştüğü durumdaki gibi, hepimiz sersemleşiyor ve sonuçta insanlara karşı hırçınlaşıyor ve düşmanlaşıyoruz.
Bu (hadi « yalan ! » demeyelim) «yanlış» haber sonucu, kamuoyunda sağlıksız bir beklenti doğmaktadır. Bir süre sonra, beklentilerin tersi sonuç, mutlaka ortaya çıkınca, Verhaugen, Aliyev, Chirac, AB v.s, Türk kamuoyu gözünde «yalancı», «güvenilmez» telakki edilmekte ve sonuçta da, onlara karşı «düşman» olunmaktadır !
İnsanımızın bilinç altında yavaşça : «kendisine sürekli yalan konuşulan, ciddiye bile alınmayan, dalga geçilen, sürekli aldatılmaya lâyık bir toplumun üyesi olduğu !» sanısı yerleşmektedir. Halbuki, kesinlikle böyle bir şey mevzubahis değildir !
Aşağılandığını zanneden kişi ve toplumlar, ya çaresizlikten intihar eder ya hırçınca saldırırlar ya da ...(bunu yapabilmek için asgâri bir entellektüel alt yapı şarttır) durumu anlayabilmek için, soğukkanlı, analitik bir araştırma yapmaya çalışırlar.
Sonuncusunun, kendimizi aldatmayalım, sadece bizde degil, başka toplumlarda da, en zor, en az ragbet gören seçenek oldugunu, kabul etmeliyiz. İdeal olan tabiî ki budur !
Birincisi, artık savunma nedeni bile kalmayıp, her seyin hiçleştiği, çok görülmese de, karşılaşılan bir seçenektir.
Ancak, en çok ve en kolay karşılaşılan, işte şu ikinci seçenektir Bu seçenekte, hiç, ama hiç kimse : «Yahu, öyle iddia edildigi gibi, sözler söylemiş, sözler vermis, ifadelerde bulunmuş, birisi, falan yok ! Bunlar, bize, gün boyunca, haber diye satanların, asıl yalanı !» diyememektedir. Herkes, azıyla çoğuyla bir rantın peşindedir çünkü ! Ama, işte birilerinin demesi gerekiyor !
Dikkatle izledik, Türkiyedeki gazetelerin çoğu : «Chirac, Türkiyenin ABye girmesi için, Ermeni Soykırımını tanıması şart değildir !» diye bir söz ettiğini, resmen yazdılar, çizdiler, kelimesi kelimesine, birbirlerinden kopya ederek yayınladılar.
Yarın, büyük bir ihtimalle, Chiracın : «Ne münasebet ?» diyeceği bir durum hasıl olduğunda, aynı gazeteler «Mösyö dediğini unuttun mu ?» ya da «Chirac yine Fransız kaldı !» vb. «özel» manşetlerle, sanki Chirac daha önce söylediğini yalanlıyor ve biz de buna, (haklı) tepki veriyormuşuz gibi, yorumlarla, okuyucularını besleyeceklerdir...
Görevimiz gereği, bizzat Elysée Sarayındaydık, salt tüm konuşmaların kaydını değil, Sarayın bizzat kendi memurları tarafından, Cumhurbaşkanı Chiraca sorulan soru ve cevaplarını da, çözüp kâğıda geçirilen metni de, elimizde bulunduruyoruz.
İşte size, ne Türk, ne de Ermeni kökenli, sadece Musevi bir gazetecinin sorduğu bir soruyu (olduğu gibi) sunuyoruz :«Meur. le Président, l'Allemagne et la France ont fait leur devoir de mémoire en ce qui concerne la shoah.Vous-même, vous avez reconnu la responsabilité de la France dans la déportation des juifs. Est-ce que la reconnaissance du génocide arménien par la TR ne doit pas être l'une des conditions préalables à son éventuelle entrée dans l'Union ?»
Türkçesi şöyle : «Bay Başkan, Almanya ve Fransa, Shoah konusunda, bellek görevini yerine getirdiler. Bizzat siz, Musevilerin tehcirinde, Fransanın sorumluluğunu kabul ettiniz. Acaba, Ermeni Soykırımının Türkiye tarafından tanınması, onun ABne girişi için, öne sürülmesi gereken, ön koşullardan birisi olmamalı mıdır ?»
Chiracın, kelimesi kelimesine, Fransızca yanıtı : «C'est un problème qui concerne les relations entre la Turquie et l'Arménie. J'observe avec satisfaction qu'il y a, dans ce domaine, une évolution positive et je m'en réjouis. On ne peut pas non plus, sur le plan bilatéral, juger de tout l'avenir en fonction exclusivement du passé.»
Türkçesi şöyle: «Bu, Türkiye Ermenistan ilişkilerini ilgilendiren bir konu. Bu alanda, olumlu gelişmenin olduğunu, tatminkâr şekilde gözlemliyor, bundan haz alıyorum. Öte yandan, iki taraflı planlarda, tüm geleceğin yargısı, salt geçmiş üzerinden yapılamaz !»
«Bu sözleri söyleyen Chirac, aslında soykırımım tanınması şart değildir !demek istemiştir» diyerek, kendi kendimize, gelin güvey olur gibi, yorumlar yaparak, bunları gerçek haberlermiş gibi, kitlelere sunma sonucu hastalaşan toplum içerisinde, bizzat öz çocuklarımızın, torunlarımızın, hatta kendimizin olduğunu da hatırlatmakta yarar var !(RAH/EK)