Meksika-ABD sınırında bekleyen sığınmacılar. (Foto: AA)
"Avrupa Birliği (AB) bağlamında geleneksel egemenlik kavramının ortadan kalktığına ilişkin hayli ilginç bir literatür var.
"Fakat AB örneğine sınır ve sınır kontrolleri meselesi üzerinden baktığımız zaman, geleneksel egemenliğin sınırlar ve tüm o çeşitli teçhizatıyla birlikte adeta intikam alırcasına geri döndüğünü görüyoruz... Sınırların nasıl askerileştirildiğine ve mültecilere nasıl muamele ettiklerine baktığınızda, o eski canavarın, Leviathan'ın başını tekrar kaldırdığını görüyorsunuz."
Siyaset bilimci Şeyla Benhabib, Bilim Akademisi Yılın Konferansı 2022'de Thomas Hobbes'un Leviathan'ından günümüze egemenlik kavramını ele aldığı konuşmasının ardından uluslarüstü kurumlar bağlamında egemenlik kavramına ilişkin bir soruyu özetle böyle yanıtlamıştı.
Söz konusu mülteciler ve sığınmacılar olduğunda AB'nin benimsediğini ve savunduğunu söylemeyi pek sevdiği değerleri bir çırpıda elinin tersiyle itiverdiğini görmek sanırım hiçbirimiz için artık şaşırtıcı değil.
AB ve Türkiye'nin 18 Mart 2016'da imzaladığı "Göçmen Mutabakatı", AB'nin dış sınırlarının yönetiminden sorumlu Frontex'in açık denizlerde yaptıkları ve göz yumdukları, AB ülkelerinin denizden kurtardığı mültecileri taşıyan, sivil toplum kuruluşlarına ait gemileri ve beraberinde getirdikleri insanları limanlarına ve topraklarına almamak için yaptıkları hepimizin malumu.
Evet, görünüşe bakılırsa, belki de hiç ortadan kaybolmamış olan o canavar, Leviathan, yattığı yerden başını kaldırıyor ve aslında en başından beri orada olduğunu, hiçbir yere gitmediğini bize hatırlatıyor.
Üstelik dünyaya baktığımızda gördüğümüz tablo da AB dışındaki ülkelerin, hatta aynı ülkedeki eyaletlerin bile söz konusu savaştan ve zulümden kaçan, daha iyi bir hayat için hayatını tehlikeye atan insanlar olduğunda sözümona egemenliklerinin ve sınırlarının yılmaz bekçileri oluverdiğini, yaptıklarının ise insan onuruna yaraşır bir muameleden çok uzak olabildiğini gösteriyor.
Tıpkı mültecileri rızaları olmadan bir ülke veya eyaletten bir başka yere gönderme hakkını kendinde görenlerin yaptığı gibi...
Kurtarma gemileri ve İtalya'nın sağ hükümeti
İtalya'da Eylül 2022'de yapılan genel seçimlerden Georgia Meloni liderliğindeki aşırı sağcı İtalya'nın Kardeşleri partisinin birinci parti olarak çıkması ve ardından kurulan sağ koalisyon hükümeti, ister istemez "Faşizm İtalya'ya geri mi dönüyor?" sorusunu beraberinde getirmişti.
Siyaset bilimciler ve yorumcular bu soruyu tartışadursun, sağ popülist bir hükümetin mülteci ve sığınmacılar için ne anlama gelebileceğini Meloni'nin başbakanlığındaki hükümet çoktan göstermeye başladı.
Daha önce de denizden kurtardığı mültecileri taşıyan STK'lere ait gemileri başka ülkelerin limanlarına ya da kendi sınırları içindeki uzak limanlara yönlendirme yoluna giden İtalya hükümeti, limanlarına yanaşan kurtarma gemilerine ilişkin yeni bir kararname çıkarttı.
Buna göre, gemiler bir kurtarma operasyonunun ardından doğrudan kendilerine gösterilen limanlara gidecek ve başka acil durum çağrılarına yanıt veremeyecek. Gemilerin kurtardıkları kişileri başka bir gemiye aktarması da yasak olacak. Gemilerin getirdiği kişiler ise kendilerini getiren gemi hangi ülkenin bandırasını taşıyorsa o ülkede sığınma başvurusu yapabilecek.
Bu üç kurala uymayan STK'ler ise 50 bin Euro'ya kadar para cezasına çarptırılabilecek, kurtarma gemilerinin iki aya kadar limana demirlemesi istenebilecek, hatta gemilerine kesin olarak el konulabilecek.
Diğer bir deyişle, İtalya hükümeti, her ne kadar seçim döneminde verdiği "limanları kapatma" taahhüdünden geri adım atmış gibi görünse de topraklarına sığınan insanların sorumluluğunu ve nihayetinde insanların kendisini başka ülkelere havale edecekmiş gibi görünüyor.
Birleşik Krallık'ın "dünyaya örnek olan" Ruanda planı
Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılmasını (Brexit) destekleyenlerin en sık dillendirdiği "avantajlar" ve şikayetlerin başında ülkenin "egemenliğini geri alacak" olması ve AB'nin "çok fazla göçmen alıyor" olması geliyordu.
Ülkenin AB'den resmen ayrılmasının üzerinden yıllar geçti, yıllar içinde köprünün altından çok sular aktı, ülkenin başına "benden sonra tufan" diyen Muhafazakar Parti liderleri gelip gitti ama günün sonunda bize kalan, ülkedeki göçmenleri Ruanda'ya gönderme planı oldu.
Hükümetin ülkeye gelen bazı sığınmacıları iltica başvurularını değerlendirmeden Doğu Afrika ülkesi Ruanda'ya gönderme planına karşı açılan davayı karara bağlayan Yüksek Mahkeme, 19 Aralık 2022 tarihli kararıyla planın "hukuka uygun" olduğuna hükmetti.
Mahkeme kararını değerlendiren İçişleri Bakanı Suella Braverman, hükümetin Ruanda planını uygulama konusunda kararlı olduğunu söyledi. Yardımcısı Robert Jenrick'e göre ise Birleşik Krallık ve Ruanda arasındaki 120 milyon sterlinlik anlaşma "dünyaya örnek olmuştu."
Ülkedeki gazeteci ve köşe yazarları planın "derinden utanç verici" ve "ahlaksız" olduğunu söyleyedursun, Jenrick maalesef haklıydı.
Çünkü Birleşik Krallık'ın Ruanda ile anlaşma imzaladığı günlerde dönemin Danimarka hükümeti de ülkedeki sığınmacıların Ruanda'ya gönderilmesi için temaslarda bulunduklarını açıklamış, bu kapsamda Ruanda'nın başkenti Kigali'de bir sığınma ofisi açılacağı haberleri basına yansımıştı.
ABD'de göçmenler üzerinden "siyasi mesaj"
Özellikle Avrupa ülkelerinin evrensel değerlerin temsilciliğini ve savunuculuğunu yaptıkları iddiasını bir kenara bırakarak hak ihlalleri konusunda da "örnek" olduklarını böyle pervasızca gösterip söylemeleri dürüstlük ve şeffaflık adına - neyle karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlayabilmemiz için - olumlu bir gelişme olarak bile değerlendirilebilir belki.
Öte yandan, benzer bir planın okyanus ötesinde, ABD'de de hayata geçiriliyor olduğunu görmek, mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin siyasi amaçlar uğruna nesneleştirilmesinin hangi boyutlara varabildiğine şahit olmak, yılgınlık ve dehşetle karışık bir öfke duygusu uyandırıyor.
24 Aralık 2022 akşamı... Yer, başkent Washington. Daha doğrusu, ABD'nin Demokrat Partili Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in evinin yakınları... Hava neredeyse eksi 20 derece. Çünkü, ülke, "nesilde bir kez görülebilecek" kutup soğuklarının etkisi altında.
Üç otobüs ve normal şartlarda dışarı çıkmak için bile iki kere düşüneceğiniz bir havada incecik battaniyelere sarınmış 130 insan, 130 göçmen...
The New York Times'ın haberine göre, Demokrat Partili Başkan Joe Biden'ın göç ve sınır politikalarını eleştiren Cumhuriyetçi Teksas Valisi Greg Abbott, hem "göç yükünü hafifletmek" hem de Demokratların idaresinde olan şehir ve eyaletlere "siyasi bir mesaj" göndermek için Meksika sınırını geçerek Teksas'a gelen göçmenleri otobüslerle Washington'a gönderdi.
Abbott yönetimindeki Teksas Valiliği, daha önce de çoğu Venezuelalı 49 göçmeni bir uçakla Massachusetts'e göndermişti.
Yani, bu ilk değildi. Ve görünen o ki son da olmayacaktı.
Haklar, ihlaller, yükümlülükler
"Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulünü talep etme ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görme hakkına sahiptir." Bunu ben değil, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 14/1. maddesi söylüyor. 5. madde ise şöyle diyor: "Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz."
Diğer bir deyişle, bildirgeye taraf olan devletlerin - deyim yerindeyse - "o eski canavarın, Leviathan'ın" karşısında kişilerin sığınma hakkını ve insan onuruna yaraşır muamele hakkını koruması gerekiyor.
Türkiye'den Avrupa'ya, Avrupa'dan ABD'ye gördüğümüz tablo ise mevcut durumun bundan çok uzakta olduğunu gösteriyor.
Popülist siyasetçilerin enflasyon ve işsizlik gibi bir dizi zorluğun herkesi etkilediği bir dönemde toplumda var olan - ya da var olmasını istedikleri - göçmen karşıtlığını adeta siyasi bir araç gibi kullanmaları ise kişilerin can ve mal güvenliğine büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor.
Belki de burada Şeyla Benhabib'den alıntı yaparak başladığımız yazıyı İranlı-ABD'li yazar Dina Nayeri'den bir alıntıyla noktalamalı:
"Tehlikedeki bir insan kapıyı çaldığında kapıyı açmak, daha güvenli bir odada doğmuş her insanın yükümlülüğüdür." (SD)