Füsun Erdoğan'ın iletişim yasağı dönemi boyunca yayınlayamadığımız mektuplarını dizi olarak yayınlıyoruz.
* * *
Bugün 20 Ekim...
Günlerden Cumartesi.
İki aylık iletişim cezam devam etse de, sonradan yayımlanmak üzere göndereceğim "görülmüştür" damgalı Cumartesi Yazıları'nı aksatmadan, gününde yazmaya dikkat ediyorum.
İçinden geçmekte olduğum şu kasvetli, karanlık günlerde 20 Ekim'in Cumartesi'ne denk gelmesi iyi oldu.
Güne yazdan kalma, masmavi gökyüzünde oynaşan sarı-sıcak gün ışıklarıyla başlayınca; anında yıllar öncesine gidiverdim.
Anlayacağınız bugün her şey benim için buram buram 20 Ekim kokuyor.
Anılar denizinde kulaç atarken kendimi kâh Karaköy iskelesinde Martı çığlıklarını dinlerken, sabırsız bir bekleyiş içinde.
Kâh Galata Köprüsü'nü mutlu ama koşar adımlarla geçerken buluyorum.
Evet, evet!
Bugün her şey 20 Ekim...
Her şey İstanbul kokuyor.
Koğuşun üst kat penceresinden havalandırmayı, NATO tellerinin kuşattığı bir avuç gökyüzünü seyrediyorum.
Sonbaharın hüznüyle birleşen özlemlerim, tutsaklığın farklı bir halini yaşamak zorunda bırakılmış olmanın öfkesiyle, 20 Ekim kokan bu günümde, bir başka hüzünle donattı yüreğim.
Yalnızlığımı ajandamın sayfalarında dolaşıp, anılar okyanusunda kulaç atarak gidermek istedim.
Yolu hapishanelerden geçenler iyi bilir.
Tutsakların büyük çoğunluğu defter tutar.
Kimi şiirler, marşlar, türküler yazar defterine.
Kimi kendi ürettiklerini ve mektup arkadaşlarının dizelerini...
Kimileri de anılarını.
Benim defterimde ise, hoşuma giden şiirler, ömrümün mektuplarından pasajlar ve dizeler yazılı.
Bazen kendimle baş başa kalmak istediğimde, ranzama çekilip, defterimin sayfalarından dolaşıyorum.
Anılarımı yadedip, geleceğe dair düşler kuruyorum.
Buralarda biriken özlemlerin "giderilmesi"nin biricik yolu görüş günleri, haftada 10 dakikalık telefonla görüşme ve mektup almak olsa da.
Bunların hepsinin elinizden alındığı koşullarda; eski mektuplara başvurmak, şiir okumak tek seçeneğiniz olabiliyor.
Haziran sonundan beri bir anda, yeni bir polis komplosu nedeniyle ömrüm aranır duruma düşürülünce...
Haksız, polis baskısıyla alınmış bir tutuklama kararının hapishanede iddianamenin açıklanmasını bekleme yerine, sonucu dışarıda beklemeyi seçince.
Tek seçeneğim "görülmüştür" damgalı eski mektuplar oldu!
Bu defteri tutmaya başladığımda, bir gün böyle bir nedenden dolayı deftere ihtiyaç duyacağım aklımın ucundan bile geçmemişti.
Ömrümün yazdığı şiirler, mektuplarından pasajlar derli toplu olsun, elimin adlında bulunsun istemiştim.
Çünkü ayda bir kez bir saat açık görüş, ayarlayıp gelebilirse bir kez de kapalı görüş yapmak, haftada bir ya da iki mektup almak yılların biriktirdiği özlemimi nasıl gidersin ki?
Daha görüşe giderken zamanın kısalığının verdiği basınç ve stres sayesinde; görüş biter bitmez, koğuşa doğru maltayı adımlarken birikmiş özlemlere yenisini ekleyince.
Hakikaten dönüp dönüp eski mektupları okuma, anılar diyarında dolaşma ihtiyacı duyuyorsunuz.
En azından ben böyle yaşadım, yaşıyorum.
Hal böyle olunca, görüşsüz ve mektupsuz, ömründen, sevdiceğimden hiçbir haber alamadan mapusluğu yaşamak payıma düşünce.
İkimiz yeşil erik dalının mektuplarından defterime geçirdiğim pasajları, şiirleri daha fazla okuma ihtiyacı duyuyorum.
Bir de kişisel tarihimizden özel günler ve anılar eşliğinde ayaklanan özlemlerim beynimin bütün kıvrımlarını tıka basa doldurunca.
İşte o zaman defterim imdadıma yetişiyor.
Bugün 20 Ekim!
Be böyle günde yalnızım ya!
Koğuşdaşlarım, sevgili arkadaşlarımın ilgi ve şefkatlerini yadsımaksızın yalnızlığımı ömrümle paylaşmak istedim.
Defterimin sayfalarındaki yolculuğuma sizleri de ortak etmeyi planlıyordum.
Ancak öyle bir dalmışım ki defterin sayfalarına.
Xece hızla yanıma gelip acilen aşağı inmemi söylediğinde kendime geldim.
O telaşla indim aşağıya.
Merdivenin son basamağına ulaştığımda, arkadaşların topluca söylediği Onur Akın'ın "Seviyorum seni" şarkısını duyunca jetonum düştü.
Böyle bir anda beni bekleyen sürprizle karşılaşınca; yoğun bir duygu seliyle kendimi arkadaşlarımın kollarına bıraktım.
Özel günler hapishanelerde çok farklı yaşanır.
Her bir koğuşdaşın emeğiyle, sevgisiyle dolar tüm koğuş/hücre...
En zor olanı da, daracık bir mekânda sürpriz yapılacak kişiye çaktırmadan işlerini kotarılmasıdır.
Herkes zulasında özel günler için sakladığı ufak-tefek süs eşyalarını, en güzel kartlarını çıkarır.
Renkli kâğıtlara yapıştırılan kartlara yazılır dilekler.
Yemekhanede hazırlanmış masanın etrafına dizilince verilir zarflar.
Bu defa da öyle oldu.
Sarılıp, kucaklaşmalar "nice 20 Ekimlere" dileklerinin ardından oturduğumuzda; elime tutuşturuldu zarflar.
O esnada yarım kalan Cumartesi yazım düştü aklıma.
Vişne reçeliyle renklendirilmiş limonata bardaklarımızı "20 Ekim'e, bize ve aşka" kaldırırken ömrücanın kulağıma fısıldadığı dizelerle bitmeli bu yazı diye içimden geçirdim.
"Şafakları / Granit taşlar keser / Şiir işçileri / Çiçek açar / Alev kızılı sözcükler / Gelincik kentler vurur yollara / 20 Ekim / Gülümser sonbahara / kente / sırılsıklam / Aşk düşer / Firar eder İstanbul" (İbrahim Çiçek, Gebze Kasım 2009)
* Füsun Erdoğan, 20 Ekim 2012, Gebze Kadın Hapishanesi