Tren istasyonlarında, erotik film gösteren sinemalarda, şehir parklarında, tesislerin kuşatmadığı plaj ve kaplıcalarda eşcinselliğin gizli bir hoyratlıkla yaşandığı dönemler sona ermiş gibi görünüyor.
Yeni nesiller geyliklerini belirli bir rahatlıkla ilan edebildikleri gibi sanal ortamdan yararlanarak çok daha pratik çözümlerle cinsel hayatlarını idame ettirebiliyorlar ne de olsa. Fakat homoseksüelliğin pedofiliyle karıştırılabildiği homofobik İtalya'da vaziyet sanıldığının aksine, hala parlak değil.
Dinin baskısı bir yana, ataerkil toplumun muhafazakar yapısı eşcinselleri yıllar boyunca güdülerini kaçamaklarla yaşamaya iterken ülkenin yetkin sinemacılarından 1945 doğumlu Gianni Amelio, belki yoksul ve tutucu Calabria bölgesinden geldiği için homoseksüel olduğunu ancak bu sene resmen açıklayabildi. Türlü türlü cinsel tecrübeyi yaşamaktan imtina etmediği için kendisine panseksüel de diyen 69 yaşındaki Amelio bu sene yapılan 64.Berlin Film Festivaline Ne Mutlu Farklıyım Diyene (Felice chi e' diverso/Happy to be different) adlı belgeseliyle katılmıştı. Faşist dönemden günümüze, İtalya'daki erkek eşcinsellerin maruz kaldığı muameleleri teşhir eden yapım tüm Akdeniz ülkelerinde benzer dinamiklerin geçerli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Mutaassıp İtalya
Ülkenin resmî medya kuruluşu Rai Cinema'nın desteğiyle çekilip dağıtımı Rai Trade tarafından yapılan 93 dakikalık belgesel, Istituto Cinema Cinecittà damgasını taşıyor. Faşist rejimin propaganda filmleri dahil olmak üzere çeşitli dönem çekimleriyle güçlendirilmiş olan yapım değerli tanıklıklarla muhafazakar siyasetçilerin ve toplumun ikiyüzlülüğünü de teşhir ediyor.
Kaslı erkek vücudunu yücelten heykellerle İtalya'yı donatan Benito Mussolini eşcinselleri kastederek "Meyve vermeyen ağaç kesilir" dediği gibi Favignana ve Ustica adasını eşcinsellerin sürgün edilip zorla çalıştırıldığı birer zindana çeviriyordu.
Belgeselde Hıristiyan Demokratlarla ilgili çeşitli itiraflarda bulunan bir kişi ise ülkeyi laiklikten uzak yöntemlerle yıllarca yöneten Giulio Andreotti için biseksüel tanımını kullanmaktan geri durmuyor. Bu arada tutucu basının zorlamasıyla Hıristiyan Demokrat bakanlardan Fiorentino Sullo'nun eşcinsellik damgası yememek için evlenmesine rağmen göstermelik nikahıyla yine aynı medya kuruluşlarının soytarısı haline gelmekten de kurtulamadığına şahit oluyoruz.
Eşcinselliğin nispeten kabul gördüğü kültür ve sanat dünyası da, birleşip belki yeterince mücadele etmediği için aynı basının hedefi haline geliyor, eşcinselliğini saklamayan yönetmen Pier Paolo Pasolini'nin aleyhinde adeta bir linç kampanyası yürütülüyor. Çok sonra milli değer kabul edilecek olan şair-sinemacı adeta lanetleniyor ve aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen hunharca katledilmesinin arkasındaki gizli güçler ortaya çıkarılamıyor.
Belgeselde İKSV'nin davetlisi olarak birkaç sene önce İstanbul Festivaline katılan aktör Ninetto Davoli, Pasolini'yle tanıştıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini ustasına minnetle ifade ediyor.
Katolik olmanın zorluğu
İtalya'da eşcinseller yıllarca kliniklerde "tedavi" edilmeye çalışıldı, kendi cinsine ilgi duyan oğlanlar aileleri tarafından kadınlarla seks yapmaya zorlandı, akıl hastanelerine kapatılıp elektroşoklara ve lobotomilere tabi tutuldular; AIDS'in patlamasıyla heteroseksüel refleksli toplum gerildi, eşcinseller Katoliklerin sağlıklı ve steril hayatlarına tehdit olarak algılandı, adeta Orta Çağ'a dönüldü.
O dönemin tanıklarından biri çamaşırhanede eşcinsellerin çamaşırlarının diğerlerinkinden ayrı yıkanmaya başlandığını anlatırken Sodom ve Gomorra'nın lanetinin İtalya toplumunda adeta hortlatıldığını hatırlıyor.
Gözü yaşlı bir anne oğlunun küçükken silahlarla oynamamasını barışçıl yapısına yorduğunu, büyüdükçe eşcinselliğe meylederken üst tabakadan değil de fakir bir kesimden oldukları için zor bir hayatı olacağını, daima ezileceğini tahmin ettiğini belirtiyor. Söyleşi yapılan yaşlı eşcinseller gençliklerinde meseleden söz bile edilemediğini, homoseksüel kelimesini ağızlarına alamadıklarını, özellikle babalarına konuyu açmalarının mevzubahis bile olmadığını anlatıyorlar. Kendi cinslerine olan ilgiden ebeveynlerinin haberdar olduğu durumlarda annelerin genelde anlayışlı olup oğullarını koruduklarını, babaların ise beklentilerinin aksine davranan çocuklarını aşağıladıklarını hatırlıyorlar. Bir tanesi babasına balet olmak istediğini söylediğinde bunun bir kız mesleği olduğundan ona uygun olmadığı, tarla sürmesi gerektiği cevabıyla niyetinden vazgeçirildiğini anımsıyor. Bir diğeri babası eşcinselliğini keşfettiğinde onu ahırdaki atın sırtında iki gün, iki gece bağlı tuttuğunu, akabinde annesi tarafından kurtarıldığını ve bir daha eve dönmediğini hatırlıyor. Kendisiyle röportaj yapılan bir diğer kişi ise erkeklerin bulunduğu bir ortamda eşcinselliğin de mutlaka var olduğunu belirtiyor.
Napolili bir eşcinsel bazıları alaycı veya küçümseyici olsa da, gey teriminin ABD'den ithal edildiği döneme kadar halk diline yerleşmiş olan eski terimlerin çok daha neşeli, hatta sevecen olduğunu, gey teriminin mutfaklarda kullanılan floresan lambalarının ışığı gibi her şeyi tekdüze hale getirdiğini, bir çimento örtüsü gibi tüm nüansları örttüğünü ve anlamsızlaştırdığını teessüfle ifade ediyor.
Belgeselin adına ilham veren şair Sandro Penna'nın dediği gibi Gianni Amelio da "Sadece cinsel farklılığına takılıp kalma, çünkü bu durum hayatını senden alıp götürebilir" cümlesini düstur haline getirin, diyor.
Günümüzde eşcinselliğin toplum tarafından nispeten kabul görüp uluorta yaşanabildiğini belirten bir diğer yaşlı tanık o saklı dünyalarından çıkmak istemediklerini, o zamanlar belirli kodlar içinde cinselliklerini rahatça yaşadıklarını hüzünle anımsıyor; Osmanlı geleneğinin kalıntılarından mesela hamam kültürünün aynı işlevi görmediğini kim iddia edebilir ki?
"…Gizli münasebetlerin, insanın karşısına aniden çıkan fırsatları oracıkta değerlendirmenin, yaşanan zevk dolu dakikaların verdiği tatmin duygusuyla günün sıradan faaliyetlerine, kimselere bir şey çaktırmadan dönmenin heyecanı, her akşam aynı kişiyle yatmanın monotonluğundan üstün sayılmaz mı?..."
"…Çocuk mükemmel doğar, yanlış olan toplumdur derdi Rousseau meraklısı annem…"
Nostalji
Filmin afişinde Jean Cocteau'nun bir çizimi kullanılmış, müziklerde Ennio Morricone, Nino Rota, Fabrizio de Andrè gibi saygın müzisyenlerin adlarını görüyoruz. Bestesi Domenico Modugno'ya, sözleri Pasolini'ye ait Che cosa sono le nuvole? (Bulutlar nedir?) adlı şarkıda Modugno'nun içli sesi nostaljik duygularımızı kabartıyor, bu bağlamda Umberto Bindi ve Caterina Valente'yi de unutmamak lazım.
Mario Monicelli'nin Il Sorpasso adlı filminde genç Vittorio Gassman maço görüntüsünden güç alarak bir eşcinseli küçümsüyor, Vittorio de Sica'nın Ieri, Oggi, Domani'sinde Sophia Loren, Marcello Mastroianni'nin canlandırdığı karakterlerden birini aşağılamak için arkasından "İBNEEE" diye bağırıyor.
İtalya'nın en sevilen televizyon yıldızlarından, 2010 yılında vefat eden Raimondo Vianello'nun hafiften efemine bir karakteri canlandırdığı ve çekildiği 60'lı yıllarda Rai'de sansüre takılıp gösterilemeyen bir skeçi de dikkat çekici.
Memleketin en saygın sanatçılarından Corrado Levi, eşcinsel hakları militanlarından Mario Mieli, ressam Filippo de Pisis gibi simalar da yapımda adı geçen önemli şahsiyetlerden bazıları.
Filmin sonunda beliren genç bir gey memlekette bazı şeylerin hâlâ değişmediğinin ifadesi olsa da yönetmen Amelio LGBT haklarıyla ilgili geleceğe ümitle bakmamız gerektiği için yeni nesle de yapımında yer verdiğini röportajlarında ifade ediyor ve kendininkine benzer bir belgeselin lezbiyenlere eğilmek üzere çekilmesini temenni ettiğini de söylüyor.
Jenerik akarken Mia Martini, Roberto Murolo, Enzo Gragnianiello'nun seslendirdiği Cu'mme adlı parça memleketin Güneyinden sıcak bir esinti gibi kulaklarımızı okşuyor.
Ne Mutlu Farklıyım Diyene İtalya'nın imajı konusunda klişelere saplanmış olanlara hararetle tavsiye edilir… (MT/ÇT)