Göç eden ile ''zorunlu'' göç eden arasında derin farklar vardır. Bir insanın yeni meskenini belirlemek için uzun uzadıya vakti varsa ve anısını canlılığıyla taşımaya aracılık edecek eşyayı eksiksiz taşımaya, memleketiyle gönlünce vedalaşabilmeye..
Tabii ki tüm bunların öncesinde de rızası.. Gidiş nedeni ister ekonomik ister kültürel ister sosyal olsun; o insan yeni vatanında bir göçmendir.
Fakat ortada arzu edip gitmeklerden ziyade doğup büyüdüğün, vatanın saydığın toprakları devletler arası antlaşmalar, sözleşmeler, alışıp verişmeler, değiştirmeler uğruna gözyaşları ve bir gün dönme umuduyla terk etmek varsa.. O halde sahne kararıyor; Gülcemal Gemisi Selanik Limanı'ndan yola çıkıyor.. Ve zorunlu göç başlıyor.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında 1923'te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Mübadele Sözleşmesi gereği Yunanistan'da yerleşik bütün Müslümanlar Türkiye'ye, Türkiye'de yerleşik bütün Ortodoks Rumlar Yunanistan'a gönderildi ancak İstanbul'daki Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'daki Müslümanlar hariç tutuldu.
Böylece yaklaşık iki milyon insan doğup büyüdüğü topraklardan kopartılarak yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya zorlandı ve ver elini bitmeyecek memleket özlemleri.
Gülcemal ise mübadeleler sırasında kullanılan ve Seyri-i Sefain İdaresine ait olan gemilerin en gözdesi. 1910 yılında satın alındıktan sonra 1911 de İstanbul'a getirilmiş ve ismini dönemin Osmanlı Hükümdarı V.Mehmet Reşat'ın annesinden almış. I.Dünya Savaşı yıllarında bir süre asker taşıyıp savaş sürecinde yer aldıktan sonra 1920 yılında Amerika seferi yapan ilk Türk yolcu gemisi unvanını da kaparak New York Limanına yanaşmış.
Takvim 1923'ü gösterirken de imzalanan Mübadele Sözleşmesi ile Selanik'ten aldığı mübadilleri İstanbul ve İzmir Limanlarına taşımış. Orhan Veli varsın bir şiirinde kimsenin onun kadar iyi Gülcemal resmi çizmeyi bilmediğini iddia ededursun; Gülcemal asıl şu türkünün dizeleriyle demir atmıştır mübadillerin gönüllerine:
''Ey Gülcemal Gülcemal
Dört tane direğin var
Aldın gittin yarimi
Ne hain yüreğin var.''
Meraklılarına benden geçtiğimiz aralık ayında Çatalca Kaleiçi mahallesinde açılan Mübadele Müzesi'nde Gülcemal'in maketini görme şansınız olduğu müjdesi! Müze Müdürü Müge Urpek; müzenin kendisinin de bir mubadil olduğunu söylediği yaklaşık on yıllık bir Atilla Karaelmas projesi olduğunu ifade ediyor.
Müze İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi ile ek ödenek bulmuş ve de hayata geçen projeler arasında yerini almış. Çatalca'nın seçilme sebebi ise pek manidar. Bu yerleşim bölgesinde yoğun bir şekilde mübadil nüfusun yaşadığını söyleyen Urpek; Kaleiçi Mahallesinin mübadele ile ilgili çok iz taşıyor olmasının ve çok esere sahip olmasının etkisinin de altını çizmeden geçemiyor.
Müze binasının taverna iken Cumhuriyet ile birlikte Ziraat Bankası'na çevrilmiş olması ise diplomasinin soğuk elinin ve bürokrasinin sosyal yaşamı nasıl da dönüştürmeye başladığının ufak bir kanıtı sayılabilir. Bina ise konuyla ilgili bir ailenin bağışlaması üzerine şimdiki halini almış.
Müzede sergilenen objeler ve eşyaların yanı sıra mübadil ailelerin yaşam öyküleri ile ilgili dokümanlar var. En ironik hikayelerden biri ise Hamza Rüstem'in hikayesi. Giritli bir ailenin oğlu ve Gülcemal'in gönülsüz yolcularından o da. Ayağının tozuyla Jön Türklere katılmış henüz lise yıllarında. Cezası jandarma eşliğinde sürgün'e gitmek, sürgün yeri; Fizan. Gelgelim gemi tesadüfen Rüstem'in doğduğu topraklarda. Mübadillik, sürgün olma hali.. Giritli Jön Türk'ün hayatında hep bir ''zorunluluk''..
Açıldığı günden itibaren aynı yoğunluğun devam ettiğini söyleyen müze müdürü Urpek; Samsun, Artvin, Safranbolu, Kastamonu gibi illerden topluluklar halinde ziyaretçilerin geldiğini söylüyor. İlgiden de memnun. Zaten yeni açılmış olmasına rağmen şimdiden bir hayli kalabalık olan ziyaretçi defteri de bunu doğrulamakta.
Urpek ekliyor: ''Sergilenecek daha çok eşyamız var. Eşyalar tekstil ağırlıklı olduğu ve alanımız da göreceli olarak biraz dar olduğu için mübadillerin müzeye bağışladıklarını zaman zaman değiştirme yoluna gideceğiz ve böylece hepsini sergileme fırsatı elde edeceğiz.''
Yaşanan tüm bu göç etme eyleminin zorunluluğu akılda tutulduğunda, eşyalar arasında belki de en çarpıcı şey Abdülkerim Miler isimli bir vatandaşa ait doğum yerinin Girit, vilayetinin ise İstanbul yazılı olduğu hüviyet cüzdanı sureti oluyor.
Hayatta olan mübadillerin, yakınlarının yaşam hikayelerini dinlemek bir yana bu nüfus sureti belki de hiçbir zaman orijinaline ulaşamayacağımız Mübadele Sözleşmesinin aslında bizi tam da ilgilendiren tarafı; sonucu. Kim bilir o yıllara ait daha kaç mübadilin hüviyet cüzdanlarında doğum yeri ve vilayeti kendilerini arafta bıraktı.
Müze gezisi sırasında şans o ya bir de üçüncü kuşak bir mübadille sohbet etme şansı yakalıyorum: Mehmet Emre Toker. Konuşmaya Çatalca'nın Çelepköy bölgesine gelen mübadillerin gelir gelmez kolera salgınına yakalandığını ve yüzlercesinin hayatını kaybettiğini anlatarak başlıyor Toker. Ve ekliyor: ''Orası gavur mezarlığı olarak bilinir.'' Bundan sonra az çok tahmin ediyorsunuz sarı saçlı mavi gözlü mübadil torununun size neler anlatacağını. Gerisi Tasfiye Talepnamesi Trajedisi.
Tasfiye Talepnameleri her iki devletin de vatandaşlardan malvarlıklarını beyan etmelerini istedikleri belgeler. Ki mübadiller yeni memleketlerinde bunlara göre iskan edilsin; varlıklar bu doğrultuda pay edilsin. Ancak Toker hemen ekliyor: ''Çatalca'ya gelenlerin bir evi iki mübadil aile paylaşacakları şekilde bir iskan yerleştirmesi bu. Açlık, sefalet.'' Aile büyüklerine geliyor konu. ''Babaannemin gözleri açık gitti'' diyor. ''Yunanistan'da da zorluklar çekiyorlarmış ancak memleket sonuçta. Hep bir dönme umudu vardı. Ama dediğim gibi o hasretiyle kaldı.''
Bu ailenin mübadele geçmişinde her şey iç içe. Kaçak bir şekilde başlıyor mübadil oluşları. Hem vatanınızdan kopartılıyorsunuz, hem kaçaksınız, hem de yüreğinizde o yemyeşil dönme umudu.. Ailenin büyük teyzesi ve yunan askeri arasında çıkan bir kavgadan sonra teyzeye idam cezası veriliyor. Askerler düşüyor peşlerine. Papaz askerden korumak için evinin bodrumundaki fıçıların içinde saklıyor onları. Ve dediğim gibi ertesinde kaçak mübadillik başlangıcı.
Şimdi gerçek 'araf'talar
Asıl zorluklar yeni topraklarda başlıyor. Şimdi gerçek 'araf'talar. Ana dili Rumca olan Türk nüfus için Türkçe kurslar açılıyor. Bizim babaanne de kursta tabii. Bir vakit kurstaki hoca babaannenin kafasına vuruyor derste ve ''Gavur'' diye hakaret ediyor. 'kaçak' mübadil 'Vay sen mi gavur dersin' diye terk ediyor kursu ve de Türkçe öğrenmemeye yemin ediyor. Muhtemelen de son nefesine dek ana dili Rumca ile yakıyor memleketine özlem ağıtlarını.
Öbür yandan Gülcemal'in o pek de gülmeyen maketinin, sergilenen mübadele haritalarının yanı sıra ana dili Rumca olan Türk'ün de, Türkçe olan Rum'un da kültür varislerinden biri olmaktan gurur duyduracak hatta keyifle gülümsetecek objeler de yok değil müzede.
Müze Müdürü'nün söylediğine göre yokluktan bel kuşaklarını çuval yapıp; içine eşyalarını doldurup taşımış bu insanlar. Devşirmek için denkleri kısıtlı vakit kısıtlı yer. Kolay değil, bir geminin içinde tam 25 köy.
Ancak ince ince işlenmiş rengarenk oyalar.. Nota defterleri.. Bir müzik sevdalısının terk edemediği udu.. Özenle boyanmış zarif bir kül tablası.. Doğup büyüdükleri topraklara vedalarını bile nasıl zerafetle yaşadıklarını gösteriyor mübadillerin..
Birden o udinin memleketi için hasretle tıngırdattığı ezgiler geliyor kulağıma.. Gözümde Serezli Mehmet Remzi Yeruşan'ın aile fotoğrafındaki o ''zorunlu'' gülümseyen yüzler ile.. (EK/EÖ)