24 Eylül 2013 tarihinde görülen duruşmamda, Çağlayan Adliyesi’nde yedi kat yerin adltında, biz tutsaklara ayrılan hücreler katında karşılaştığım Meryem ile Dua bebeğin öyküsünü 28 Eylül tarihli yazımda paylaşmıştım.
O yazıyı yazdığım hafta sonu Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e ve Aile ve Sosyal Politikalar Balanı Fatma Şahin’e birer mektup yazıp; Meryem ve dua bebeğin durumunu anlatarak soruna müdahale etmelerini istemiştim.
Ayrıca Adalet Bakanlığı’nın bu tür gayrı insani uygulamalar için bir düzenleme yapmasına işarete etmiştim.
Yine her iki bakandan da, başvurumla ilgili olarak bilgi verilmesini talep etmiştim.
Geçenlerde mazgala çağrıldığımda, elime tutuşturulan evrakta Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Muhabere Bürosunca Meryem ve Dua bebekle ilgili yanıt verilmiş olmasını sevinçle karşılamıştım.
Ancak Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’nce verilen yanıt karşısında hakikaten ne diyeceğimi şaşırdım.
Beni şok eden ve bir o kadar da öfkelendiren Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdikleri yanıtta aynen şöyle denilmiş:
“…Bahsi geçen tutuklunun 21/09/2013 tarihinde Bakırköy Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde doğum yaptığı çocuğun ihtiyaçları Kurumumuz kreşi tarafından karşılandığı 24/09/2013 tarihinde İstanbul 35.Asliye Ceza Mahkemesi’ne duruşmaya gittiği, çocuğunu yanında götürmediği B-2 Koğuşunda bulunan arkadaşına bıraktığı ayrıca koğuşunda Suriye uyruklu iki hükümlü/tutuklunun bulunduğu, 22/10/2013 tarihinde kurumumuzdan tahliye edildiği kayıtlarımız tetkikinden anlaşılmış olup gereği bilgilerinize arz olunur.” (aba)
Öncelikle, dışarıda onları zor bir yaşam beklese de, Meryem ve Dua bebeğin tahliye olmalarına çok sevindiğimi söylemeliyim.
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi Müdürlüğü’nün verdiği yanıtta gerçeklerin açık açık çarpıtılmış olmasına ise diyecek çok sözüm var!
O gün Çağlayan Adliyesi’nde yerin yedi kat altındaki hücrelerde hiç tanımadığım Meryem ve Dua bebekler ilgili düş görmüş olmanın mümkün olmadığını yazdıklarımdan yola çıkarak hapishane müdürü de mutlaka tahmin etmiştir.
Ancak, ortadaki gayri insani durumun hesabını vermek ve bu konuda düzenleme yapılmasına katkıda bulunmak yerine, kendisini/kurumunu savunmayı tercih etmiş.
Yalnız bunu yaparken, hapishane kamera kayıtlarını ve Çağlayan Adliyesi’nin kamera kayıtlarını, duruşma salonundaki heyeti ve İstanbul Barosu’nun Meryem için atadığı avukatın tanıklık yapabileceğini hiç aklına getirmemiş olmalı ki!
Böyle bir yanıt vermiş.
Duruşmaya katılmak için bekletildiğim hücreden Meryem’in öyküsünü öğrenmeye iten iki şeyden ilki; kucağındaki Dua bebekti.
Diğeri ise, yüzündeki ifadeydi.
Bu durumu Adalet Bakanlığı’na yazmaktaki amacımda, hem Meryem ve Dua bebeğin durumuna müdahale etmeleri; hem de o durumdaki kadın ve bebeklerle ilgili mevzuatta bir düzenleme yapılmasıydı.
Fakat Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla verilen resmi yanıtta; onca kameranın kaydettiği görüntüye rağmen bebeğin hapishanede koğuşta kaldığı “bilgisi”nin verilmesi, Türkiye’deki hapishaneleri gerçeğini, yöneticilerin durumunu ve yönetmeliklerin insan hakları bakımından hangi düzeyde olduğunu göstermeye yeter.
Meryem ve bebeğinin tahliye olmasıyla sorun çözülmüyor elbette.
Memlekette hapishaneler tıka-basa doluyken ve ha bire yenileri inşa edilirken yarın başka Meryem ve Dua bebekler benzer gayri insani uygulamalarla karşı karşıya kalacaklar.
Ve yaşadığımız her çeşit hak gaspında, her çeşit gayri insani uygulamada, görüp de ses çıkarmayan bizlerin de payı olduğunu görmezden gelmek en büyük suçumuz.
Bu nedenle, Bakırköy Kadın Hapishane Müdürü talebim olan yanıtı verirken, Meryem ve bebeğinin tahliye olduğu haberiyle meselenin peşini bırakacağımı düşünmüş olmalı.
Yazımı bitirdikten sonra, ilgili yerlere bir kez daha yazıp; gerçek dışı bilgi verilmesiyle hiçbir yere varılamayacağını anlatıp, kamera kayıtlarına bakılmasını talep edeceğim.
Bakalım bu defa Bakanlık bu kadar hızlı ve duyarlı davranacak mı?
Bu defa nasıl bir sonuç çıkaracak karşıma, göreceğiz!
* * *
3 Aralık açık görüşüne gelen Akocan ve Şengül ablamın yarattığı sevincin etkisi geçmeden, bir başka ziyaretle sevincim büyüdü.
5 Aralık Perşembe sabahı hiç beklemediğim bir anda mazgaldan ziyaretçilerim olduğu söylendi.
Hızla hazırlanıp ziyaret yerine yöneldiğimde, şebekedeki baş gardiyanlık odasında TGC Başkanı Turgay Olcaytu ile TGC Yönetim Kurulu üyesi Recep Yaşar’ı beni beklerken buldum.
İki ziyaretçimle açık görüş yerinde tutsaklığımdan uğradığım hukuk cinayetine, tutuklu gazeteciler sorununda hükümetin yürüttüğü karalama kampanyasından, TMK’nın iptal edilmesi için mücadeleye hapishane günlerinden, hapishane koşullarına-sorunlarına bir dizi konuda verimli bir görüşme gerçekleştirdik.
Bu güzel an’ın hatırasına bir de fotoğraf çektirdik birlikte.
Meslektaşlarım Turgay Olcaytu ve Recep Yaşar’a ilgi ve duyarlılıklarından dolayı teşekkürler.
* * *
Perşembe sabahı büyük bir yürek, insanlığın yüz akı, ırkçılığa karşı mücadelede bayraklaşmış Madiba yaşamını yitirdi.
Gebze Hapishanesi’nden özgürlüğün ve ırkçılığa karşı mücadelenin sembolü Nelson Mandela’ya diyoruz ki:
Güle güle Madiba, uğruna mücadele ettiğin düşlerin bir gün mutlaka tüm dünyada gerçek olacaktır!
Ve sen dünya haklarının, ezilenlerin özgürlük mücadelesinde yaşayacaksın! (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 7 Kasım 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane