"Çözüm istemek suç ise beni hemen assınlar, aksi halde taltif ve onore etmesini de bilsinler."
Günlerdir şiddet, ölüm aleyhinde insanca birkaç söz ettiği için medya ve "bir kısım" toplumun "önümüze gelene bir tekme" hezeyanı içinde yerden yere vurduğu Bülent Ersoy'a en sonunda bu cümleyi kurdurttuk...
Ama bu kez "Eğer suçsa beni assınlar" dediği için Ersoy "idam" yanlısı olmuyor. Aksine bu cümlede derdini anlatamayan ama sözünden de dönmeyen birinin vakur, bir o kadar da çaresiz yakarışı var...
Ersoy samimi...
Yanlış anlamıyorsam Bülent Ersoy sözünden geri adım atmayacağını fakat bu linç atmosferinin neredeyse temsili bir idama dönüşeceğini sezdiğini anlatıyor bize.
"Sevmek suçsa, cezam müebbet olsun" cümlesindeki arabesk salınıma benzer, biraz romantik, biraz "helal" dedirten bu cümle asla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yakınlarda "Ama biz bu yola beyaz çarşaflarla çıktık" sözü gibi "idamla dans, idamla siyaset" izlenimi vermiyor... Bülent Ersoy samimi... Fark bu.
Çünkü idamı göze aldığını söyleyen Başbakan Erdoğan o sözlerinden sonra operasyonda ölen askerleri anacağım derken "Bu yolda ölmek de var" gibi dizeler okudu... Biz, Başbakan gibi konuşursak, başkasının ölümünü şehadet örtüsüyle örtenin davasında ölümü göze almasına inanmayız... Ölüme hayır diyenin "idam" metaforunu ise bağrımıza basarız...
Militarist savunma mecburiyeti...
Bu arada sizin de dikkatiniz çektiyse, Bülent Ersoy basın toplantısında sağlamdı, dağılmadı... Toplumsal desteğin, birbirini tanımayanların ortak kaygılarda buluşmasının manasını doğrulattı bana göre, bu bağıra bağıra konuşan ama "çemkirmeyen" kadın, Ersoy...
Tabii anti militarist "çıkışını" militarist koylara sığınarak savunmak zorunda kalmak gibi sıkıntılara da girdi, şöyle konuştu:
"Bülent Ersoy ne demiş? Birileri yazıyor, biz bu oyunu oynamaya mecbur bırakılıyoruz, demiş. Yalan mı? Akan kanlar; tamam, zamanı olduğu vakit hepimiz tek vücut oluruz, savaşılacaksa savaşırız; çünkü biz asker bir milletiz. Atalarımız, ninelerimiz Kurtuluş Savaşı’nda top ve tüfeği sırtında taşıdı. Tarihi kanlarıyla yazdılar."
Ama ne yapsın.. Daha önce de söylemiştim, sözünden geri dönse bile kabul edilebilirdi, kaldı ki o yalnızca bir buldozerin altından nasıl ezilmeden çıkarım diye uğraştı...
"Ölüm yerine çözüm, dedim, hata mı ettim? Sessizliğin belki de sesi oldum. Çözüm istemek suç ise beni hemen assınlar, aksi halde taltif ve onore etmesini de bilsinler. Ben ‘Çocuklarınızı aman askere göndermeyin!’ der miyim? Ben haddimi bilirim. Ben ‘ölüm’ yerine ‘çözüm’ diyorum. Çünkü ben o annelerin o feryat seslerini duymak istemiyorum, o tabutları görmek istemiyorum."
Askere göndermeyin demesine gerek kalmadı ki kadının... Zaten "savaşta çocuklar ölüyor" demiş olması bile askerden soğutmaya cüret etti diye üzerine çullanmalarına yetti. Peki ölünmüyor mu oralarda? Genelkurmay'ın medyaya dağıttığı beyazlar içindeki askerlerin havalı fotoğraflarından mı ibaret mesele? Bembeyaz karlara al kanlar dökülmüyor mu?
mein Gott!
Basın toplantısından gazetecilerin "Demokratik Toplum Partisi (DTP) sizi destekliyor, hani o 'hainler'... " vurgulu sorularını da uygun bir biçimde yanıtlama çalıştı; "Hiçbir siyasi görüş, parti, siyasetçi, kurum, kuruluş ve topluluk adına bu konuşmaları yapmadım. Birilerini memnun etmek için yapmadım. Kimsenin yakını, yandaşı, sözcüsü asla ve asla değilim. Kimsenin sözleri de beni bağlamıyor. Bülent Ersoy olarak ben bu konuşmayı yaptım. Başkalarının da çıkıp benimle ilgili konuşması beni bağlamıyor” diye...
Ama bu tacizkar soruda o kadar çok ısrar ettiler ki sonunda "mein Gott" diye, Almanca "Allahım" diyerek tepki verdi. Zira başka bir lisanda isyan etmek gerek diye mi düşündü, ne...
Hüsrev Kutlu, cesaret ve bir yanımız
Dünden itibaren bu konuyla ilgili yeni bir "yorumcumuz" daha var, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İdare Amiri ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu... DTP Grup konuşmasında Ahmet Türk'ün "Bülent Ersoy kadar cesur olamadılar" sözleri için Kutlu "Doğruyu söylemiş. Bülent Ersoy kadar cesur olsaydık, biz de bir yanlarımızı kestirirdik" demiş ve susmayıp devam etmiş:
"Bizim kesilecek bir sakalımız var, onu da kesiyoruz. Ahmet Türk, cesaret konusunda niye Bülent Ersoy’u örnek verdi bilmiyorum. Cesaret sadece DTP’liler gibi düşünmek değil. Bu karda kışta, terörle mücadele için, birlik beraberlik için sınır dışına hareket etmek de bir cesarettir. Bülent Ersoy kadar cesur olmadığıma ben de katılıyorum. Ama ben de cesaretimi bir başkasıyla mukayese ederim. Bülent Ersoy’la etmem. Benim üç oğlum var. Üçü de yaşları gelince askere gidecekler."
Ben de Bülent Ersoy gibi "mein Gott" demek istiyorum! Fakat Kutlu'nun haklı olduğu bir yan da yok değil. Gerçekten 70'li yıllarda Türkiye'de cinsel yönelimini fark etmek, yüzleşmek ve kabul etmek, üstelik de kendini inkar etmeyi değil de kendini seçmek, cinsiyet değiştirme ameliyatı olmaya karar vermek CESARET ister. Eğer söylediği gibi Hüsrev Bey, bir yanını kestirmeye cesaret edemediği için bari sınır ötesi askeri operasyon cesareti göstereyim diye şekillendirdiyse dünyasını, kötü bir haberim var kendisine: "Usturadan korkan sünnet çocuğu" ruh halini asla aşamayacak...
Kutlu'nun üç oğlu da yaşları gelince askere giderler elbette... Zaten Bülent Ersoy da Kutlu'nun oğullarını ve başka oğulları düşünerek konuştu; yine Kutlu'dan daha cesur bir şekilde...
Sünnet çağındaki oğlan çocukları cinsel organlarının kesilmesine tahammül etmek için cesarete ihtiyaç duyarlar. Sonra o çocuklardan bazıları büyürler, artık cesaretin, insanlığın penislerinde odaklanmadığını, "muhtaç oldukları kudretin" penislerinde olmadığını öğrenirler. Ama bazıları da cinsel iktidarın fiziksel olarak tek ölçütü olan penislerinin "götürdüğü" yere gitmekten geri duramazlar, yalnızca erkek oldukları, yalnızca penisleri olduğu için iyi ve üstün oldukları fikrine saplantılı olarak yaşamaya devam ederler... (NZ/TK)