Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç önümüzdeki günlerde medya yöneticileriyle "Terör haberlerinin işlenişi" üzerine "dostane" bir konuşma/buluşma gerçekleştirecekmiş.
Önce şöyle düşünelim, Türkiye'nin demokratikleşmesini dert etmiş insanlar olarak Askeri ve siyasal otorite arasındaki sınırları olması gerektiği şekilde yeniden tanımlayan yakın tarihteki bütün olup bitenler yaşanmamış olsaydı da, böyle bir toplantı teklif Genel Kurmay'dan gelse ne düşünürdük?
Askeri ve sivil otorite arasındaki ilişkiler şimdiki gibi olması gereken çizgiye çekilmemiş olsaydı ve kendisini sivil otoriteden üstün görmeye ve öyle de davranmaya devam eden Ordu böyle bir toplantıya çağırsaydı gazetecileri -ki eminim yaygın medyadan kimi gazeteciler eskiden yapmış oldukları gibi hiç sorgulamadan yine koşarak gidiyor olurlardı- biz, bunun haber alma ve verme özgürlüğüne ancak otoriter basın rejimlerinde olacak türden bir bir müdahale olduğunu gerekçesiyle tepki verirdik.
Öyleyse, "terör haberlerinin nasıl verilmesi gerektiği konusunda" olacağı belirtilen bu arada belki de ordudan gelenlerden bir fark yaratmak üzere,"dostane bir konuşma" olacağı eklenen böyle bir toplantı teklifi karşısında da tepkimizin aynı olması gerekiyor.
Bunun sivil otoriteden geliyor olması, bunun da "zaten Batı'da da böyle olduğu" gibi bir gerekçe ile meşrulaştırılmak istenmesi, medyanın, dolayısıyla haber alma ve verme özgürlüğüne bir kez daha bir müdahale yoluna gidildiği gerçeğini değiştirmiyor.
Batı'da da evet, özellikle de bizzat 11 Eylül ile başlayan süreçte, "terör" bahanesiyle medya üzerinde böyle bir kontrol mekanizması oluşturulmaya başlandı, bir ölçüde de başarılı oldu.
Ama "moderni", "muhafazakarı" her vesileyle "ama orada da öyle diye" yüzünü döndürdüğü Batı'da, bizdekinden farklı bir medya ortamı ve otoriteye direnme geleneği var.
Türkiye'de ise eminim, bu defa da yaygın medyanın "islami-muhafazakar" siyasal iktidarın dümen suyuna doğru yöneldiği mevcut koşullarda, bu müdahale, ya "terör konusunda nasıl haber yapılması gerektiğini söyleyecek" otoritenin "sivil olması" üzerinden meşru görülecek, ya da zaten "teröre karşı olmanın" bütün birleştiriciliğiyle -yeter ki otorite boşluğu olmasın!- her kim olursa olsun çağrıyı yapıp, emiri verecek otoritenin peşine düşülecek.
Peki, "terör" haberleri konusunda yaygın medya eleştirilmeyi hakketmiyor mu? Kanımca demokrat çizgilerini koruyan bir kaç yazarın köşelerinden söyleyebildikleri dışında, habercilik, editöryel başlık ve fotoğraf seçimleri vb. sözkonusu olduğunda medya her zamanki gibi "savaş kışkırtıcılığı" yapmayı sürdürüyor, bu nedenle de her zamankinden daha çok eleştirilmesi gerekiyor.
Her zamankinden daha çok, çünkü Türkiye'nin, artık tek bir yurttaşını daha kaybetmeye tahammülü kalmadı.
Nerdeyse bütün ülkenin bir "mezarlığa" dönmeye başladığı son 30 yılda, evet medyanın artık belki bütün günahlarını affettirecek şekilde sorumlu bir yayıncılığa yönelmesi gerekiyor.
Bu konuda askeri ya da sivil otorotenin direktifleriyle değil, kendi geliştireceği yeni bir etik ile davranması gerekiyor. Bunun için ise, Türkiye için uygulanması her zamankinden daha elzem hale gelen Barış gazeteciliğinin ilkelerine göre davranılmaya çalışılması yeter.
Son olarak "Barış gazeteciliği de ne?" diye hala soranlar varsa, bianet arşivlerine bakmalarını öneririm.
Ama artık öyle bir duruma geldik ki, bireysel olarak Yıldırım Türker gibi, Oral Çalışlar gibi barış gazeteciliği yapan köşe yazarlarının yapabildiğinden çok daha fazlasının yapılmasına ihtiyaç var.
Yani artık "gazeteci tarafsız olmalı" safsatası altında "ulusal politika her neyse her zaman onu savunmaktan başka" bir şey yap(a)mayan gazetelerin, "Barış gazeteciliği" yönünde editöryel bir seçimde bulunmaları gerekiyor.
Bu, tıpkı bize hep daha fazla gözyaşına mal olan mevcut habercilik anlayışımız gibi "siyasal bir tercih", ama "siyasal olarak doğru tercih".
Başka ifadeyle, nasıl artık seçilmişlerin "tek bir insan daha kaybetmemek üzerine" bir politik çözümden yani "barıştan yana" olmaları gerekiyorsa, medyanında, bir editöryel beyanla "barış gazeteciliğinden yana" olması gerekiyor. (SA/BA)
* Sevda Alankuş, Prof. Dr. , İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı, BİA Eğitim Danışmanı