Sabah gazetesi 27 Mayıs 2011 tarihinde ilk sayfasında iki ayrı tarih ve yerde çekilmiş fotoğrafı yan yana basmış ve fotoğrafları birbirine "terörist ve eseri" başlığıyla bağlamıştır.
Gazetenin verdiği açıklamalar, fotoğraflardan ilkinin 19 Nisan 2011 tarihinde Taksim'de Yüksek Seçim Kurulu'nun Barış ve Demokasi Partili (BDP) 12 kişinin bağımsız milletvekili adaylığını iptal etmesini protesto eden yürüyüşçülere ait olduğuna işaret ediyor.
Aynı açıklamalarda fotoğrafın Sabah gazetesine istihbarat birimleri tarafından özel olarak iletildiği ve gazetenin bu görüntüyü ilk defa kamuoyu ile paylaştığı da yer alıyor.
Sayfa editörleri, istihbaratın kendilerine özel olarak ilettikleri bu fotoğraf üstünde Sebahat Tuncel'i "BDP'li Sebahat Tuncel" ve yüzü puşiyle örtülü bazı göstericileri de "PKK'lı Molotofçu" olarak nitelendirmiş.
Sabah 2012 seçimleri için bağımsız milletvekili adayı olan Sebahat Tuncel'i ve BDP'yi, aynı fotoğraftaki "PKK'lı molotof kokteylli teröristler" diye tanımladığı kişilerle işbirliği içinde olma ya da onlarla aynı davaya hizmet etme şaibesi altında bırakmıştır.
İç sayfalarda aynı fotoğrafı, "Tuncel, Molotofçu PKK'lıyla yan yana" başlığı taşıyan bir haberle yeniden vermiştir. Haberde Sebahat Tuncel molotof kokteyli dört beş PKK'lıyla hem aynı yerde olmaktan hem de onlara müdahale etmemekten dolayı suçlanmıştır.
Haber, istihbarat birimlerinin çektiği söylenen fotoğrafın öznel olarak ve gazetecilik meslek ilkelerine hiç de uyulmadan yorumlanmasına dayanmaktadır.
Sebahat Tuncel hakkında yaratılan şaibeli durumu pekiştiren ise 26 Mayıs 2011 tarihinde Etiler'deki bombalı saldırı sonucu yaralanan sivil kişileri temsil eden ikinci fotoğraftır.
Daha doğrusu Sabah gazetesi Sebahat Tuncel'in birlikte protestolara katıldığını iddia ettiği kişilerin dün Etiler'deki bombalamadan sorumlu olan kişiler olduğuna, güvenlik güçlerinin ve yargı kurumlarının henüz hiçbir açıklama yapmamasına rağmen karar vermiş ve bu yüzü bile gözükmeyen, ismi bilinmeyen kişileri suçlular olarak ilan etmiştir.
Sebahat Tuncel'in de terör suçu işleyenlerle birlikte olduğu iddiasını haberleştirmiştir.
Böylece aslında Sabah, bağımsız milletvekili adayı Sebahat Tuncel'i siyasetçi olarak teröristlerle işbirliği yapmakla, sivilleri hedef alan bombacılarla birlikte olmakla suçlayarak siyasetçi olarak değersizleştirmeyi hedeflemiş görünmektedir.
Gazetenin bu hedefi, içerdeki 26. ve 27. sayfalarında haberlerin devamını verirken, 26. sayfanın neredeyse üçte ikisini de yine İstanbul Polisi'nin kaynağı olduğunu belirttiği "Tecavüz Evi İtirafı" başlığını taşıyan başka bir habere ayırmasında açıkça kendini belli etmektedir.
Bu haberde "PKK'lı terörist Sara E. İfadesinde Öcalan'ın Şam'daki Yoğunlaşma Evi'nde kadınlara zorla tecavüz ettiğini açıkladı" denilmektedir. Abdullah Öcalan böylece "tecavüzcü" ilan edilmiştir.
Abdullah Öcalan'ın gerçekten ne yaptığı ya da ne olduğunun ötesinde, bu üç haberi bir araya getirişiyle Sabah gazetesi, gazetecilik mesleğinin önemli etik kurallarını hiçe saydığını açıkça göstermiştir. Öncelikle Sabah gazetesi şu anki siyasi iktidar ile girdiği samimi ilişkiye, gazeteciliği kurban vermiştir.
Sabah, milliyetçi, İslamcı, ekonomik anlamda liberal ama özel yaşamın tanımlanmasında son derece tutucu, hukukun üstünlüğüne sadece istediği zaman inanan, istemediğindeyse her türlü hakkı ve temel insan haklarını güvence altına alan yasaları hiçe sayan siyasi bir tutumun (açıkçası egemen siyasi yapılanmanın, iki dönemdir iktidarda olan AKP'nin seçim polemiklerinin ve pragmatizminin) yanında yer alabilmek için, yaptığı bu haberlerle kamuoyunu yanlış bilgilendirmeyi seçmiştir. Gazeteciliği siyasi çıkarların hizmetine sokmuştur.
Sabah, haberlerin kaynağının istihbarat ve güvenlik güçleri olduğunu vurgulayarak, haberlerinin inandırıcılığını artırmayı amaçlamıştır. Sıradan bir okur belki de Sabah'ın doğru bilgilere güvenlik güçleriyle yakın ilişkileri sayesinde ulaştığını düşünebilecektir.
Ama bir gazetenin hem siyasi iktidara hem de diğer devlet kurumlarına karşı mesafeli olmasının, yaptığı haberlerin doğru ve nesnel olmasının koşulu olduğuna inanan okurlar açısından, Sabah gazetesinin polis güçlerinin özel haberlerle ve özel fotoğraflarla beslediği bir gazete olarak görülmesine yol açabilir.
Sabah gazetesinin 27 Mayıs 2011 tarihli ilk sayfası ve birbiriyle örtüştürdüğü üç haber, gazetenin AKP'nin Bağımsız Kürt milletvekilleri karşısında elini güçlendirmeye çalıştığını düşündürmektedir. Sabah gazetesinin söz konusu haberleri yaparken, basının, kamuoyunun demokratik oluşumuna katkıda bulunması gerektiğine dair ilkeyi hiçe saydığıysa açıkça ortadadır.
Sabah gazetesi bu üçlü haberiyle bir siyasi partiyi ve onun bağımsız milletvekillerini seçim arifesinde İstanbul Etiler'deki bombalamanın şiddet failleri ile işbirliği içinde olmakla ya da uygulanan şiddete dur dememekle suçlayıp, Sabahat Tuncel'i şiddetle ve terörizmle özdeşleştirmiştir.
Bunları yaparken, Sabah gazetesinin elinde ne bir yargı kararı ne de Etiler'deki bombalamayı yapanların Taksim'deki gösterilere katılan kişiler olduğuna dair güvenlik güçlerinden alınan bir bilgi vardır.
Üstelik bu haber pratiği sayesinde Sabah, olumlu olarak oluşmasına katkıda bulunmadığı kamuoyunu, milliyetçi, ayrımcı, antidemokratik, ötekileştirici ve dışlayıcı pratiklere davet etmektedir.
Bir yanda PKK, BDP ve Sabahat Tunceli'in oluşturduğu teröristler, bombacılar, tecavüzcüler kampı, diğer yanda ise siviller, kurbanlar ve onları savunan AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kampı. İlk sayfa aynı zamanda AKP Genel Başkanı'nın fotoğrafını da kapsıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun "Kürt sorununu biz çözeriz" demiş olmasını alaya alıyor ve Kılıçdaroğlu'na "Sihirli değneği ver biz hemen çözelim" diyor. Kısaca, medyanın siyasetle imtihanında kaybeden yine kamuoyunun doğru bilgilendirilme hakkı olmuştur. Yine bir gazete, gazeteciliğe leke sürmüştür.
Türkiye'de Sabah gibi basın organlarına, oy pragmatizmini her şeyin önünde tutan ve genel seçim kampanyalarını sokaklarda kulakları delen çığırtkanlığa dönüştüren, uluslararasılaşan seks skandallarıyla çalkalanan dünyaya yerel katkılarını "eline beline diline sahip ol(ma)" ahlakçılığıyla veren, üstelik demokratikleşmenin ne olduğunu bir türlü anlayamayan siyasi partilere sahip olmanın "derin huzuru"... Medyada yalanlar, siyasette seks skandalları ve siyasetin asla çözemeyeceği siyasi sorunlar...
Peki siyasetçiler niye var? Gazeteler ne işe yarar? Peki demokrasi nedir? Ya demokratik bir ülke olmak ne demektir? (NTC/ŞA)
* Doç. Dr. Nilgün Tutal Cheviron- Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim üyesi