Fotoğraf: Canva
Bilindiği üzere yasama, yürütme ve yargının yeterli olmadığı, birilerinin gücü elinde bulunduranları denetlemeleri gerektiği fikrinden, günümüzde özgür basın olarak bildiğimiz 'dördüncü kuvvet' kavramı doğdu.
İskoç felsefeci, tarihçi ve ekonomist James Mill, demokrasilerde basının üstlendiği 'bekçi köpeği' işlevini kavramsallaştırırken, İngiliz devlet adamı Edmund Burke'ün bir gün parlamentoda beraber oturduğu gazetecileri göstererek, "İşte orada dördüncü kuvvet oturuyor, hepsinin en önemlisi" demesiyle de "dördüncü kuvvet" kavramı literatüre girmiş oldu.
Günümüzde liberal küreselleşmenin ivme kazanmasıyla birlikte, medya karşı-güç olma işlevini kaybetti. Medyanın önemli varlık nedenlerinden biri; ötekileştirilmiş, kırılgan-dezavantajlı gruplara haberlerde yer vermek, bir bakıma sessizlerin sesi olmak. Ancak tam aksine bu grupları görmezden geliyor ya da çarpıtarak veya eksik olarak veriyor. 2000'li yılların başında bu soruna bir çare olarak Anglo-Sakson dünyada media diversity (medya çeşitliliği) kavramı yaygın olarak dolaşıma sokuldu.
TGC Medya ve Çeşitlilik Kılavuzu
Türkiye'de de Medya ve Çeşitlilik Kılavuzu, 2005 yılında British Council'ın BBC World Service Trust (WST) işbirliği ile medyanın toplumsal katılımdaki rolünü desteklemek amacıyla başlattığı ve 2006 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) ulusal ortak olarak yer aldığı Medya ve Toplumsal Katılım projesi kapsamında hazırlandı ve 2007 yılında Medya ve Çeşitlilik Kılavuzu'nu hazırlamak için Türkiye'nin yazılı ve görsel medya kuruluşlarına mensup önde gelen medya profesyonelleri (editörler, okur temsilcileri, gazeteciler, televizyoncular) ve ilgili sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile akademisyenlerin katılımıyla bir dizi ilke geliştirme toplantısı yapılıp çalışma tamamlandı.
Söz konusu proje kapsamında yürütülen bilimsel araştırmada farklı medya gruplarını temsilen seçilen dört ulusal gazetede bir yıl boyunca yayınlanan haberlerde farklı toplumsal grupların nasıl temsil edildiği içerik analizi tekniğiyle araştırılmış ve araştırma sonuçlarına göre daha dezavantajlı konumda olan grupların temsilinde sorun odakları tespit edilerek konuyla ilgili var olan meslek ilkelerinin geliştirilmesi gereği ortaya konmuştu. Nitekim TGC Meslek İlkelerini İzleme Komisyonu 2016-2019 yılları arasında bildirgenin güncelleme çalışmalarını yürütüp, bildirge üzerinde yapılan değişiklik çalışmaları 15 Mart 2019 tarihinde Cemiyet üyelerinin görüşüne sunuldu. Üyelerden gelen değişiklik önerilerinin ilavesiyle taslak son halini aldı ve 17 Nisan 2019 günü yapılan TGC Olağan Genel Kurulu'nda oylanarak kabul edildi.
Şimdi sıra Komisyonun, Medyada Çeşitlilik Kılavuzunu güncelleme çalışmasına geldi. Son Komisyon toplantımızda (7 Temmuz 2022) komisyon üyeleri olarak kılavuzu güncelleme konusunda mutabakata vardık ancak burada önemli olan çeşitlilik dediğimiz konuya dair bir açıklık getirmek, bir başka deyişle bu kılavuzu güncellerken neyi hedeflediğimizi doğru ve açıklıkla vurgulamak. Bunu yapmadan, öncelikle çeşitlilik kavramı üzerine kafa yoranların dediklerine göz atmakta yarar var.
Çeşitlilik üzerine tartışmalar
Çeşitliliğin sistematik bir tanımına yönelik girişimler, farklı yönlerinin birbiriyle görünüşte çelişkili ve hatta paradoksal ilişkisi nedeniyle daha da karmaşık hale gelmekte. Çeşitliliği özendirme girişimlerinin farklı çeşitlilik biçimlerini baltalama olasılığı mevcut. Tüketicilere sunulan seçeneklerin artması, gazeteciliğin azınlıklara daha iyi hizmet verdiği ya da alternatif ve yenilikçi seslere erişim sağladığı anlamına gelmiyor şüphesiz. Aksine medya pazarında her geçen gün artan büyük rekabet ve yeni teknolojik olanaklar, medya içeriklerinin daha da homojenleşmesine yol açma riski taşıyor.
Çoğulculuk ve çeşitlilikle ilgili tartışmaların çoğu geleneksel olarak piyasa yapısı, medya sahipliği veya gazeteciliğin içeriğiyle ilgili sorulara ve farklılıkların temsil edilmesine odaklanırken, çağdaş medya ortamı, çeşitliliğin potansiyel olarak mevcut olan bilgiye mi yoksa vatandaşların gerçekten eriştiği ve kullandığı bilgiye mi atıfta bulunması gerektiği sorusunu giderek daha fazla gündeme getirmekte.
Çeşitlilikten bahsederken iki kavramı daha göz ardı etmemek gerekiyor. Bunlardan biri; hakkaniyet. Hakkaniyet farklılıklara rağmen tüm bireylerin eşit fırsatlara sahip olmasını ve onlara adil davranılmasını, böylelikle bireylerin/belirli grupların özelliklerine dayalı olarak ayrımcılığa uğramalarının önlenebileceği konusuna vurgu yapıyor. Diğeri de kapsayıcılık. Kapsayıcılık, aidiyet ve değer duygusunu ifade ederken, tüm grup bireyleri medyaya dahil etme, destekleme, saygı gösterme ve empati kurma eylemi olarak tanımlanıyor.
Gazetecilikte kapsayıcılık, iletişimsel yetkinlik geliştirmeyi, yansıtıcı düşünmeyi, sosyal, siyasi ve kültürel çoğulculuğu deneyimlemeyi ve kimliklerin inşa sürecine yönelik eleştirel duruş sağlamayı mümkün kılıyor.
Gazeteciliğin demokrasideki rolü açısından bakıldığında, çeşitliliğin amacı sadece tüketicilere seçenek sunmak değil, aynı zamanda çatışan bakış açıları arasında diyaloğu yaratmak olduğunu görüyoruz. Geleneksel olarak, daha fazla kaynak çeşitliliğinin daha fazla içerik çeşitliliğine yol açacağı, bunun da izleyicilerin seçim yapabilecekleri daha geniş bir seçenek yelpazesine sahip olacakları anlamına geleceği varsayılıyor.
Ancak çağdaş medya ortamında bu varsayım giderek daha fazla sorgulanır hale geldi. Daha fazla seçeneğin, dijital ayak izinden alınan kişisel verilerin filtrelenerek kullanıcının ilgilendiği veya ilgilenebileceği benzer içeriklere maruz bırakılması sonucu oluşan "filtre balonlarının" etkisinin, aslında insanların maruz kaldığı kaynak yelpazesini ve farklı bakış açılarını daraltabileceği söyleniyor.
Kullanıcılar sınırsız bir içerik yelpazesine sahip olsalar da, giderek yalnızca kendilerini ilgilendiren konulara maruz kalmaları sonucu kendi kişisel önyargılarını güçlendireceklerine dair endişeler artmakta.
Gazetecilikte çeşitliliğin önemi
Medya ve gazetecilikte çeşitlilik, medya yapısı ve sahipliğinin makro düzeyinden bireysel haber hikâyeleri veya editoryal tercihlerin mikro düzeyine kadar çeşitli düzeylerde analiz edilebilir. Prensipte bunlar ideolojik, demografik veya coğrafi çeşitlilikten haber kaynaklarının, bakış açılarının, türlerin, temsillerin, görüşlerin, dillerin, tarzların, formatların veya ele alınan konuların çeşitliliğine kadar neredeyse sonsuz sayıda farklı yön ve boyuta ayrılabilir. En sık atıfta bulunulan sınıflandırmalardan birinde Philip Napoli, her biri birden fazla alt bileşene sahip olan kaynak, içerik ve görünürlük çeşitliliği arasında temel bir ayrım yapar. Kaynak çeşitliliği, çeşitli bilgi kaynaklarının veya içerik sağlayıcıların teşvik edilmesine yönelik yerleşik medya politikası hedefini yansıtır. Yapısal çeşitlilik olarak da adlandırılan bu kavram, medya sahipliği, piyasadaki mecra sayısı ve kurumsal ya da ekonomik yapıların (örneğin kamu, özel, kâr amacı gütmeyen medya) çeşitli diğer boyutlarını içerir.
Çoğulcu bir medya sisteminin genel çerçeve koşullarının yanı sıra, editoryal ve yönetim politikaları ve haber odası kültürleri gibi çeşitli örgütsel faktörler de çeşitliliği açıkça etkiler. Yapısal çeşitlilik, örneğin işe alım ve medya kuruluşlarında çalışan kişiler açısından kavramsallaştırılabilir. Ayrıca, konuları ve olayları kamuoyu için yorumlayan kaynakların ve uzmanların da gazetecilik kapsamının çerçevelenmesinde önemli bir güce sahip olduğu varsayıldığında haber kuruluşlarının kaynak seçimi de çeşitliliğin önemli bir yapısal bileşenidir. İçerik çeşitliliği, gazeteciliğin bir başka yerleşik idealine, yani medya sisteminin ya da bir kuruluşun fiili çıktısındaki fikirlerin, bakış açılarının ya da içerik seçeneklerinin çeşitliliğine atıfta bulunur; bu da yine konular, meseleler ya da bakış açıları gibi neredeyse her türlü kritere göre ölçülebilir.
Dış ve iç çeşitlilik
Burada genellikle medya kuruluşları arasındaki çeşitliliği ifade eden dış çeşitlilik ile bir medya kuruluşu içindeki perspektiflerin çeşitliliğini ifade eden iç çeşitlilik arasında bir ayrım yapılır. Dolayısıyla dış çeşitlilik, her biri belirli bir bakış açısını temsil eden çok sayıda medya kuruluşu anlamına gelirken, bir gazetecilik kuruluşu içindeki iç çeşitlilik daha çok gazeteciliğin denge ve adalet idealleriyle ilgilidir. Sorun yine içerik çeşitliliğinin doğrudan ölçülmesinin zor olmasıdır.
Gazetecilik çıktılarının çeşitliliğinin analizi, örneğin, farklı konulara, siyasi partilere veya adaylara verilen alanın sayılmasını veya cinsiyetin, azınlıkların veya ilginç görülen herhangi bir başka unsurun temsilini içerebilir. İçerik çeşitliliği analizleri yapmak için kullanılan yöntemler genellikle başlıkları saymak ya da belirli konulara veya pozisyonlara ayrılan alanı ölçmek gibi kaba nicel içerik analizlerini içerir. Napoli tarafından tanımlanan üçüncü husus ise kullanım çeşitliliği olup insanların gerçekte tükettikleri içerik yelpazesine atıfta bulunmaktadır.
Denis McQuail medyada çoğulculuk ve çeşitlilik üzerine yapılan araştırmaların çoğunun ya medya tarafından sağlanan içeriğe ya da sahiplik ve pazar yapısına atıfta bulunarak betimleyici olduğunu ve bu nedenle daha fazla veya daha az çeşitliliğin nedenlerini veya sonuçlarını ya da farklı yönleri arasındaki ilişkileri açıklamaya pek bir katkıda bulunmadığını belirtmekte.
Gazetecilik personelindeki çeşitlilik, çeşitli haberlerin üretimini mümkün kılar mı? Ya da haber kuruluşunun mülkiyet yapısı günlük editoryal kararları etkiler mi? Medya politikasında, medya sahipliğindeki yoğunlaşmalara getirilen kısıtlamalar kaynak çeşitliliğini mi arttırır? Bu sorulara verilebilecek yanıtlar beraberinde çeşitli argümanları getirirken, kesin, net yanıtları da yoktur.
Ancak medya ve çeşitlilik kılavuzunun, gazetecilerin karmaşık, çok kültürlü bir dünyayı doğruluk ve duyarlılıkla ele almalarına yardımcı olacak bir kaynak olacağı konusu da tartışmasız.
(YGİ/AÖ)