Tarih 5 Eylül 1993, yani Demokrasi Partisi (DEP) Milletvekili Mehmet Sincar'ın öldürülmesinden bir gün sonra. O gün gazeteler şöyle yazmıştı: DEP Milletvekili Mehmet Sincar Batman'da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
O gün Türkiye'de bir çok gazete ve televizyon olayın faillerine dair hiçbir bilgi vermemişti. Olayın yargıya intikal ettiği ve savcıların delil topladığı, soruşturmanın sürdüğü yazılmıştı. İktidardaki Doğru Yol-Sosyal Demokrat Halkçı Parti (DYP-SHP) hükümetinin sözcüleri verdikleri demeçlerde, faillerin er ya da geç yakalanacağını bildirmiş, dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan, katillerin yakalanması için büyük bir çaba sarf edeceğini söylemişti. Sincar'ın katil ya da katilleri hala bulunamadı. Ancak Kürt gazeteciler, cinayetin devlet içindeki karanlık güçlerce işlendiğini iddia ediyor ve iddialarını ellerindeki verilere ve o dönem yaşanan benzer olaylarla dayandırarak güçlendiriyordu.
Bu cinayetten bir yıl önce de benzer bir olay yaşanmıştı. Yani takvimler 21 Eylül 1992'yi gösterdiğinde gazete ve televizyonlar Musa Anter'in öldürülmesini, 5n 1k kuralına uygun olarak vermişti. O gün haberciler Kürt asıllı yazarın öldürüldüğünü yorumsuzca veriyordu. Yayınların genelinde, katil ya da katilleri hakkında bir yorum yapılmıyordu. Sadece sağcı ve misyon haberciliğine soyunan birkaç yayın cinayeti Kürtleri kışkırtmak için PKK'nin işlemiş olabileceğini yazıyordu.
Anter cinayetinden 4 ay sonra, yani 25 Ocak 1993 günü manşetlerde yine bir cinayet haberi vardı. Bu kez öldürülen ünlü gazeteci Uğur Mumcu'ydu. Mumcu cinayetinden bir gün sonra gazeteler manşetten acı haberi şöyle veriyordu: Cinayeti yasadışı dinci bir örgütün yaptığı sanılırken PKK ihtimali de göz ardı edilmiyor!
Mumcu cinayetinden tam 8 yıl sonra, yani 25 Ocak 2001 günü yine acı bir haberi okuyorduk. Diyarbakır Emniyet Amiri Gaffar Okkan öldürülmüştü. Haber manşetlerdeydi: Gözler İran bağlantılı Hizbullah örgütünde! Cinayet PKK'nin işi!
Manşetler 21 Ekim 1999 günü öldürülen Ahmet Taner Kışlalı için de aynı içerikteydi: Ya PKK ya İran bağlantılı Hizbullah!
Sincar, Anter ve benzer siyasi faili meçhul cinayetlerde katil ya da katillere dair bir iddiada bulunmayan yayın organları Mumcu, Okkan ve Kışlalı cinayetlerinde görüldüğü gibi jet hızıyla adres gösteriyordu.
Bugüne gelelim...
Tarih 19 Aralık 2009. Yer, Çukurambar. Siyasilerin yoğunlukla yaşadığı Ankara'nın pek nezih bir semti. Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı Bülent Arınç'ın evinin olduğu yer. Bilindiği gibi bu tarihte, burada iki muvazzaf subay sokakta keşif ya da takip yaparken yakalandı. Ellerinde bir de kağıt krokinin olduğu bir kesim medyada yer aldı. Bir kesim yayın organı olayı görmezden geldi. Olay yargıya intikal etmiş durumda, soruşturma sürüyor. Konuyla ilgili TSK'nın yaptığı açıklamada, iddiaların asılsız olduğu, subayların orada bilgi sızdıran bir askeri takip ettikleri ileri sürüldü.
Dün ve bugün: Karşılaş(tır)ma
Zamanında ellerinde hiçbir delil, kanıt ve bulgu olmadan, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı ve Gaffar Okkan gibi karanlık cinayetlerin faillerini anında manşetlerine ve ekranlarına koro şeklinde taşıyan medya organları bugün Arınç'a suikast iddiasını bunca kuşkuya rağmen neden çürütmeye çalışıyor? Bu çaba neyin nesi?
Suikast iddiası doğru ya da yanlış... Vahim olan bir kısım medyanın TSK'nın avukatlığına sorgusuz sulasiz soyunmasıdır!
Faili meçhul cinayetler için anında kendisini yargı makamının üstünde görüp kamuoyunun bilincine gerçekleri saptırarak müdahalede rol alanlar, mevzubahis TSK olunca olayı örtbas etmek için bin dereden su taşıyor.
Bu gazetecilik açısından yaklaşımdaki niyet parçalanmasından başkaca bir şey değil.
1990'lardan bugüne kadar ses getiren ve toplumda infial yaratan cinayetleri, PKK ve İslamcıların üzerine yıkan gazeteciler ve televizyoncular, bugün, onca kuşku ve delile rağmen tutuklanan gerek emekli Ergenekoncu askerler için ve gerekse Çukurambar'da yakalanan TSK'ya bağlı faal özel harpçiler için "yok canım olur mu hiç öyle bir şey" demeye getiriyorlar!
Neden?
Sorunun cevabı neden demokratikleşemediğimizin de yanıtıdır.
Ve siz hala gerçek hayatta dört yanlışın asla bir doğruyu götürmeyeceğine inanıyorsanız, yanılıyorsunuz derim!
Ben inanmıyorum...(FA/EÜ)