"Marigold Oteli'nde Hayatımın Tatili" adlı filmdeki bazı İngiliz burjuvalarına, yaşlılıklarında toplum ve sistem tarafından dışlandıkları için Hindistan'a sıcak bir yuva bulmak üzere gitmeye karar verirlerken neredeyse acımaya meyilli olabiliyoruz. Oysa Arundhati Roy'un Outlook dergisinde yayımlanan makalesinde anlatılan memleketin gerçekleri göz önüne alınırsa yönetmen John Madden'in eski İngiliz kolonisini alışılan egzotik dekor fonksiyonuyla sömürmekten öteye geçemediğini görüyoruz.
Dünyanın güç ekseni doğuya kayarken Türkiye, Hindistan ve Çin'in gün geçtikçe önem kazandığı, oysa insan ve doğa haklarına saygının ters orantılı olduğu aşikâr.
Marigold Oteli
31'inci Uluslararası İstanbul Film Festivalinde gösterilen ve 27 Nisan tarihinde gösterime giren filmin başında emekliliğe epey yaklaşmış yedi kahramanımızı Britanya'nın nemli ikliminden kaçmak için geçerli mazeretlerle boğuşurken görüyoruz.
Kimi yeni ölen kocasının bıraktığı borçlar yüzünden yıllardır oturduğu evini satıp kendini çocuklarının yanına yerleşmek zorunda hissediyordur, kimi hayatı boyunca çalışmış olmasına rağmen eşiyle yaşlılar için dizayn edilmiş ruhsuz bir rezidansa ancak yetecek kadar para biriktirmiştir. Bir diğeri sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için uzun bir süre beklemesi gerektiğinden ırkçının önde gideni olmasına rağmen yurtdışında tedavi olmaya razı olur, bazıları ise son cinselliklerini yaşayabilme fantazileriyle yanıp tutuşmaktadır; torunlara bakıcılık yapmaktan gına gelmiştir.
Aralarında sadece hâkim Graham daha önce Hindistan'da yaşamış olması bir yana, zamanında gizli eşcinsel ilişki içinde olduğu sevgilisini terk etmek zorunda kaldığından yıllar sonra ona kavuşabilmeyi ümit etmektedir, Marigold Oteli adıyla sunulan ve iyi niyetli bir turist tuzağı olan maceraya seve seve kendini atar.
Judi Dench, Maggy Smith, Tom Wilkinson, Bill Nighy gibi tecrübeli oyuncular Oscar'larla donatılmış Âşık Shakespeare dışında Corelli'nin Mandolini veya Debt gibi duygusal ve ticari filmlerle tanınan John Madden'in yönetiminde rollerini rahatlıkla oynuyorlar. Kıvrak kamera hareketleri Hint müziğinin nadide tınılarıyla desteklendiğinde birbirinden muhteşem renklerin diyarı, hayatına anlam katmaya çalışan batılı karakterlerimiz için ideal bir set oluşturuyor. Slumdog Millionaire filminden tanıdığımız Dev Patel'in taahhüt ettiği cennet otelin gerçekle bir alakası yoktur fakat Hindistan'ın kendini her zamanki gibi cömertçe sunan dönüştürme gücü kısa zamanda etkisini gösterecektir.
Arundhati'nin feryadı
Her ne kadar esas kahramanlarımız olgunlaştıkça Hindistan'ın toplumsal bazı gerçekleri bize kısa anekdotlarla verilse de Slumdog Millionaire'de olduğu gibi Marigold'da da yerli fakirlerimiz esas konuya enerji katan unsurlar olmaktan öteye geçmiyor ve geleneksel dogmalar bir yana, günümüz politikalarının üzerlerindeki ezici etkileri adeta yok sayılıyor.
Ödüllü yazar Arundhati Roy'un bildirdiği gibi ülkenin birkaç zengin ailesi Hindistan'ın birçok sektörünün tekelini ellerinde tutuyor, petrol ve türevleri, yiyecek, yüksek eğitim, araştırma, medya ve iletişim gibi önemli alanlarda aynı anda söz sahibi olabiliyor, yalnız kendi ülkelerinde değil, birçok kıtada sermayelerini konuştururken inşa ettirdikleri muhteşem malikâneyle veya sahip oldukları kriket takımıyla fiyaka satıyorlar.
Bazıları maden yataklarını, doğal gaz kaynaklarını dilediğince sömürürken diğer yandan kamyon üretiyor, otel zincirleri işletiyor, kozmetik alanından yayınevlerine varan geniş bir yelpazede at koşturabiliyor. Gittikçe ivme kazanan özelleştirme sayesinde Hindistan'ın ekonomisi hızla büyüyenler arasında yerini alırken Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) öngördüğü reformlar sayesinde 300 milyonluk bir nüfus orta sınıfa terfi ediyor, 800 milyon kişinin topraklarından edilmesi veya borçlanan 250 bin çiftçinin intiharı pek kimseyi ilgilendirmiyor.
Çokuluslu şirketlere ve Wall Street ajanlarına toprak ve su kaynakları peşkeş çekilirken satın almadıklarını satmaktan ayrı bir zevk duyanlar mest oluyor. Ortaya çıkan yolsuzluk bir öncekinin ayıbını kolaylıkla örtüp unutturabiliyor. Dağlar, ırmaklar, ormanlar özelleştirilirken tüm bunlar "İlerleme namına" yapıldığından orta sınıf bundan çok da rahatsız olmuyor, açlık sınırında yaşayanlara karşı sürdürülen acımasız savaş ise tüm hızıyla sürmekte.
Direnenler Maoist terörist ilan edilip bazı durumlarda tarım yapmaları terörle eşdeğer görülüyor, buna da savaş değil "Yatırıma uygun atmosfer yaratma" deniyor. Köyler boşaltılıyor, tecavüzler, cinayetler yıkımlar birbirini izliyor. Sabıkalı Hint ordusu mensuplarına şüpheli gördüğünü öldürme yetkisinin verilmesine az kaldı. Zaten Maoist olduğunu itiraf etmesi için vajinasına taş doldurulan kadın hapiste kalmaya devam ederken fail polis memuru madalya alıyor.
Medya genelde taraflı olduğundan olaylar kesinlikle gizli tutulmaya çalışılıyor ancak mağdur olan halk ayaklanırsa durumdan haberdar olunabiliyor. Ülkenin kuzeydoğusunda 168 büyük baraj inşaatı öngörülürken Gujarat'ta 34 kilometrelik bir barajın tüm ekosistemi alt üst edeceği düşünülmeden proje tekrar gündeme alınıyor. Şaibeli girişimler söz konusu olduğunda bölgeler "Özel yatırım bölgesi" kalkanıyla donatılıyor.
Bir zamanlar güzellik yarışmalarından medet umanlar artık kültüre yatırım yapıyor, sinema, sanat, edebiyat festivalleri düzenliyor, dünya çapında sanatçılar, yazarlar, mimarlar, aktivistler, bilim insanları baş tacı ediliyor, ödüllere boğuluyor, gündemin ortasına oturtuluyor.
Hükümetin tasvip etmediği gazeteci, araştırmacı veya yönetmenler sınır dışı edildikten sonra giriş vizesinden mahrum bırakılabiliyor. İnsanlar ve hareketler vakıflar, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri sayesinde kontrol altına alındıktan sonra takip edilmekle kalmıyor, adeta ehlileştiriliyor.
Fakat günbegün foyası meydana çıkmakta olan ve gezegenin mahvolmasına ivme kazandıran kapitalist sistem daha önce sıkça başvurduğu savaş ve tüketim silahlarını eskitmiş durumda. Liderleri veya devletleriyle özdeşleşen iktidarsız güruhların sahte cennetlerle uyutulması faydasız, yaşlı Avrupa ve ayıplarını örtemeyen ABD'den ithal modellerden artık kimseye fayda yok. (MT/EKN)