Hafta sonlarının değişmez koyu sessizliğinde hapishane. Çalışmak, düşünmek için sessizlik iyi olsa da; bunda insanı rahatsız eden bir şeyler var.
Merdiven başındaki pencerenin önüne sıkıştırdığım küçük masamda, daldan dala konuyorum. Değişik ülkeleri, kentleri dolaşıp, sevgilime, oğluma ve dostlarıma uğruyorum...
Arada bir demir parmaklıklı penceremi dolduran masmavi gökyüzüne dağılmış ak bulutların dansına kayıyor gözlerim. Ve her defasında hayatımızın sınırlandırılmış olduğu gerçeği yüzüme çarpıyor.
Kandıra T2 tesislerine geldiğimden beri her akşam merdivenin başındaki pencereden en parlak yıldızı arıyorum. Açık pencerenin önünde durup parmaklığın yarattığı fiziki engeli aşmaya çalışıyorum. Bunun için kafama olmadık akrobatik hareketler yaptırıyorum.
Her defasında parmaklıklar kazanıyor. Payımıza düşen bir avuç gökyüzünde bir adet yıldız karşılıyor bakışlarımı. Gerçek bu olsa da, bıkmadan ve ısrarla her akşam gökyüzümüzde olmayan yıldız kümesi içinde en parlak yıldızı arayıp buluyorum. Ve ben kazanıyorum.
Sorgulama biterse hayat da biter
Mekânsal olarak yaşatılan bu sınırlandırılmışlık, esasında günlük yaşamda attığımız her adımın da bir parçası. Her yasakta, her sınırlandırılmışlıkta, her kuralda insan aklımız otomatikman bir mantık aramaya, itiraz etmeye, sorgulamaya yönelse de; çoğunlukla bunun bir karşılığı olmadığının farkındayızdır.
Ama yine de insan aklımız itiraz etmeye devam eder. Biliriz sorgulamanın, itirazın bittiği yerde hayatın da biteceğini.
Dört duvar arasında değişik uğraşlarla geçer zaman. Hapishanede düşünsel-entelektüel uğraşların dışında en zevkli işlerimden biri oldu; "toprak yapmak", çiçek, biber domates yetiştirmek.
Gebze hapishanesinde havalandırmamız büyüktü. Neredeyse buranın üç katı kadardı. Kış boyunca biriktirdiğimiz sebze, meyve artıkları/kabuklarını çayla karıştırıp çürütürdük. Güneş yüzünü gösterdiğinde, kurumaya bırakırdık atıkları toprak yapmak için. Ve 8 Mart kutlaması sonrasında ekerdik akşamsefası, sarmaşık, kadife çiçeği ve biber tohumlarını.
Her sabah ve akşamüzeri özenle sulayıp kontrol ederdik "bahçemizi!" Yeşerip topraktan baş kaldıran çiçeği ilk gören çığlığı basardı koşun diye.
A-8'de çöp kovasında büyüttüğümüz erik ağacının 2010 Şubat'ında kar altındaki havalandırmada tomurcuklandığını gördüğümde bütün koğuşu havalandırmaya toplamıştım sevinç içinde. Betona, betonu dayatanlara inat çatlaklarda boy veren yaban otların bile özenle sulayıp bakardık, bakıyoruz.
Betona nasıl alışılır?
2 No.lu Kandıra tesislerine geldiğimde, havalandırmanın küçüklüğü ve beton yığını haline alışmak zor oldu desem de; hala alışamadım. Yeşilin olmadığı bir beton yığını kuyuya insan nasıl alışabilir ki?
Böyle bir yerde yaşamak zorunda kalmak ile alışmak arasındaki fark elbette göz ardı edilmemeli. Bunun için kış boyunca meyve, çekirdek kabuklarını, maydanoz saplarını ve çay atıklarını topladık. Güneş havalandırmaya indiğinde atıkları kurutup, kavanozla ezip incecik bir toprak yaptı iki arkadaşımız.
Bir seremoniyle ekmişti tohumları Bilgi. Sonra da elinde bir çatal, az uğraşmadılar Gurbet'le, kurutulan topraktaki çiçekleri kurtarmak için. Havalandırma duvarları yüksek, kendisi de küçük olunca, güneş ısınları neredeyse yaz başında inebildi havalandırmaya.
Bu nedenle ilk posta ektiğimiz tohumlar çürüdü. İkinci defa ekmek gerekti tohumları. Biz akşamsefalarının, sarmaşık ve reyhanların boy atmasını beklerken; küçük peynir kutularından bin bir emekle büyütmeye çalıştığımız çiçekler bir anda yasak duvarına çarpıverdiler.
Çiçekler de tutsak
Mapusun çiçeği de tutsak olmuş. Hapiste olmak. Tutsak olmak. Yani yönetmeliklerin yasaklarıyla kuşatılmış bir hayata talim "etmek" demek ya... Her defasında itiraz etseniz de, dönüp dolaşıp "yönetmelikte yasak"a gelir söz. Ve nokta konulur.
Bilirsiniz yasaların yönetmeliklerin, uygulamaların merkezinde insanın olmadığını. Bütün bunların yapılırken insanın düşünülmediğini. Bunun için her daim mücadeleyi kendinize yoldaş kılmak zorunda olduğumuzu asla unutmayız.
Bir cuma günü rutin aramada onca emek verip yaptığımız toprağımız ve çiçeklerimiz "yassak" gerekçesiyle elimizden alındı. Sadece onlar da değil. 8 Mart'ta İzmit Barosu'nun gönderdiği etkinlikte dağıtılan ve kuruttuğumuz güller, Elbistan Hapishanesi'nden geldiklerinde arkadaşların birlikte getirdiği kurutulmuş güllerde gitti. Mantıki hiçbir açıklaması olmasa da, yönetmelik içeri canlı çiçek sokulmasını yasaklamış ya.
Bin bir emekle plastik peynir kaplarında büyüttüğümüz çiçeklerimiz de, kuruttuğumuz güller de bu yasak kapsamına dahil edilerek götürüldü. Götürenler görevlerinin gereğini yerine getirmiş olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyor olsalar gerek dünden beri.
Bizse her yasak duvarına çarptığımız anlardaki gibi çiçeklerimizin ellerimizden alınması uygulamasında insanın nerede olduğunu aramakla meşgulüz. Ha! Bir de "Nerede kalmıştık" demeden devam etmek gerekliliğini yerine getirmekle... (FE/AS)
* Kandıra 2 Nolu T Tipi Cezaevi, 20 Ağustos 2011