İnsan, egosantrik bir canlıdır. Yani benmerkezcidir ve olay-olgulara kendi merkezinden bakar.
Animist insan, kendisinden yola çıkarak yeryüzündeki diğer canlıların, hatta cansız varlıkların bile birer ruhlarının olduğuna inanmıştı. Bir geyiğin, bir ağacın, hatta bir kayanın bile...
Mitoloji insanına ne demeli? Tanrılarını bile kendi biçimlerinde tasvir etmişlerdi. Ksenophanes, tanrının birliğini ve değişmezliğini savunurken şöyle demişti:
“Fakat ölümlüler, Tanrı’nın da kendileri gibi doğurulduğunu düşünmektedir. Evet, eğer boğalar ve aslanların elleri olsaydı ve onlar da insanlar gibi resim yapabilselerdi, sanat ürünleri ortaya koyabilselerdi, Tanrı’nın resmini çizerken kendilerine benzeteceklerdi. Bu nedenle Etiyopyalılar kendi tanrılarını zenci ve küt burunlu, Trakyalılar ise kızıl saçlı ve mavi gözlü olarak resmederler.”
Din insanı ise Tanrı’yı insan formundan uzaklaştırmış, formsuz bir varlık olarak betimlemiş ama cennetindeki güzellikleri insana hitap edecek nitelikte resmetmiştir. Keza cehennemindeki acıları da... Melekleri de insan formunda betimlemiştir.
İdeoloji insanı da benmerkezcilik konusunda diğerlerinden geri durmamıştır. Yegâne hakikati kendisinin temsil ettiğini, dolayısıyla kurtuluşu da sadece kendisinin getirebileceğini iddia ederek, diğer tüm fikir ve ideolojileri yok saymıştır.
İnsanı, kişi olarak ele aldığımızda da yine aynı şeyi göreceğiz. Evet, kişileri bir arada tutan bir değerler merkezi vardır ama her kişi aynı zamanda bir kendinde merkezdir. O merkez yüzeyde de olabilir, derinde de olabilir ama hapsolunan bir kuyu misali sadece payına düşen gökyüzünü görmeyle sınırlı bir ufuk imkânı sağlar.
Bu, başka kişileri anlamayı da zorlaştırır. Zira kişi, kendi merkezinden bakarak, başka bir kişinin kendi merkezinden baktığı şeyi onun gibi görüp anlayamaz.
Çünkü ayrı kuyularda yaşayan insanların gökleri de ayrı olur. Birinin göğü bulutlu olabilirken, diğerinin göğü masmavi olabilir. Kuyular, aynı bulut parçasının gölgesinde olsa dahi, kişiler o bulutun ayrı kısımlarını göreceklerdir. Dolayısıyla bulut betimlemeleri farklı olacaktır.
Bulutsuz bir gökyüzü için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Bir kuyunun kadrajına giren bir kuş diğer bir kuyunun kadrajına girmeyebilir.
Kadrajına kara bir karga giren ve kadrajına ak bir güvercin giren iki ayrı kuyu sakininin gökte uçan canlı hakkında anlaşabilmeleri mümkün değildir.
Dolayısıyla başka kişilerin düşünüşleri, davranışları, yaşam ve ilişki biçimleri çok şaşırtmamalıdır. Kişiyi şaşırtan, hayretler içinde bırakan, hatta isyan ettiren cinsten olsalar bile... Zira kişiyi şaşırtan, hayretler içinde bırakan ve isyan ettiren şey, kişinin kendi göğünde gördükleridir.
Oysa berikiler son derece rahattırlar. Çünkü onlar kendi göklerinde, kişinin kendi göğünde gördüklerinden farklı şeyler görüyorlardır ve kişi, onların gördüklerini göremiyordur. Tıpkı onların, kişinin göğünü göremedikleri gibi.
Dolayısıyla sadece kuyuların değil, göklerin de ayrı olduklarını göz önünde bulundurarak çevresindeki düşünüş, davranış, yaşam ve ilişki biçimleri karşısında şaşırmamalıdır insan. Şaşırsa bile kendini kasmamalı, anlamaya çalışmalıdır. Hem, her anlamak onaylamak değildir.
Anlayabilmenin yegâne yolu da, başını kendi kuyusundan çıkarıp başka kuyuların göklerini görebilmekten geçiyor. (AB/APK/KU/SD)