Siyaset bilimci Dr. Zafer Yörük'ün Kuzey İrlanda ve Türkiye'de barış süreçlerini değerlendirdiği yazısının ikinci ve son bölümünü yayınlıyoruz. Yazının Kuzey İrlanda'daki barış sürecini aktaran ilk bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
İrlanda barış süreci üç ana bileşene bölündüğünde Türkiye'deki olası bir süreçle karşılaştırma ögeleri de elde edilecektir.
1. Siyasal Aktörler Arası İlişkiler:
a) Yazının ilk bölümünde belirttiğim gibi, Kuzey İrlanda sorunu, aynı bölgede yaşayan iki toplum arasında tarihsel kökleri olan bir çatışma biçiminde seyretmiştir. 'Kürt sorunu'nun barışçı çözüm açısından başlıca üstünlüğü böyle bir bölgesel çatışmayı içermiyor oluşudur. Hatta, karşılıklı kayıpların niceliği yanında Türk basın ve medyasının zaman zaman tavana vuran şovenist ajitasyonuna rağmen 25 yıllık çatışma, Türkiye genelinde ciddi etnik gerginlik yaratmamıştır. (Başbakan'ın da vurguladığı gibi, bu olguda, Katolik - Protestan gibi önemli bir dinsel bölünme yokluğunun payı önemlidir.).
b) Türkiye Devleti'nin barış görüşmelerinde 'muhatabı' olarak Demokratik Toplum Partisi'yle (DTP) Sinn Fein arasında bir benzerlik görmek mümkündür. DTP, PKK de dahil olmak üzere Türkiye'deki Kürt hareketinin bütününün seçilmiş temsilcisi olarak hareket etme yetkisini elde edebilme yeteneğine sahip görünüyor. Ama DTP-PKK ilişkisinin Sinn Fein-IRA ilişkisindeki doğrudan/organik niteliğe tam olarak sahip olmadığı da akılda tutulmalıdır. DTP, (Anayasa Mahkemesi'nin halen görüşmekte olduğu iddianamenin ve HEP'ten DEHAP'a nice parti kapatma hükmünde iddia edilenlerin aksine) PKK'nin yasal siyasal temsilcisi olarak varolan bir yapı değildir. Bu nedenle, barış sürecinde DTP ve PKK'nin ayrı aktörler olduğu ve DTP'nin bir çeşit 'dolaylı temsil' sıfatıyla hareket edeceği akıllarda tutulmalıdır.
c) Bugüne kadar Türkiye'nin duruşu, İngiltere'nin 1994 öncesi duruşu ile önemli benzerlikler arzediyor. Özellikle Margaret Thatcher, IRA'nın silah bırakmasını, herhangi bir Kuzey İrlanda temsilcisiyle görüşmenin önkoşulu olarak dayatarak barış sürecini sürekli kilitlemişti. Bu duruşun gerçekçi olmadığı sonunda görüldü ve İngiliz Devleti bunu bir önkoşul yerine görüşmeler sonucu varılacak hedef olarak kabul ettiğinde barış sürecinin önü açıldı. O halde, Türkiye'nin "güneydoğu sorunu"nun çözümü için PKK gerillalarının teslim olması şartını ciddi olarak gözden geçirmesi gerekebilir.
d) Kürt tarafındaki yekparelik bir avantaj teşkil ederken, Türkiye cephesinin bölünmüşlüğü, giriştiğimiz analojinin başlıca zayıf yanını oluşturuyor. Ama Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli'nin bugünlerdeki söylemleri ile Ian Paisley'in geçmişteki "teröristlerle" müzakereyi "vatana ihanet" addeden söylemleri arasındaki benzerlik yine de dikkat çekici.
Burada şunu da not etmek gerekiyor ki Türkiye'nin muhalefet liderleri, yalnızca kendi seçmenleri değil, devletin önemli bileşenleri adına da konuşuyorlar. Bunlardan başta geleni hiç kuşku yok ki Genelkurmay. Her ne kadar Genelkurmay, "ordu görevini yaptı, bundan sonra görev siyasal önlemlerde" mealinde bir açıklamada bulunmuşsa da, İlker Başbuğ'un son basın toplantılarından birinde bu "siyasal ve psikolojik önlemlerden" ne anladığını "pişman teröristler için rehabilitasyon merkezleri kurulması" olarak ifade etmiş olduğunu unutmayalım. Bu şartlar altında, muhalefet liderlerinin el ele kaldırmakta oldukları kazan, asker-bürokrat elitlerin gerçek bir barışa ikna edilmesi yönünde alınması gereken uzun yolun sembolü olarak okunmalıdır. Devletin farklı kanatları arasında bir anlaşma sağlanarak Kürt barışının bir devlet siyaseti halini alması sağlanmaksızın barış süreci, İngiltere - Kuzey İrlanda barışına kıyasla çok büyük zorluklar içerecektir.
e) Cumhuriyet tarihinin çeşitli evrelerinde Türkleştirmeye maruz kalmış bölge, ilçe ve köylerin Kürtçe adlarının restorasyonu, Kürtçe yayın ve eğitim üzerindeki yasakların kalkmış olmasına rağmen süregelen resmi baskılara son verilmesi gibi "jestler"in önemi dikkate alınmalıdır. Yine, cezaevlerindeki yüzlerce IRA militanının salıverilmesi, Kuzey İrlanda barışının önemli bir unsuru olmuştur. Bugün Kürt mahkumları merkezine alan bir "af" giderek bir zorunluluk halini almaktadır. Jestler arasında İngiliz devletinin resmi belgelerde "Ulster" adını kullanmayı durdurmasını yukarıda anmıştık. Umarız ki Türkiye devleti de benzer biçimde "güneydoğu" kod adından vazgeçerek bölgeye adıyla hitap etmeye bu süreç içinde alışacaktır.
2. Dış Arabulucuların Katılımı: ABD Senatörü George Mitchell'in varlığı, İrlanda barış sürecinde hayati bir rol oynamıştır. Aynı Mitchell günümüzde Başkan Obama'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi olarak atanmış bulunuyor. Dahası Mitchell'in, Cumhurbaşkanı Abdulah Gül'ün "barış için önemli bir fırsat var" açıklamasından bir hafta kadar önce Türkiye'yi ziyaret etmiş ve hem Gül hem de Erdoğan'la görüşmüş olması da anlamlı bir rastlantı olarak okunmaya müsait. 1995'te Clinton'un Gerry Adams'la Beyaz Saray'da görüşmesi, ABD'nin barış iradesinin sembolü olmuştu. Geçen hafta DTP lideri Ahmet Türk'le ABD Büyükelçisi arasında gerçekleşen görüşme sonucunda DTP'nin ABD'de temsilcilik açacağı kararının duyurulması, bu konjonktürde benzer bir sembolik değer taşımaktadır. Böylelikle ABD yönetimi, barış sürecine desteğini dolaylı olarak da olsa ilan etmiş bulunuyor. O halde yakın gelecekte barış sürecine ABD'nin bir dış arabulucu sıfatıyla daha fazla katılımını öngörmek için yeterli nedenimiz mevcuttur.
3. Bölgesel Güçlerin Rolü: Kuzey İrlanda barış sürecinin en önemli katılımcılarından biri (Güney) İrlanda Cumhuriyeti olmuştur. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin güneyde konumlanışı ve Türkiye Kürtleriyle özellikle Kürdistan Özerk Bölgesi'nin kuzey bölgelerindeki Kırmanci nüfusun yakın akrabalık ilişkileri, İrlanda Cumhuriyeti ile coğrafi benzerliklerden en önemlileridir. Kuşkusuz, Türkiye'nin iç barışı bütün bölge ülkelerini ilgilendiren bir konudur. Ama barış sürecinin ilerleyişinde, bölgesel güçler arasında Kürdistan Yönetimi'ne belirleyici rollerden birinin düşeceğini beklemek doğru olur.
Sonuçlar: Yangını Söndürmek ya da Yolculuğun Menzili
Dostoyevski, bir köyü yakan anarşistlerin eylemi üzerine şu sözleri söylemişti: "Yangın evlerin çatısında değil insanların kafasında." Çok uzun olmayan bir geçmişte birbirleriyle kıyasıya döğüşmekte olan İngiliz devleti, Kuzey İrlanda Cumhuriyetçi hareketi, Katolik toplum ve protestan toplum, bugün birbirleriyle uyum içinde yaşayacak ve çalışacak konumlara gelmiş bulunuyor. Bu dört unsurun herbiri için barış sürecinin başlıca yararı, "kafalardaki yangını" söndürebilmek olmuş olmalı.
Bugün Türkiye'de barıştan yana kesimlerde PKK'nin derhal silah bırakacağı yönünde iyimser beklentiler yükselmektedir. Öte yandan karşıt cephe, Türkiye'nin çözüleceği, "Kuzey Irak"la "güneydoğu"nun "Büyük Kürdistan Devleti" olarak birleşerek Türkiye'yi böleceği gibi korkunç kabusları körüklemektedir.
Bu arada, barış yanlısı kesimden "İskoçya Modeli", "Cezayir Modeli" gibi nihai çözüm önerileri, karşı cepheden ise "Peru" ya da "Sri Lanka" tarzı "sıfır çözüm" örnekleri ortaya atılıp durmaktadır. Oysa barış süreci, uzun bir müzakere sürecini gerektirir. Kuzey İrlanda'da görüşmeler tam 13 yıl devam etmiştir. Barış sürecinde taraflar masaya 'nihai son'a ilişkin spekülasyonlarla değil somut taleplerle otururlar ve aşama aşama, bugünden öngörülemeyecek sonuçlara varabilirler. Bu nedenle bu çalışmada 'Kuzey İrlanda çözüm modeli' önerilmiyor; bir 'barış süreci'nin seyri aktarılıyor. Birçok yolculukta önemli olan varılacak menzil değil yolculuğun kendisidir. Varılacak hedef konusundaki takıntımız yine de giderilmediyse şunu vurgulayabiliriz: Bütün spekülasyonların ötesinde, kanı durdurmak, ya da Dostoyevski'nin sözünü ettiği "kafalardaki yangını" söndürebilmek kendi başına yeterince değerli bir hedeftir.
Kürt barışı sürecinden en önemli beklenti, onyıllardır şovenizmin rüzgarıyla sürekli alevlenmiş "kafalarımızdaki yangının" tam olarak söndürülmese de kontrol altına alınması olacaktır; belki o zaman, bir halkın evlerinin çatısında yüzyıldır yolaçmakta olduğumuz "gerçek" yangın da küllenmeye başlayabilir.(ZY/EÜ)
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
* Dr. Zafer Yörük, siyaset bilimci. Britanya'da Essex ve Londra Üniversitesi'nde, 2007'de Erbil'de çalıştı.