"Tiştekî min heye,
her tişt tê re derbas dibe!
Ev çi ye?"*
Kürt halkı adeta top yekûn varlık ve yokluk üzerinden dil'i esas alarak epeycedir ucu açık bir mücadele yürütüyor. Bu mücadelenin "destek kıtaları" takdir edilmeli ki, hayli güçlendi. Başlardaki gibi değil elbette. Önceleri; savaşın, silahın, kan ve barutun hengâmesi içinde boğuluyordu(k). Şimdilerde salt "savaş ve şiddet varsa bu iş olmaz!" tezi üzerinden bir reddiye geliştiren mantıkla "mesele"nin hal yoluna giremeyeceğini savunanlara karşı, sorunun çözümüne dair kafa yoran öte yakadakiler şükür ki artık bir yerlerde buluşmaya başladılar.
Bu durum tek başına mücadelenin askeri boyutlarıyla alakalı değil elbette. Parlamentoda temsil ve son on yıldır da bölgede ağırlıklı bir yerel iktidar olmayı hissettirmekle de ilintilidir.
Ama kanımca bunlardan da öte, soruna tıkandığı noktada neşter atıp bypas yaparak model ve çözüm üretmekle de alakalı.
Seksen senelik ve ağırlıklı olarak adliye kapıları ve mahkeme koridorlarında, hâkim karşısında dil, kültür ve kimlik üzerinden bir varoluş mücadelesinin kanımca son düzlüğüydü 2010'un üç önemli Kürdî çıkışı.
İlki "Evet"çileri, bir de en çok "yetmez ama evet"çileri kızdırsa da kısmi anayasa referandumundaki "Boykot" tavrıydı.
Anayasanın kendisini de, teferruatını da, bir kısmını da "Biz bu oyunda yokuz" diyerek boykot eden Kürt tavrı bana göre son yılların en muhalif, en haysiyetli ve iktidara meydan okuyan siyasal tavrıydı. Nitekim doğruluğu çok kısa bir zaman dilimi içinde "ayniyle vakî" olarak kendini kanıtladı. İktidarın "Evet" dedirterek niyetinin ne olduğu kanıtlandı. İnanıyorum ki bugün böyle bir referandum yaşansa o gün "Evet" ya da "Yetmez ama Evet"in utangaç şakşakçılığını yapanların hatırlı bir bölümü tersi tavır alırlar. Siz bakmayın "yandaş medya"nın malum "gözde"lerine. İtibar etmeyin yazdıklarına. Sahi sizce onların iktidarın limanından başka sığınacakları yer, devleti âli'nin memurlarından başka selam verecekleri kişiler kaldı mı ki! Muktedirden çok, yüklendikleri "Evet" yükü onları ziyadesiyle ezdi çünkü. Bugünkü zevahiri kurtarmaya yönelik cırtlak sesleri ondandır, anladığım bu.
Kürtlerin siyasal olarak ikinci önemli tavrı, 2010-2011 eğitim ve öğretim yılının okullarda başlaması nedeniyle ülke genelinde yürüttükleri "Anadilde eğitim" ve "bir haftalık okulları boykot" kararıydı. Öylesine doğru ve Kürdün hangi siyasal durakta olduğuna bakılmaksızın içimi ısıtan bir çıkıştı ki; bütünüyle gücünü "Tevhid-i Tedrisat" ve "şark'ı ıslah etme"ye yönelik "Takrir-i Sükun Kanunları" üzerinden bir "Türk birliği" yaratmaya çalışan siyasal mantığı şaşkınlığa uğrattı. Bir gecede AKP, CHP ve MHP ağız birlik ederek kenetlendiler. İstedikleri kadar bağırsınlar, artık sadece evlerde, sivil toplum kuruluşlarında değil, eğitim kurumlarında bile "olası bir iki dillilik" arifesinde olunduğunun bilinciyle hazırlıklar yapılıyor, benden söylemesi.
Ve bu iki kararın "bingo"su ise "demokratik özerklik" oldu, tamamlamalıyım. Öteden beri Kürdü, Türkiye Cumhuriyeti'ne "ihanetle" eşdeğerde gören mantığa cepheden karşı bir salvoydu "demokratik özerklik" mevzuu. Kürdün istediği iyi ve yararlı işlerde bile "muhaliflik" sergileyen sıradan Türk bakışı "özerklik" meselesinde de bir kez daha tezahür etti. Federasyona, Bağımsızlığa bayrak açıldığı söyleminden tutun da Kürdün "muhanneti"ne varıncaya kadar ağzı olan konuştu.
2010'a "Kürt Siyasal Okumaları ve Model Sunumları" açısından baktığımızda damgayı vuran bu üç öğenin bundan sonra da hallice belirleyici olacağını bir kez daha vurgularsak ruh tazelenir.
Ve girizgâhta sorduk ya; "Benim bir şeyim var, her şey onun içinden akıp geçer. Bu nedir?"
Ziman-Dil...
İşte kilit noktası... Galiba bu nirengi noktalarını yakalamak için yeni bir dile ihtiyacımız var... (ŞD/EÖ)