* Fotoğraflar: Datça Belediyesi & Anadolu Ajansı (AA)
Küçük bir sahil kasabasına yerleşme hayali kuranlara nelerle karşılaşabileceği konusunda fikir veren yazılarımı hatırlarsınız. Bu da onlardan biri naçizane amaaaa az biraz farkla...
Türkiye'de ve hatta dünyada yaşanan ne kadar sorun varsa aynılarını küçük bir tatil kasabasında da görmek mümkün. Bunu bir kez daha ve de üstüne basa basa vurgulayıp altını da kalın uçlu bir kalemle çizeyim.
Önceki yazılarımda bu minnoş ve şahane küçük sahil kasabası hakkında detaylı bilgi verdiğimi hatırlamıyorum ancak bu yazıda durum biraz farklı olacak. Söz konusu sahil kasabası Türkiye'nin en batı ucunda bulunan ve popülerliği gitgide artan, belediye sosyal medya hesabından belediye hizmetimiymiş gibi doğal güzelliği paylaşılan Datça'dan başka bir yer değil.
Yaz aylarında denizinin tam da ihtiyaç olunur seviyedeki soğukluğu, nemin azlığı ve hafif esen rüzgarın sürekli temiz havayı taşımasıyla ünlü olan Knidos'taki gün batımlarının ve el değmemiş büklerinin/sahillerinin bütün sosyal medya hesaplarını süslediği Datça...
Evet bu saydıklarımın hepsi Datça'nın el değmeden önceki hali için geçerliydi. Şimdi ise bütün muhteşem görünümlü yerler gibi Datça da sorunlarla dolu bir yer. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve yurttaşınız olarak pek çok hizmetten ne yazık ki yararlanamadığımı yazacağım zehir zemberek bir yazı bu!
Hazırsanız başlıyorum:
Barınma
Hani dedim ya demin makroda yaşananın mikro seviyede kendini bulması diye... Barınma ve barınma hakkı Datça'da gerçekten oldukça büyük bir sorun. Yılın 3-4 ayı günlük ya da aylık olarak yazlıkçılara tahsis edilen evlerin bir kısmı sadece kış sezonunda 8-9 aylığına kiraya veriliyor.
Datça'da kendi evinin sahibi olmayanlar, ya vicdanlı ev sahipleriyle karşılaşmak için ellerini göğe açmak zorunda kalıyor, meditasyonlara oturup ev diliyor ya da fahiş fiyatlı evleri aralarında pay etmek zorunda kalıyor.
Buna karşın Datça'nın dağı toprağı ev doluyor ve dolmaya da devam ediyor. Bir kere geçtiğiniz yoldan bir daha geçince "Aaa, bunu ne zaman yaptılar buraya" diyerek şaşırmamak sonra da şaşırdığına şaşırmamak elde olmuyor.
Memurlar, öğretmenler, hizmet sektörü çalışanları ve hekimlerin burada barınması da pek kolay olmuyor. Yani anlayacağınız parayı basan evi alır ya da bırakmamacasına tutar... Ha, şunu da söylemek gerek; burada büyük şehirlerdeki gibi muhteşem iş imkanları ne yazık ki yok. Yani kazandığınızın tamamını kiraya vermeniz gereken bir durum da var.
Sağlık
Hekimler demişken; Datça'nın kelimenin tam anlamıyla en can alıcı meselesi olan sağlık sorununu dile getirmesem olmaz. Datça Devlet Hastanesi gerçekten Türkiye'deki pek çok hastaneden çok daha bakımlı ve düzgün. Ancak bakımlı ve düzgün olması Datça şartları için ne yazık ki yeterli değil. Buradaki amacım kimseyi suçlamak değil.
Gelen hekimler yukarıda bahsettiğim en temel sebep olan barınma ihtiyacını karşılayamadığı için kal(a)mıyor. Yaşlı nüfusu yoğun olan Datça'da kardiyoloji uzmanı yok desem... Bir de hiçbir bebeğin Datça'da doğmadığını söylesem... Çünkü Datça'da kadın doğum uzmanı da yok.
Özellikle yaz aylarında nüfusu artan doktora ahkam kesen, sorun çıkaran hastalar yüzünden kaçmak isteyen doktorlar da olduğunu biliyorum.
Datça'da alamadığı sağlık hizmetini alabilmek için, uzmanlara ulaşabilmek için 1 saat 20 dakika dön baba dönelim virajlarla dolu Marmaris-Datça yolunu gitmek zorunda olan bir halk var. Daha da uzmana, üniversite hastanesine gitmek için bu yol iki katı mesafeye, Muğla'ya çıkıyor. Kronik hastalık sahipleri için ise burası hiç uygun bir yer değil ne yazık ki...
Eğitim
Datça'nın en sevdiğim tarafı sosyo-ekonomik durumu her ne olursa olsun çocukların hepsinin aynı sıralarda öğrenim görmesi. Olan şey o kadar güzel ki, kimse kimseyi ayırmıyor/kayırmıyor.
Bir de şu orta okula taşınan ilkokul mevzu olmasaydı o zaman gerçekten eşitlik var derdik. Kumluk sahilinde bulunan ilkokul gerçekten depreme dayanıksız, altyapısı korkunç durumda olan bir yapı. Yenilenmesi şarttı. Ancak bu yenilenme kimsenin hakkını gasp etmeden ya da ilçe içinde minimum değişiklikle yapılsaydı olmaz mıydı? Olmadı!
Datça'da ortaokul öğrencilerinin bir kısmı şimdilik henüz gün yeni aydınlanıyorken derse giriyorlar. "Amaaaan canım sen de, biz de öyle ikili eğitimle büyüdük ne olacak ki!" dediğinizi duyar gibiyim.
Ancak henüz yeni açılmış ve okul nüfusu oldukça az, derslikleri yepyeni ve kapasitesi oldukça geniş bir okul varken neden böyle sıkış tepiş bir sisteme girişildiğini anlamak oldukça zor.
Ortaokul öğrenci ve öğretmenleri okuldan çıktıktan tam yarım saat sonra, kumluktaki ilkokul öğrenci ve öğretmenleri aynı sınıflarda derse giriyorlar. Datça gibi bir yerde binin üzerinde çocuk her gün aynı binaya girip çıkıyor. O bina da bu kadar yüke ne kadar dayanır, bilinmez.
Ulaşım
Bu bahsettiğim okul ve okul saatleri değişimi ulaşımla ilgili bir sıkıntıyı da gündeme getirdi. Bütün ortaokul öğrencileri takdir edersiniz ki okula yakın bir yerde oturmuyor. Üstelik bu çocuklar karanlıkta yola dökülüyor.
Okulların açıldığı hafta bizzat arayıp Muğla Büyükşehir Belediyesi'ne okul saatlerine uygun bir saate toplu taşıma konulması için talepte bulundum. Çünkü ilk otobüs 07.45'te başlıyor, ders ise 07.20'de başlıyordu. Bir ay sonra aradığımda talebimin reddedildiğini öğredim.
Hatta bazı devlet kurumlarınca, baĞzı okullara ücretsiz servis konulduğunu da öğrenince epey tepem attı. Ağzımı açıp gözümü yumdum ve ne yazık ki oluşturduğum taleple değil, oy verme, vermeme tehdidiyle çözüme ulaşabildim. Sonuç olarak o toplu taşıma artık 06.50'de çocuklar için çalışır duruma getirildi. Ancak Datça'da yaşıyorsanız sürekli toplu taşıma kullanmanıza imkan olmadığını mutlaka bir özel araç sahibi olmanız gerektiğini de söylemeden edemeyeceğim. Çünkü personel ve araç sayısının yetersizliği toplu taşımaya da etki ediyor.
Su
Datça'da su büyük sıkıntı. Hele ki yaz aylarında artan nüfusla birlikte sık sık sular kesilir. "Musluklardan tıs, ahaliden pes gelir..." ama nedense Datça'da her yerden oluk oluk su akar. Altyapısı olmayan sokaklar su içinde, çamur içinde kalır. Ararsınız MUSKİ'yi gelir tamir edermiş gibi yapar, gelen ekip sokağın köşesini döner dönmez su yine oluk oluk akmaya başlar, siz de telefona yapışır 756.977. kaydınızı bırakırsınız.
Özetle su sıkıntısı olan Datça'nın nedense dere yataklarına dönen sokakları vardır.
7 yıldır hiçbir kalıcı çözüm üretildiğini de görmedim desem... (Size bu satırları yazarken, kapımın önünden geçen borunun sızdırdığı sesi duyuyor, bir yandan da her tarafımıza bulaşmış çamuru temizlemeye devam ediyorum).
Ey yüce MUSKİ; lütfen artık kalıcı çözüm demekten ve her gün düzenli olarak kayıt bırakmaktan yoruldum!
Hazır demin, ulaşım demişken Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından bütün yaz ızdırap çektiğimizi, çekmemek için Betçe'deki dostlarımıza hasret kaldığımızı da söylemeden edemeyeceğim.
Datça'nın Palamutbükü, Ovabükü, Hayıtbükü gibi en güzel koylarının olduğu Betçe tarafında su ciddi bir sıkıntıydı. Muğla Büyükşehir Belediyesi çözümü Datça'nın kuzey tarafında bulunan ve daha sulak olduğu için tarım faaliyetlerinin daha çok yapıldığı Karaköy Mahallesi'nden Betçe'ye su hattı döşemekte buldu. "Bir sürü mühendis var, herhalde yanlış bir şey yapılmıyordur" diye düşünüyor insan ama aynı belediyenin mühendislerinin kimseye zararı olmayan hatta yararı olan Hızırşah Köyü'ne giden yolu kapattıklarını da travmatik bir şekilde hatırlıyor.
Neyse...
Bu boru hattı döşeme konusu Datça-Betçe yolunun virajlı yollarını tek şeride düşürdü ve kazaların artmasına sebep oldu. Bütün Datça ve Mesudiye yol yapımı sebiyle toz içinde kaldı.
Üstüne bir de 728 Hektar alanın yandığı Mesudiye yangını olunca...
Enerji
728 Hektar ağaçlık alanın yandığı, dört belediye çalışanının yaralandığı, binlerce hayvanın ya öldüğü ya da evsiz kaldığı Mesudiye yangını faili bulunmuştu hatırlarsanız: Trafo!
Yargılanmadı ancak bildiğim kadarıyla, yargılanamaz da... Çünkü onun adı: AYDEM!
Yazları nüfus yoğunluğundan, kışları ise düşen bir damla yağmurdan ötürüdür Datça'nın enerji sıkıntısı. Fahiş fiyatlarla boşuna internet satın almayın, bi çekiyor bi çekmiyor burada internet.
Ancak aynı şeyi elektrik için söyleyemeyiz. Fahiş fiyat ödeme garantilidir faturaları, dağıtıma gelince büyük sıkıntı. Sürekli voltaj gider gelir, gider gelir... Gider ve bir de bakmışsınız ki zor bela aldığınız elektronik eşyalarınızdan birini de yanında götürmüş.
Datça'ya bir damla yağmur düşse elektrikler kesilir, ikinci damlada medeniyet çöker...
Bu sene seller için alarmdayız. Yanan 728 Hektar alan bize bu kış sel olarak geri dönecek dostlar... Göz göre göre göre göre hem de... Kader değil, fıtrat hiç değil!
Tatilciler
2 metre arayla konan çöp kovaları yarım metre arayla bile olsa yine elinizdeki pek şişeyi fırlatıp atar çalıların arasına. İzmaritlerini diker. Kim mi? Siz tabi ki...
Bir de Eski Datça olmak üzere her yeri sadece tatil yeri olarak görür, orada da insanların yaşıyor olabileceğini hiç düşünmezsiniz. Derdiniz sadece 20 ya da 20 milyon takipçi sayılı Instagram hesaplarınızdan yayınlayacağınız videoyu, fotoğrafı paylaşmaktır.
Can Yücel'in "türbesi"ni sorar, sokağındaki taşı sökmeye varacak tuhaf davranışlar geliştirirsiniz. Plajlar sahiller sizinmişçesine davranırsınız, orada yaşayanlara, size hizmet etmeye çalışanlara, sokak hayvanlarına kötü davranırsınız. Paranızla sadece tatil yapmaya gelmiş gibi değil sokaklarını, sokak hayvanlarını, sahillerini, ağaçlarını hatta insanlarını bile satın almış gibi bir haliniz vardır.
Her gün defalarca uyarılsanız da siz o mangalı yakmak için yine elinizden geleni yaparsınız. Orman yangınları sırasında görevli personelin ayağına, parmak arası terlikleriniz, atletiniz ve şortunuzla dolanır, yangına gitmek ve oradan çekeceğiniz fotoğrafları, videoları paylaşmak için hem kendi hem de başkalarının hayatını riske atarsınız.
E hakkınız tabi; çünkü bütün kış sadece bu küçücük tatil için çalıştınız ve gidince de tatilden kalan borçları kapatmak için yine o kapalı alanlara gireceksiniz. İnanın siz gittikten sonra da buradaki insanlar sizin de bıraktığınız enkaz ile doğal afetler yaşamaya devam ediyor. Siz yine de amman arkanıza sakın bakmayın. Ne de olsa gözden ırak gönülden ırak...
Yangın ve doğal afetler
Datça'da herhangi bir afet durumu söz konusu olduğunda ilk 72 saat yarımadaya yardım gelmeme ihtimali olduğunu biliyor muydunuz?
Evet, Datça her ne kadar yarımada olsa da hem iklimi hem de ulaşımı açısından bir ada.
Herhangi bir doğal afet olduğunda burada olanlar birbirleriyle baş başa kalacak. Bunun için önlem olarak Datça'da yaşayanlar kendilerini ve çevrelerini eğitmeye gayret ediyorlar. Afet gönüllü sayısı her geçen gün artıyor. Komşu ilçelere ve illere de yardım etmek üzere hazır eğitimli ve akredite (yani doğal afetlerde gerekli mercilerce yönlendirilen) bir ekip var. Ancak bu ekibin çok ciddi de bir sıkıntısı... Araç! Ne acayip değil mi?
Siz buraya tatilci olarak gelip hoop gidiyorsunuz ya da burada yaşıyor ancak sadece durumlardan şikayetçi oluyor, sorunların ne olduğunu bilip bilmeden klavye şövalyeliği yapıyorsunuz.
Siz gidince buradaki insanlar bir başlarına kalıyorlar. En son siz gittikten ve şehirdeki evlerinize döndükten sonra Marmaris'te çıkan son orman yangını için geç de olsa hareket edilebilindi. Oysa o ekibin bir aracı olsaydı olay yerine daha hızlı erişim sağlayabilir, daha hızlı hareket edilebilirdi. Başka bir yazımda belki kurumun adını paylaşır, kampanyasından haberdar ederim ama şimdilik spoiler bu kadar. Sorusu olan DM lütfen!
Güvenlik
Bu konu çok ama çok can yakıcı. Bu sene tekel bayii sahibi bir arkadaşın öldürüldüğünü haberlerden okumuş olanlarınız vardır. Memleketin her yerinde olduğu gibi burada da giderek güvensizleşen bir ortam oluşmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde de bir kadın arkadaş akşam saatlerinde kuytuya çekilerek tacize uğradı.
"Bu can sana kurban olsun"*
"Küçük yerin büyük insanı olur".
Burada herkes büyük ama...
Herkesin her yaptığı büyük burada! Daha önce yaptıkları büyük, şimdilerde yaptıkları büyük, sonra yapacakları daha da büyük... Herkes her şey hakkında atıyor ama tutamıyor, dibine düşürüyor.
Yokluktan olsa gerek burada ne yaparsanız yapın çok beğeniliyor. Azıcık beğenisine, kulağına güvendiğiniz kişilerce tavsiye edilen bir performansı izlemeye kulak tıkacıyla, azıcık övülen bir sergiyi güneş gözlüğü ile gitmediğinize pişman eder nitelikte bir yokluk var burada. Çünkü ne yazık ki, Datça'da gerçekten sizi entelektüel olarak besleyecek doğası dışında pek az şey var.
"Erik Dalı" hariç! Üzerine düşünmeyi, konuşmayı hak eden gerçek bir baş yapıt, şarkı! Seviyorum bu şarkıyı ne yalan söyleyeyim. En çok da birleştirici olmasını. Çünkü her kim olursanız olun "Erik Dalı" çaldığı anda kollarınızı kaldırırsınız. Çünkü "Erik Dalı" aslında gevrek değil gerçektir. Gerçektir çünkü çalındığı anda herkes eşittir.
"Erik Dalı"nın varlığına karşın, diğer sahil beldelerinde olduğu gibi burada da müzikalitemiz müthişti. Ses seviyeleri de öyle elbette... Umarım ki önümüzdeki yaz müzik her anlamda makul seviyelere gelir.
Sözümü hiç kimseden sakınmadığım bu yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Tarafsızca, bir yurttaş olarak sahil kasabasında yaşamanın bedelini nasıl ödediğimi yazmak istedim. Buraya taşındıysanız da lütfen nüfusunuzu aldırmayı unutmayın, bir de arada bir kendi haklarınızı savunmak için sesinizi çıkarmayı...
Çözümlerin elimde olmasını çok isterdim lakin ben başkalarının da ortak olduğu sorunlarımı sadece yazıya dökebiliyorum... Bir sonraki seçim hakkıma kadar!
Küçük bir sahil kasabasında yaşayan yurttaşınızın serzenişini okudunuz.
* Fikret Kızılok'un 1989 çıkış tarihli "Yana Yana" albümünden bir şarkı "Why high one why", (severek dinlediğim, ezbere bildiğim şarkıyı sn yazılarından birinde kullanarak yeniden hatırlatan Burhan Şeşen'e teşekkürlerimle).
(ÖÇD/SD)