Azınlık kavramı, kimlik hakları, medya ve Kürtler, milliyetçilik, Kuzey Irak dâhil toplam dokuz başlık altında, elliye yakın sunuşun yapıldığı konferans, çok tartışılacak gibi görünüyor.
Özgür Gündem Gazetesi ve Demokratik Toplum Partisi'ne (DTP) yakın çevrelerin eleştirilerine hedef olan konferansa katılan konuşmacılar, bardağa dolu tarafından bakma yanlısı.
Katılımcılardan yazar Şeyhmus Diken'e göre konferanstan bir sonuç bildirgesinin çıkması gerekiyordu. Ancak konferansın üniversite çatısı altında düzenlenmesi önemli gelişme. Diken, İsmail Beşikçi'nin konferans sırasında ayakta alkışlanmasının, Türkiye'de Kürt sorunu konusunda katedilen yolu gösterdiğini söylüyor.
Doç. Dr. Mithat Sancar da Diken'le hemfikir. Sancar, konferansta kısır tartışmalara girilmediğini, sorunun makul bir üslupla ele alınıp irdelendiğini belirtirken, "farklı kesimlerin çağrılmadığı" eleştirisini haksız buluyor. Sancar'a göre zaten konferansın amacı Kürt sorunu konusunda tarafları bir araya getirmek değildi.
Konferansın konuşmacılarından Demokratik Toplum Partisi Eşbakanı Ahmet Türk, "Türkiye ilk defa böyle bir şeyin yapılması önemli. Geçmişte Paris'te bir Kürt konferansına izleyici olarak katıldığımız için partiden ihraç edilmiştik. Bu gelişmeleri küçümsememek gerekir" diyor ve ekliyor: "Elbette bir ilk konferans olduğu için de çözüm paketi sunma veya bu doğrultuda beklenti içinde olmak doğru değil."
Türk, bölgede sıcak ortamı yaşayan halktan insanların olmamasını, bedel ödemiş deneyimli insanların sayıca az olmasını ve medya oturumuna Ülkede Özgür Gündem gazetesinin çağrılmamasını birer eksiklik olarak değerlendirdiğini söyledi.
Konferansın düzenleyicilerinden Ümit Fırat ise, "bazı kesimlerin" Kürt sorununa dair tartışma zeminlerini kendi tekellerinde gördüklerini ve artık bundan vazgeçmeleri gerektiğini kaydediyor.
Fırat'a göre de konferansın önemli işlevlerinden biri, Kürt sorununa dikkat çektiği için yıllarca hapis yatarak bedel vermiş olan İsmail Beşikçi'nin hak ettiği alkışı almış olmasıydı. Fırat, konferansla hedeflediklerine ulaştıklarını, eksiklikleri ise bir sonraki konferansta gidereceklerini kaydediyor.
Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Empati Grubu'nca düzenlenen "Sivil ve Demokratik Çözüm Arayışları 1- Türkiye'nin Kürt Meselesi" konferansının ilgi çekici simalarından gazeteci Amberin Zaman ve avukat Rojbin Tugan ise, konferansta kadın katılımına dikkat çekiyor.
Zaman ve Tugan'a göre, Kürt kadınları kendi gelecekleri hakkında söz söylenen bu platformda seslerini rahatlıkla duyurabildiler. Tugan da diğer katılımcılar gibi, Beşikçi'nin ayakta alkışlanmasını en etkileyici anlardan biri olarak işaret ederken, başka bir hususa dikkat çekmeyi ihmal etmiyor: "Kürtler sadece silahla özdeş tutulmamalı. Kürt sorunu sadece bu boyutuyla ele alınmamalı. Bu sorundan dolayı acılar çeken Ayşe teyzelerin hikâyelerini unutmamalıyız."
Kürt sorununun aslında Türk sorunu olduğunu vurgulayan Amberin Zaman da Baskın Oran gibi, konferansın bir "ağlama duvarına" dönüşmemesini olumlu buluyor.
Zaman'a göre konferansta "duygusal anların" az yaşanması, Kürtlerin acılarının Ermenilerinkinden farklı olarak daha sık konuşuluyor olmasından kaynaklanıyor.
Baskın Oran ise bunu, Türkiyeli Kürtlerin Kuzey Irak'taki gelişmelerden aldıkları güvene bağlıyor ve ekliyor; "Bu olumlu bir gelişme".
Konferansın en ilgi çekici sunumlarından birini yapan Doç. Dr. Mesut Yeğen ise konferans sonrasında fazla söze gerek duymuyor. Yeğen, konferansın Demokratik Toplum Hareketi'ni dışlama, dışarıda tutma eğilimi gösterdiğini belirtiyor.
Ümit Fırat bu eleştiriye şu yanıtı veriyor: "Kürt meselesinin tartışılması kimsenin tekelinde değil. Ayrıca Ahmet Türk, zaten DTH'nın görüşünü dillendirdi. Başkalarını çağırsaydık, onlar da Türk'ten farklı bir şey söylemeyeceklerdi."
DTP Eşbaşkanı Türk ise dışlanma yönündeki değerlendirmelere ilişkin, "DTP kesiminden çok az insan çağrılmıştı. Ama konferanstaki tartışmalarda DTP merkezdeydi. Gözler DTP'deydi, DTP ne söylüyor? DTP ne söyleyecek? Yorumların çoğu bunun üzerinden gelişti" diyor.
Bianet, Konferansın ertesinde katılımcılara ve konuşmacılara sordu, onlar da değerlendirdi."
Yazar Şeyhmus Diken: Kırk yıl önce, kırk yıl sonra
Kırk yıl önce Kürtlerden söz ettiği için akademiden atılan ve akademisyen kimliği elinden alınan İsmail Beşikçi'nin kırk yıl sonra, Kürt meselesinin tartışılabildiği bir üniversitede Türk akademisyenler tarafından ayakta alkışlanması, Türkiye'nin verdiği aşama açısından çok kayda değer.
Bu bir değişim ve dönüşümün göstergesidir. 'Türkiye'nin Kürt Meselesi' konferansına bu gözle bakmak gerekir. Temsiliyet ve katılımcılık açısından eksikleri olmakla birlikte, konferansın yapılmış olması asıl önemliydi. Konferans Türkiye'de birtakım tabuların bilim merkezlerinde de yıkılması anlamında etkili oldu.
Konuşulan her tabu yıkılmış olmuyor ama gönül isterdi ki bir sonuç bildirgesi olsun. Organizasyonun kalıcılığı ve somutluk kazanması açısından önemliydi. Çünkü böylece konferanstaki temel tema, Türk kamuoyuna deklare edilecekti. Umarım bir sonraki konferans, 'sorunun toprağında', yani Diyarbakır'da olur ve eksiklikleri burada giderilir.
Doç. Dr Mithat Sancar: "Hitap kabiliyeti" olan bir konferans
Bence başlangıç olması itibariyle iyi bir organizasyon oldu. Ama eksiklikler de vardı. Katılımcıların eksik olduğu, başkalarının katılabileceği konuşulabilir. Ama bu tür konferanslarda bu hep olur.
Kürt sorununun tartışılması iddiasıyla yapılan bu konferansta kısır tartışmaya gitmemesi iyiydi. İlk değil bu konu. Ama Türkiye'de 'hitap kabiliyeti olan' bir konferans oldu. Genelde olumlu bulundu, karalamalar pek yapılmadı. Bu da genel bir tartışmayı canlandırması bakımından iyi bir gelişmedir.
Konferansta her kesimin temsil edilmediği eleştirisini haklı bulmuyorum. Ona bakarsanız Bedri Baykam da bu tartışmanın muhatabı olduğunu söylüyor. Ama herkesi getirmek, tartıştırmak teknik olarak da mümkün değil. Ayrıca bu, arabuluculuk konferansı değildi ki. İki tarafın katılacağı bir konferans değildi.
Konferansta Kürt meselesinin her boyutuyla konuşulmadığı söylenebilir. Zaten düzenleyiciler de böyle bir hedefleri olmadığını söylüyorlar. Ama bir başlangıç olarak bunun olabilecek en geniş çerçeveyi çizdiğini düşünüyorum...
Konferansta Kürt hareketine yönelik eleştiriler çoğunluktaydı. Kürt hareketine yönelik benim de eleştirilerim oldu. Ama dile getirilen eleştiriler saldırı değildi. Kimse küfredip itibarsızlaştırmak niyetiyle konuşmadı. Devlet politikaları da tartışıldı, eleştirildi.
İndirgemeci, dar eleştiriler yapılmadı. Bence bu da Kürt hareketi için bir şanstı. Bu kadar dar bir zaman içinde, bu kadar fazla dile getirilen meseleler, bir başarıydı. Kimse kimseyi karalamaya çalışmadı. Irkçı-milliyetçi çevreler söylemedik bir şey bırakmadılar. Aynı yaklaşımı başka açılardan başka çevrelerden görmek üzücü. Sanki bu bir komplonun parçasıymış gibi değerlendirmek yanlış.
Gazeteci Namık Durukan: Konferans iyi oldu ama...
Genel çerçevesi çok iyi, belli bir disiplin vardı. Organizasyon çok iyi. Ama orada bir mesaj verilmedi. Bir mesaj çıkmadı. Herkes kendi görüşünü söyledi ama çözüme yönelik açıklayıcı bir bilgi yoktu. Kürt sorununun tanımı her platformda dile getirilir ama çözüm için nelerin yapılabileceğini her yerde konuşmak anlamlı değil. Bu konferansta ise meselenin bu yönü daha fazla irdelenmeliydi.
Ancak, sorun tam olarak ortaya konmadı aslında. Değişik kesimlerden gelen insanlar soruna daha çok kendi görüşlerini kattılar. "PKK silah bıraksın" derken bu silahların hangi şartlar altında bırakılacağına dair bir görüş belirtilmedi.
Devletin bu konudaki politikaları tam irdelenmedi. Ama gelinen noktada böyle bir konferansın yapılması çok faydalı. Kürt sorununun artık demokratik zeminlerde tartışılmasının önünü açması bakımından çok iyi.
Doç. Dr. Mesut Yeğen: DTH dışı bir adres yanlış
Konferans, içeriği bir yana, bence bir olay olarak iyi oldu. Fakat basında nasıl anıldığına bakınca, öyle beklenen alaka gösterilmediği görülüyor. Benim de konferansta dile getirdiğim gibi DTH'yi dışlama görüşü egemendi.
Bence bu yanlış. DTH dışında bir adres aranması yanlış. Beyan edilen fikirlerin çok orijinal olduğunu söylemek mümkün değil.
Konferans sırasında zaman zaman Türkiye'de Kürt meselesinin oluşumuna katkı yapan aktörleri mi konuşuyoruz yoksa Kürt hareketinin kusurlarını mı konuşuyoruz diye düşünmekten kendimi alamadım.
Elbette Kürt hareketine yönelik eleştiriler de dile getirilmeli ama meseleyi ortaya çıkaran aktörlere dair değerlendirmeler daha fazla öne çıkarılabilmeliydi.
Prof. Dr. Baskın Oran: "Ağlama duvarı"nın olmaması önemli
Çoktan beri bir Kürt konferansı yapılmamıştı. Bu da Ermeni Konferansı'nın rüzgârıyla yapıldı. Aslında bu tür konferansların iki yılda bir yapılması uygundur. Çünkü soruna dair bir gelişme olup olmadığı bu şekilde görülebilir.
Ayrıca ben baskı altında olan veya kendini öyle hissedenlerle ilgili toplantılarda hep bir 'ağlama duvarı' görürüm. Mesela Ermeni diasporası öyledir. Fakat bu toplantıda bu eğilimin azaldığını gördüm.
Bu da büyük olasılıkla Kuzey Irak'taki gelişmelere bağlıdır. Yani bizim Kürtler bir özgüven kazanmışlar. Ağlama duvarı, birtakım haklar istemeye zemin teşkil eder ve zayıf bir zemindir. İnsanları sıkar.
Bu eğilimin azalmış olduğunu gördüm ve bu iyi bir gelişme. Diğer yandan, Kürtler'de savaş karşıtı bir eğilim gördüm. Ama bu, herkesin çağrılmamış olmasından da kaynaklı olabilir.
Kürt sorununun tanımının yapılmadığına ilişkin eleştirilere yönelik şu değerlendirmeyi yapayım: Kürt sorununun ne tanımı olacak ki! Nasıl tanımlanabilir ki bu sorun. Sondan bir önceki oturumda bu söylendi: Kürtler ne istediklerini bilmiyorlar. Çünkü çok farklı Kürtler var ve farklı şeyler istiyorlar. Bu talepler de bu türden konferanslarla netleşecek
Ben konferansın çok ilgi gördüğü kanısında değilim. Çünkü reklâmı yapılmadı. Ayrıca, her şey zıddıyla vardır: Bu sefer neo-faşistler yoktu, üniversitenin kapısında. Ermeni Konferansı'nda varlardı, çünkü Ermenileri Kürtlerin ve Türklerin düşmanı olarak görüyorlar.
İkincisi, Emniyet iyi tedbir aldı bu sefer. Üçüncüsü, neo-faşistler bu tür eylemlerle kendilerini yeteri kadar rezil ettiler...
Ayrıca, bu konferans "Kürt tabusunu" yıkmış değil. Kürt tabusu 1988'den beri yıkılmış bulunuyor. Yani ilk kitlesel Kürt göçünün ardından, Genelkurmay'ın "Kürt göçü" demesinden sonra bu tabu aşıldı. Şu anda "Kürt" ve "Kürdistan" Türkiye'de bir tabu değildir.
Konferansın şekline dair de şunu söyleyeyim: Bu tür panellerde panelist sayısı üç olur ve her panelist 20 dakika konuşur. Sorular sorulur, kimsenin korsan bildiri yapmasına izin verilmez. Bu açıdan panel yöneticisinin fevkalade diktatör olması şarttır. Konferansta bu açıdan sıkıntılar yaşandı.
Gazeteci Amberin Zaman: İlk defa kadınlar da erkeklerle eşit konumda
Elbette konferansta Kürt meselesi yeteri kadar konuşulmadı. Ama her şeyin tartışılıp çözüleceği iddiası taşıyan bir konferans değildi. Bence bu konferans, sorunun tartışılması için bir başlangıç olarak tasarlandı. İlk defa bir akademik ortamda, Türk veya Kürt olsun akademisyenlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin, bir araya gelip oldukça dürüst ve samimi şekilde konuştukları bir toplantı oldu.
İlk defa kadınları da erkeklere eşit bir konumda konuşuyor, tartışıyor gördük. Bu Kürtler açısından çok önemli bir gelişme. Çünkü her ne kadar erkekler dışa son derece demokrat, eşitlikçi gözükseler bile aile ve ev hayatlarında çok farklı davranıyorlar.
O anlamda bence çok yararı oldu. Hatta şunu da gördük; bazı beyler, bazı kadın kuruluşu temsilcilerini konferansta yanlarında görmeyi yakıştıramadılar kendilerine.
Kürt siyaseti içinde de hiyerarşik bir yaklaşım hâlâ yaygın. Her ne kadar modern olsalar da söylemleri eşitlikçi de olsa, bazı temel reflekslerinden arınmamış Kürt siyasetçiler var. Ancak buna rağmen gördük ki katılımcı ve konuşmacı Kürt kadınları harika konuştular, kendilerini savundular, ellerini masaya vurdular.
Konferansta aslında "ağlama duvarı" olmamasının sebebi Kürt meselesinin ilk defa tartışılıyor olmamasıydı. Zaten bu konferansın Osmanlı Ermenileri Konferansı'ndan farkı da buydu.
Konferansta, kaygı verici düzeyde yaygın olan şiddet ortamına nasıl son verileceği üzerinde kafa yoruldu. İnsanlar fikir beyan etti. Bence en ilginç olan şey, istisnasız herkesin şiddet karşısında durmasıydı. PKK'nın silahları bırakması gerektiği vurgulandı. Siz silahları bırakın, gerisini biz hallederiz gibi bir hava hâkimdi.
Kürt sorununu çözülemeyecek bir sorun olarak koyarsak, çözülmemesi için gayret gösterenlere yol açılmış olur. Kürt sorunu çözülürse, Türkiye'nin demokrasiyle ilgili bir çok sorununu çözmüş oluruz. Bu soruna Türkiye'nin Kürt sorunu dedik ama bence sorun, Türkiye'nin Türk sorunudur. Biraz da bu yönden bakmakta fayda görüyorum.
Avukat Rojbin Tugan: Ayşe teyzelerin hikâyesi
Konferansın üniversite çatısı altında yapılmış ve önemli şahsiyetlerin görüşlerini sunduğu, Türkiye'deki aydınların katılımının sağlandığı bir organizasyon olması çok önemliydi. Kürtlerin de Türk aydınlarının da kendilerini ifade ettikleri önemli bir konferanstı. En önemli şey de üniversite dünyasında, ömrünün büyük bir bölümünü hapiste geçiren İsmail Beşikçi'nin yıllardır ihmal edilen alkışını almasıydı.
Ayrıca, kadınlar ilk defa Kürt sorununun tartışıldığı bir mekânda varlar. Bunun yanında, ben kendi adıma çok basit bir dille, kimsenin görmediği, unuttuğu, sıradan bir kadın hikâyesini anlatmaya çalıştım. Kürtler sadece silahla özdeş tutulmamalı. Kürt sorunu sadece bu boyutuyla da değerlendirilmemeli. Bu sorundan dolayı acılar çeken Ayşe teyzelerin hikâyelerini unutmamalıyız
Kürtler bu meseleyi yeni konuşmaya başladılar. Önce birbirimizi dinlememiz gerekiyor. Nedir, sorun nedir. Teorize edilmiş sorun dışında, gerçek nedir? Teorisini yapıp raflara kaldırdığımız sorunun kendisini, Ayşe teyzelerin acılarını da dikkate alarak tartışırsak, sorunun tanımını daha kolay yaparız.
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk: Bir diyalogun başlangıcı ve bu anlamda ilk
Türkiye ilk defa böyle bir şeyin yapılması önemli. Geçmişte Paris'te bir Kürt konferansına izleyici olarak katıldığımız için partiden ihraç edilmiştik. Bu gelişmeleri küçümsememek gerekir.
Öteden beri Türkiye'nin sorunu olan Kürt Sorununun Türkiye'deki demokratlar ve aydınlar tarafından tartışılması, bu konuda bazı projelerin ortaya konulması ve doğrultuda çalışmaların geliştirilmesi bir başlangıç olarak olumlu.
Elbette bir ilk konferans olduğu içinde çözüm paketi sunma veya o bu doğrultuda beklenti içinde olmak doğru değil. Ama bir diyalogun başlangıcıdır ve bu anlamda ilktir. İnanıyorum zaman zaman bu tip konferanslarla farklı mekanlarda tartışmalar gelişirse kamuoyunda da bir ilgi uyanır. Kürt sorunun bir ülke sorunu olarak çözümü konusunda bazı şeyler ortaya çıkar.
Önemli olan aydınların ortaya koymuş olduğu tavır elbette ki hepsi birbirinden farklıdır. Önemli olan aydınların demokratların ülkesinde var olan bir sorunun çözümü için katkı sunması. Bu katkıyı sundukları zaman inanıyorum ki kamuoyunda da insanlar tartışır. Her zaman söylediğim gibi Türkiye bütünlüğü içinde bir çözüm bulma şansını yakalamış oluruz.
Türkiye'de artık silah kan üzerinden ne siyaset yapmaya ne de bu sürecin devam etmesinde hiç kimsenin yararı yok. Belli bir noktaya çekme belli bir tartışma zeminini yaratma, belli projeleri ortaya koyma ve sunma gibi görevimiz var.
O bölgede sıcak ortamı yaşayan halktan bazı insanların çağırılıp, aydınların demokratların akademisyenlerin bunları dinlemesinde yarar vardı. Bölgede bedel ödemiş belli şahsiyetler, deneyimi olan insanlar sayıca çok azdı. Basınla ilgili oturuma bu süreçte en çok insanın kaybeden, gözaltına alınan, işkenceye uğrayan, binası bombalanan Ülkede Özgür Gündem Gazetesi çağrılmamıştı. Bunları birer eksiklik olarak değerlendiriyorum. Ama bütün bunlar rağmen böyle bir süreci başlaması olumlu.
DTP kesiminden çok az insan çağrılmıştı. Ama konferanstaki tartışmalarda DTP merkezdeydi. Gözler DTP'deydi, DTP ne söylüyor? DTP ne söyleyecek? Yorumların çoğu bunun üzerinden gelişti.
Aydınların akademisyenlerin başlattığı bu konferansların yaygınlaştırılması bunun daha geniş kesimlerde zaman zaman böyle bölgede Diyarbakır gibi merkezlerde düzenlemeli. Farklı bölgelerde bunu yaygınlaştırıp sürdürmek gerekiyor.
İki günlük konferanstan çıkan sonuç şuydu: Çatışmalar ve Kürt sorununun çözümü, dar silah ve şiddet mantığıyla gitmez. Aynı şekilde Kürt sorununu asayiş sorunu olarak görme mantığı da doğru değildir. Bu iki mantığa karşı mutlaka bir şeylerin geliştirilmesi gerekir. Bir sorun varsa bu silahla çözülmez, bunu demokratik boyutları demokratik projeleri ortaya konularak mesafe alınır inancı egemendi.
Yayıncı Ümit Fırat: Cumhuriyet tarihinde bir ilk
Biz hedeflediğimiz şeyi yaptık. Kürt meselesini çok meşru, saygın bir ortamda konuşabilecek insanların buluşması, bu meselenin çatışma dışında, kin, düşmanlık yüzünde birbirinden uzaklaşan kitlelerin dışında, birbirini konuşarak, dinleyerek anlayan insanların buluştuğu bir toplantıydı.
Bir yandan intihar eylemleri, patlamalar sürerken, bir yandan da Kürt meselesinin saygın bir şekilde konuşulduğu haberlerinin gazetelerde yer aldığını gördük.
Kürt sorununun tarihsel arka planı tartışıldı. Birinci Dünya Savaşı'ndan, Osmanlı İmparatorluğu'na, Lozan'dan, çok partili hayata dönüşten söz edildi. Kürt sorununun kaynaklandığı unsurlar belirtildi.
Kürt meselesinin yeteri kadar açıklanmadığı söylenebilir ama... Egosantrik yaklaşımla bu mesele çözülemez. Ben yoksam çözüm de yoktur, demekle olmaz. Oradaki insanlar yaşadıkları toplumun dramını anlattılar. Kimi zaman ağlattılar, kimi zaman esprilerle güldürdüler. Kürt sorunu felsefi metinlerle de anlatılabilir, hayatın içinden hikayelerle de.... Eğer bir Kürt sanatçısı, 'sahneye çıkmamız için sabıka kaydı istiyorlar' diyorsa, Kürt sorunu budur. Neden Rojbin Tugan'ın anlattığı öykü, Adapazarı'ndaki başka bir kadın tarafından anlatılmıyor ya da yaşanmıyor? Kürt sorunu budur işte.
Azınlıklar, göçler, diasporadaki edebiyat hep Kürt sorunudur ama Kürt sorununun tamamı bu değildir elbette. Bu konuda binlerce sayfa yazabilirsin ama yine de binlerce sayfayı eksik bırakırsın.
Kürt milliyetçiliği ile ilgili tartışmalara gelirsek: Kürt sorununu üzerinde taşıdığını ifade eden yapı, acaba Kürt milliyetçiliğini mi yoksa Kürt radikalizmini mi ifade ediyor? PKK milliyetçi midir değil midir, bunu tartışmak gerekiyor. Belki bu konuda kafa yormuş insanlar toplanır konuşur. Milliyetçilik gerçekten milletlerin başına bela açıyor. Ama acaba Kürtlerin durumu bu mudur? Kürtler açısından böyle mi?
Biz "Türkiye'nin Kürt Meselesi 1" diyerek kendimizi bağladık. Böylece insanlar, ikincisini ne zaman yapacağımızı sormaya, bu da bizi motive etmeye başladı. Yeteri kadar konuşulmayan hususları, inşallah ikinci konferansta konuşuruz.
Bu konferansta yeterince konuşulmayan, göçler, köye dönüşlerin imkânı vs. oldu. Bunlar daha çok konuşulmalıydı. Diyarbakır'a göç eden insanların sorunlarıyla İstanbul'dakilerin sorunları aynı mıdır, çoluk çocuk ne yapıyor, bunlar için çözüm var mı? Milliyetçilik, Irak olayı, özetle her şey yeniden tartışılabilir.
Bu toplantının çok önemli bir yanı da; Kürt meselesinin üniversite çatısı altında tartışılıyor olmasıydı. Bu, cumhuriyet tarihi açısından bir ilkti.
"Ahmet Türk, Ahmet Türk olduğu için çağrıldı"
Gazete sütunlarının birinde, canlı bomba ve ölüm haberleri yer alırken, diğer sütunda insanların Kürt meselesini son derece nezih bir ortamda konuştukları haberinin yer alması anlamlıdır. Demek ki birtakım insanlar, konuşarak bir yerlere varma ihtiyacı duyuyorlar ve bunu yapıyorlar.
DTP'nin dışlandığı görüşüne katılmıyorum. DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir geldi. O kesimden daha fazla insan çağırsak, farklı bir şey mi söyleyeceklerdi? Ayrıca biz sivil bir düzenlemeyiz ve herkes orada eşit harklara sahipti. Biz şahıslara çağrı yaptık. Ahmet Türk'e de doğrusu DTH başkanı olduğu için değil, Ahmet Türk olduğu için başvurduk.
DTP'liler de kendi görüşlerini söylediler: operasyonlar dursun, çatışma dursun, genel af çıksın, dediler. Üç yıl önce de bunu söylüyorlardı.. Bizim konferansta da bu ifade edildi. Başka ne söylensin ki! Bu konuda bizi eleştirenin amacı üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek.
Konferansın amacı, tarafları bir araya getirmek değildi. Tarafları bir araya getirmek, tarafların bir araya gelme ihtiyacından doğar. İsmail Beşikçi, 36 yıldır ilk kez, bir üniversite ortamında akademisyenlere bir konuşma yapma şansı buldu. Bu, Beşikçi açısından, 'topluma' ve kamusal mekânda yürütülen Kürt meselesi tartışmasına yeniden dönmesi anlamına geliyor. Konferansın ikinci günü ayakta alkışlanması, bir nevi ödüllendirilmesi anlamına gelir. Bence o alkış, hayatının en büyük ödülü ve hak ettiği bir ödüldü. Sağ olsun Prof. Baskın Oran, salonu bu alkışa davet etti. Çok da iyi etti.