Kobanê Davası’nda asıl suçlama konusu edilen, 6-8 Ekim 2014 günlerinde yaşanan ve kararda alfabetik sırayla Adana ve Adıyaman’dan Van’a kadar sıralanan olaylarla ilgili yargılanan tüm siyasetçiler hakkında beraat kararı verildi. Böylece Halkların Demokratik Partisi’ni meydana gelen insani ve maddi kayıplardan sorumlu tutmaya dönük komplo amacına ulaşamadan kaldı.
Kumpasın boşa düşmesinin
diyeti eş başkanlara çıkarıldı
Açıklanan kısa karardaki “sanıklar hakkındaki ortak hükümler” başlıklı uzun bölümde verilen bu beraat kararıyla birlikte 24 siyasetçi hakkında birleşen dosyalar ve diğer suçlamalarla ilgili verilen onlarca yıllık hapis cezalarıysa haklı olarak büyük bir öfkeye yol açtı. Zaten bir hukuki fiyasko olarak açılan davada kumpasın boşa düşmüş olmasının diyeti, eş başkanlara verilenler başta olmak üzere yüksek cezalarla telafi edilmek istendi. Bu cezaların da asgari hukuk normları içerisinde verilecek adil bir kararla ortadan kalkacağından kimsenin kuşkusu yok. Ama hepimiz için birileri büyük bedelleri ödemeye devam ediyor.
Karar duruşmasında Erdoğan ve Bahçeli’nin bir tarafında yer aldığı Sincan’daki davanın karşı tarafında DEM Parti ve sosyalist güçler, etkin katılım sağlayan bir CHP, emek örgütlerinden, kadın ve inanç örgütlerine kadar geniş siyasal ve toplumsal koalisyon vardı. Van’a kayyım girişimini boşa düşüren muhalefetin ortak tutumunun bir benzerine tanık olduk. Muhalefetin mahkeme salonu önünde birlikte verdiği fotoğraf, kumpasın dışarıda, toplumsal alanda da boşa düştüğünü net bir biçimde ortaya koydu. Dolayısıyla Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir müsabakanın sonunda verilen puanlar gibi duyurulan kararı, ceza ve beraat kararlarından çok daha fazlasını anlatıyor.
6-7 Eylül mirası: Muhalefeti yargı
komplosuyla sindirme geleneği
Kobanê soruşturmasından elli yıl önce 6-7 Eylül’de İstanbul’da azınlıklara karşı yağma, öldürme ve yaralama başta olmak üzere işlenen suçlar, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakanı Adnan Menderes’in Yassıada’daki yargılamalarının gerekçeleri arasında yer almıştı. Kobanê Davası yarım asır önce dış politikadaki sıkışmışlık ve içerideki güç dengelerini lehe çevirmek için yargının, muhalefetin Kıbrıs sorunu üzerinden komployla dize getirilmesi amacıyla kullanılmasının da ötesinde benzerlikler taşıyor. Aynı yöntemle Cumhurbaşkanı ve Başbakanı yargılamış ve partilerini kapatmış bir tarihe sahip devlet geleneğinin Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı, partilerini kapatmak hedefiyle yargılamasıyla karşı karşıyayız. Sorun, bu siyasi geleneğin sürdürülmek istenmesi ve bu anti demokratik, hukuku yok ederek toplumu her düzeyde çürüten uygulamadan medet umuluyor olmasında. Buradan bir yere varılamayacağı belli olmasına karşın Kobanê davasında muhalefeti yargı komplosuyla sindirme fikri, çok yaratıcı bir buluşmuş gibi kullanılmak istendi.
Rejimin küçümsediği demokratik
tepkinin uluslararası meşruiyeti
Yargılama komplosuna girişilirken küçümsenen bir başka konu ortaya konulan demokratik tepkinin evrensel meşruiyetiydi. IŞİD vahşetine karşı gösterilen bu tepkiler ve uluslararası dayanışma sayesinde Kobanê düşmedi. Sadece Ortadoğu’da değil, Avrupa ve dünyanın geri kalanında da insanlığın özgürlük ve eşitlik uğruna yüzyıllardır verdiği mücadelelerin devamı olarak sahiplenildi. Şengal ve Musul’da yaşanan trajedilerin bir benzerinin yaşanmasının önüne geçilerek bütün insanlık adına kazanım sağlandı. Halkların Demokratik Partisi’nin dünyanın gözü önünde işlenmeye kalkılan katliamı ve kadınların pazarlarda satılmak üzere köleleştirilme girişimini engellemeye dönük çabası soruşturma konusu yapılarak akıl almaz bir hukuki süreç başlatıldı.
6-8 Ekim 2014’te başlatıldıktan sonra rafa kaldırılan soruşturma tozlu raflardan indirilerek 7 Haziran seçimlerinin rövanşı alınmak ve HDP kapatılarak iktidarı ve muhalefetiyle siyaset bir bütün olarak yargı yoluyla dizayn edilmek istendi. HDP aleyhine asla kullanılamayacak, HDP’nin mağduru olduğu olaylar dolayısıyla HDP’liler fail olarak mahkûm edilmeye çalışıldı. Duruşma yargıcının maddi gerçeği gizlemek için 6-8 Ekim günlerinde “neden HDP binalarına saldırı olmadı?” sorusu, üzerinden bir saat geçmeden gelen Deniz Poyraz’ın İzmir İl Binasında öldürülmesi haberiyle yanıtlandı. Dava kısa devre yaptı. Sonrakji günlerde devam edilmek üzere duruşmaya ara verildi.
İktidarın kiralık trollerinin kullanmaları için üretilen mantık dışı bir iddiayla açılan davada; mağdur tarafın suçlu ilan edilmesi amacıyla mahkeme önüne getirilen siyasetçilere verilen cezaların hiçbir zaman meşruiyeti olmayacak.
AİHM Büyük Daire kararının
aşılamayan engeli
İktidarın davadan beklediği siyasi yararın gerçekleşmesi önündeki bir başka engel, AİHM Büyük Daire kararıdır. HDP’nin hesabından atılan tvitin suç olmadığı ve barışçıl bir niteliğe sahip olduğu daha iddianame Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesine sunulmadan ortaya konulmuştu. Ama hukuksal açıdan daha başlamadan bitmiş bir davada Kobanê Olayları’ndan mahkumiyetin kaçınılmaz olduğu algısı yaratıldı. Hukuku trollük sanan bazı AKP sözcüleri beraat kararı açıklandıktan sonra bile Yasin Börü adını alet eden açıklamalar yaptılar.
Bir endüstriyel yargılama uygulaması
Davanın anlaşılması için bir başka boyutuna, Prof. Dr. Beyza Üstün’ün savunmasında geliştirmeye çalıştığımız yargılamanın ekolojik eleştirisine de değinmekte yarar var. Mekansal planda cezaevi içerisinde büyük bir hangarı andıran bina mahkeme salonu olarak kullanıldı. Türk Yargısı, İstiklal Mahkemeleri veya darbe dönemlerindeki yargılamaları gibi böyle büyük salonlarda olağanüstü ve kitlesel yargılama tecrübelerine sahip. Ama Kobani davasında bizzat yargılama faaliyetinin araçsallaştırıldığı endüstriyel bir yargılama pratiğine tanık olduk. Üç yıl boyunca eşi benzeri olmayan kesintisiz bir yargılamanın gerçekleştirildiği bir mahkemeden ziyade fabrikaya gelip gittik. Her gün binlerce personelle mahkeme, ulaştırma, yemek, iaşe, teknik, güvenlik hizmetleri için işbaşı yaptı. Mahkeme hakimleri muhatap oldukları en ağır eleştiriler karşısında bir makinanın dişlisi gibi duygusuz davranmayı başardılar. Davanın tüm safahatı nicel veri üretimi şeklinde cereyan etti. 3 bin 500 sayfa iddianame, 5 bin sayfa esas hakkında mütalaa, 1.500 klasör vb. “kes yapıştır”dan ibaret, hiçbir kavramsallaştırma ve muhakeme içermeyen metinler. Sayfa sayısının çokluğu dışında bir nitelikleri yok bu metinlerin. Gerekçeli kararın kaç bin sayfa olduğunu henüz göremedik ama bir kamyon dolusu evrakla verilen cezaların istinaf başvuruları yapılıyor şu anda.
Bütün toplumu içine alabilecek
kapasitede bir yargılama mekanizması
Bu kadar nicelleştirilmiş endüstriyel yargı pratiği içinden verilen cezalar da birer sayıdan ibaret. Belki ilerleyen üretim safhalarında bu konuda yapay zekadan istifade edebilirler. Bugünkü teknolojide iddianameden otomatik gerekçeli karar yapacak yazılımları üretim bandına eklemlemek zor değil. İnsana ait kalan son kırıntıları da bu sayede yok edebilirler. Bu sayede Selahattin Demirtaş’a verilen cezaları okurken hâkimin nefesinin yorulması gibi aksaklıkları da bir daha yaşamazlar. Avukatı Mahsuni Kahraman’ın ifadesiyle “42 rakamı” Demirtaş ın ayakkabı numarasından başka bir anlam ifade etmiyor. Özetle karşısına çıkan her şeyi yutabilen devasa bir makine halinde seri üretim kapasitesine sahip bir yargı aygıtı yaratıldı. Bütün bir toplumu içine alacak kapasitede yargılama mekanizması kuruldu. Bunun Kobanê Davası ile yapıldığını unutmamak gerekiyor. Bu mahkemelerin hakimlerinin kırılacak kalemleri de yok.
Davanın yeni evresi başlıyor
Dava, bütün bu açmazlarıyla yeni bir evrede devam ediyor. Yeni evrenin seyrini yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü mücadelesiyle iktidar bloğu içindeki çekişmeler belirleyecek. Davada nihai kararı verecek Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve Anayasa Mahkemesi iktidar içindeki güçler dengesinin ve çelişkilerin de merkezinde yer alıyor. Kararın açıklandığı son bir haftalık sürede Yargıtay Başkanlık seçimleri, Anayasa Mahkemesi’ne atanan yeni üye, iktidar bloğu içindeki çelişkilerin kolay kapanmayacağını gösteriyor. Yargı organlarındaki bu iç çekişmeler Ankara Emniyeti üzerinden yürütülen güvenlik bürokrasisindeki çelişkilerle de iç içe seyrediyor. Gezi Davası’nda yeniden yargılanma başvurusu süreci de bu çekişmenin bir parçası haline geldi.
Şimdi haklarında ceza verilen 24 siyasetçinin hukuk yolculuğu, Ankara Emniyetinde başlayan, Ata Dedeler operasyonuna dahil olan hâkimin başkanlığındaki mahkemede devam eden, Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve Anayasa Mahkemesine uzanan yolda devam edecek.
İktidarın siyaset sahnesinden silmek istediği siyasetçiler, şimdi rejim krizinin odağında yürümeye devam edecekler. Tahliye olan siyasetçilerin henüz cezaevi kapısında verdikleri mesajlarında geride kalan arkadaşlarının özgürlüklerine kavuşması için mücadeleyi öne çıkartmaları güçlü yoldaşlık bağları yanında önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinin ana ekseninin bu yargılamalar etrafında oluşmaya başladığını gösteriyor.
Siyasallaşmış yargı, verdiği cezalarla tutsak siyasetçileri önümüzdeki dönem siyasetinin özneleri olarak tanımış oldu.
(MH/AEK)