Feminizmin, kökeni 1895'e dayanan ve Merriam-Webster'ın internet sözlüğünde bulunan tanımı şöyle:
- Cinslerin siyasi, ekonomik ve kültürel eşitliği teorisi.
- Kadın hakları ve kadınların çıkarı için örgütlü eylemlilik.
Ne kadar basit, açık ve tehdit içermeyen bir tanım. Bununla birlikte, bugün bile tehlikeli sayılıyor. Benim tercih ettiğim ve bir tutam istihza da içeren tanımsa akademisyenler Cheris Kramarae ve Paula Treichler'e ait: "Feminizm, kadınların da insan olduğunu belirten radikal bir kavramdır." Maalesef, insanların büyük çoğunluğu televizyonda misyonerlik yapan Pat Robertson'un ortaya attığı tanımı benimsiyor: "Feminizmin derdi kadınlara eşit haklar tanınması değil. Kadınları kocalarını bırakmaya,çocuklarını öldürmeye, cadılık yapmaya, kapitalizmi yok etmeye ve lezbiyen olmaya cesaretlendiren sosyalist, aile karşıtı bir siyasi hareket."
Feminist hareketin köklendiği bir Amerika'da doğup büyüdüğüm için şanslıyım çünkü tüm vatandaşlara tanınan hakları şahsen kullanabilmek için kadınların hakları için mücadele etmek zorunda kalmadım. Bununla birlikte, bugün ve bu çağda yaşayan her kadın gibi, bizim de toplumumuzun kadına yönelik önyargıları ve doğası gereği daha bireysel olan ayrımcılığına karşı mücadele etmek zorundayız.
Büyüdüğüm dönemde, hem annem hem de üvey annem ev dışında çalışıyordu ve rol modeli olarak güçlü kadınlardı. Babam ve üvey babam gibi benim seçimlerimi desteklediler. Üniversiteye gidip eğitim almamın beklendiğini biliyordum ve bununla sorunum yoktu. Bizden önceki kadınların aksine, bizim neslimiz üniversiteye sadece koca bulmak için gitmiyordu. Evlenmek üniversite yıllarımda aklımdan bile geçmedi ve bunun bir ilerleme olduğunu düşünüyorum.
Lisedeki sevgilimin annesine "Bayan John Smith" hitabıyla yazılmış mektuplar gördüğümü ve neden kendi ön adı yerine kocasınınkini kullandığını düşündüğümü hatırlıyorum. Bu bana garip geliyordu çünkü ailemde herkes kendi adını kullanıyordu ve daha önce bununla karşılaşmamıştım. Üniversite yıllarımda, Dr. Juanita Firestone'un verdiği Toplumsal Cinsiyet Rolleri dersini almıştım ve bu sayede gözlerim açılmış, feminizmin dünyasına akademik bir giriş yapmıştım.
Her iyi eğitimin sağlayacağı gibi, burnumun ucunda duran ama daha önce farketmediğim ve üzerinde düşünmediğim şeyleri sorgulamaya başladım. Kadını kocasının malı haline getiren evlilik isimleri gibi küçük olduğu varsayılan şeylerin önemini kavramaya başladım. Geçmişte, evlenen bir kadın artık kendi kimliğinin ve kendisinin sahibi olmuyor, kocasının soyadını alarak onun kimliğinin altına sokuluyordu. Ben de kendi kimliğimi korumak ve birinin "mal"ı olmaktan uzak durmak istediğimi fark ettim ve evlenirken kilisede kendi başıma yürüdüm; babam "beni vermedi"; kendi soyadımı da tuttum.
Türkiyeli olan kocamla birlikte konsoloslukta evliliğimizi kaydetmeye gittiğimizde maalesef abana sormadılar ve ben de sormayı düşünmeyince otomatik olarak soyadımı kocamınkiyle değiştirdiler. Tabii Türkiye'de bir yabancı olarak kocamın soyadını almaktan memnunum, çünkü bu sayede kendimi daha fazla toplumun bir parçası hissedebiliyorum, bu yüzden de asıl tercihim bu olsa da yeniden eski soyadımı almak için harekete geçmedim.
Feminizmin gündelik uygulamasına girişimse pek de beklenmeyen bir kaynaktan, erkek patronumdan, Floyd B. Bullock, Jr'dan geldi. Bay Bullock'la karşılaşana dek, erkeklerin kadınlar üzerinde iktidarını/üstünlüklerini gösterdiği yollardan biri gözümden kaçmıştı. Bu da Amerika'da yetişkin kadınlara "kız" diye seslenmekti. Bunun sorunlu olduğu hiç aklıma gelmemişti çünkü her şeyin başında kadınlar kendilerini ve birbirlerini böyle çağırıyordu ve dürüst olmam gerekirse, hala zaman zaman ağzımdan bu sözcüğü kaçırıyorum.
Bullock bana "kız" teriminin sadece 18 yaşından küçükler için kullanılmasının uygun olduğunu ve kadınlara böyle seslenmenin onları aşağılamak olduğunu öğretti. Bunun üzerine yetişkin erkekleri hiçbir zaman "oğlan" diye çağırmadığımızı fark ettim. Genç erkekler için "herif" diye ayrı bir terim yaratılmıştı ama asla "oğlan" diye çağrılmıyorlardı. Genç kadınlar için neden ayrı bir söz üretilmemişti? Eğer bir dilde bir şeyi karşılayan bir sözcük yoksa, bu durum o kültürde o şeyin olmadığı anlamına gelir. Yani resmin bütününe bakınca, hiyerarşi erkeklerden heriflere, kızlara ve oradan da kadınlara doğru sıralanıyor.
Benim için feminizm çok kişisel, bireysel bir iç yolculuk oldu. Bugün olduğum güçlü, güvenli kadın haline gelmemi sağladı. Kadınların gerçek eşitliğe ulaşması için yapılması gereken çok şey olduğunun farkındayım ama insanların topluma eşit olduklarını anlatmaya çabalamaktansa hayatlarıyla ilgili kendi seçimlerini yapabildikleri bir noktaya geldiğimiz için mutluyum.
Feminizmin -en azından Amerika'da- toplumsal ve siyasi olmaktan çok bireysel bir şey olma noktasına eriştiğine, her kadının, ben katılmasam bile, kendisi için doğru olduğunu düşündüğü kararı verebildiğine inanıyorum. Bu, her erkeğin olduğu gibi, tek tek her kadının kendi seçimlerini yapabilme hakkı.(SMA/EÜ)
* Sue Marsh Akyel'in yazısını bianet Türkçeleştirdi.