Click here to read the article in English / Haberin İngilizcesi için buraya tıklayın
Anne Eleanor Roosevelt 11 Ekim 1984’te zengin, siyasi bağlantıları olan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Amcası Amerika Birleşik Devletleri’nin 26. Başkanı (1901-1909) olan Theodore Roosevelt’dir. Theodore’un, Franklin Roosevelt adında bir uzaktan kuzeni vardı. Franklin, Eleanor’a aşık olup evlenmiş ve onun yardımıyla 1933-1945 (32. ABD Başkanı) yılları arasında görev yaparak ABD’nin en uzun süre görev yapan başkanı olmuştur.
Onun doğduğu dönemde, kadının önemi ve değeri kocasının önemi ve değerine bağlıydı. Bir kadın için en ehemmiyetli iş, iyi bir koca bularak evlenmekti. Zengin ve ayrıcalıklı bir ailenin çocuğu olduğu için ideal bir çocukluk yaşadığını düşünebilirsiniz, gelin görün ki durum böyle değildi. Sekiz yaşındayken annesini kuşpalazı hastalığından kaybetti. Bir sonraki yıl, küçük kardeşi Elliott da aynı hastalıktan vefat etti ve onu takip eden sene de alkolik olan babası hayata gözlerini yumdu. Üç yıl, üç ölüm; bu erken yaşta yaşadığı travmaların izleri, hayat boyu depresyon krizleri şeklinde kendini göstererek onu takip etti.
Ailesinin ölümünden sonra anneannesiyle yaşadı. Özgüven sorunları yaşıyor, kendini çirkin buluyordu; üstesinden gelmesi gereken çok şey vardı. Genç kızlığının ilk dönemlerinde, kimliğini ve hayatını sonsuza kadar değiştirecek, İngiltere’deki bir yatılı okula, Allenswood Academy’ye gönderildi. Okul müdiresi Marie Souvestre idi ve Eleanor’un eğitimi üstünde derin bir etkisi oldu. Eleanor bağımsız bir düşünür oldu ve çok ihtiyacı olduğu özgüveni burada kazandı.
Ancak maalesef buradaki yaşamı üç yıl sürdü; böylece eve gelip koca aramaya başlayabilirdi. Bu sırada sadece 17 yaşındaydı. Aynı yaz, Franklin Roosevelt ile tanıştı ve bir sonraki yıl nişana uzanacak ilişkileri bu şekilde başlamış oldu. Uzun bir nişan döneminden sonra, Franklin’in annesinin onları ayırmak için gösterdiği tüm çabaya rağmen Eleanor ve Franklin 17 Mart 1905 yılında evlendi. Bu sırada 20 yaşındaydı.
Eleanor kendisini, Franklin’in sekreteri Lucy Mercer ile ilişkisini öğrendiği 1918 yılına kadar aile hayatına adadı. Bill ve Hillary Clinton gibi, Eleanor ve Franklin de evli kaldı; ancak ilişkileri değişti. İlişkinin ayyuka çıkmasından sonra, sevgili ilişkisinden ziyade sonuçta ikisinin de çok işine yarayacak bir ortaklık ilişkisi geliştirdiler. Eleanor ev dışında, dikkatini sağlaması için çok faydalı olmuş toplumsal davalarla ilgilenmeye başladı.
Daha sonra, 1921’de, hem Eleanor’un hem de Franklin’in hayatını sonsuza kadar değiştirecek bir şey oldu. Franklin’e kalıcı olarak bacaklarını felç eden polyo teşhisi kondu. Annesi siyasetten ve kamusal yaşamdan çekilmesi gerektiğini söylerken, Eleanor siyasette kalması için ısrarcı oldu. Bu savaşı Eleanor kazandı ve Franklin, engelli durumuna rağmen, önce New York valisi, daha sonra da Amerika Birleşik Devletleri başkanı oldu. Siyasi hayatı boyunca, Eleanor çoğunlukla kocasını destekleyen bir eş olurken, kendisi de yetenekli bir siyasetçiye evriliyordu. Demokrat Parti’de oldukça etkiliydi ve onun yardımı ve etkisi sayesinde Franklin önce New York valisi, daha sonra da başkan oldu.
1933 yılında Eleanor, hayatına ve etkinliklerine getirdiği kısıtlamalar nedeniyle hiç de istemediği bir rolün, yani ABD’nin First Lady’liğinin sahibi oldu. First Lady’nin konumu ailevi alanla sınırlıydı, daha çok ev sahipliği görevleriyle ilgiliydi. Kocasının desteğiyle, First Lady konumunu kendi kişiliği ve amaçları doğrultusunda tekrar tanımladı. Aktivizmine, kamuoyuna seslenmeye devam etti, hatta bir gazetede köşe yazısı bile yazdı. Eleanor’un rekabetçi bir karakteri vardı kocası, yani başkan kadar para kazanma konusunda azimliydi. Bu hedefini verdiği dersler ve yazdığı yazılarla gerçekleştirdi, kazandığı paranın çoğunu da hayır işleri için harcadı.
Benim en sevdiğim hikayelerden biri, kadınlara gazetecilikte ilerleme konusunda nasıl yardım ettiğidir. Diğer First Ladyler’in hiç yapmadığı bir şey yaparak düzenli basın toplantıları düzenledi ve gazetecilik alanındaki erken baskınlığını görerek bu konuda bir şeyler yapmaya karar verdi. Basın toplantılarına erkek gazetecilerin gelmesini yasaklayarak, basın toplantısını haberleştirmek isteyenleri kadın gazeteci bulundurmak zorunda bıraktı, ki onlar da öyle yaptılar. Ayrıca kadınların sesi olmak için kadın hakları üstüne de sık konuşur ve yazardı. Hayatı boyunca üstlendiği çeşitli rollerde bunu yapmaya devam etti.
Kocası Franklin her ne kadar ona destek olsa da, bu her zaman anlaştıkları anlamına gelmezdi. Bazen kamuoyu önünde fikir ayrılıkları yaşadıkları da olurdu. Hatta, tam başkan olmadan önce, Eleanor kamu harcamaları konusundaki politikalarına kamuoyu önünde o kadar şiddetli karşı çıktı ki, bununla ilgili bir başmakale kaleme aldı. Ayrıca daha fazla 2. Dünya Savaşı süresince Nazizm’den kaçan göçmen almama politikasına da katılmıyordu, savaş sırasındaki Japonya kökenli Amerikalıların gözaltına alınma politikalarına katılmadığı gibi.
Eleanor yaşamı boyunca insan hakları için yılmadan mücadele etti. 1945 yılında Franklin Roosvelt öldükten sonra, bir sonraki ABD Başkanı Harry Truman onu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na delege olarak atadı. 1946 yılında BM İnsan Hakları Komisyonu’nun ilk başkanı oldu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yazımında oldukça etkin bir rol üstlendi. Bu, birçoklarına göre en büyük başarısıdır.
İnsan hakları konusundaki çalışmalarına devam etti ve BM ve Barış Gücü’nde çeşitli görevlerde çalıştı. Hayatını kaybettiği 7 Kasım 1962 tarihine kadar çalıştığı Kadın Statüsü Başkanlık Komisyonu’nda başkan olarak görev yaptı. Öldüğünde 78 yaşındaydı. 20. yüzyılın en etkin kişilerinden biriydi ve mirası günümüze kadar gelmiştir. Başardığı her şey ve ardından gelen kuşakları daha iyi birer insan olma konusundaki ilhamı nedeniyle Eleanor Roosevelt’e hepimiz minnet borçluyuz. (SA/HK)