“Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler ne kadı.’’
Kapı çalındı…
Bizim evde o saatlerde kapı çalınmazdı!
Bir akşam vakti, üstelik babam da şehir dışında, kapı çalındı. Bizim evi bilen bilir, ‘’kapımızda kilit yoktu’’ desek yanlış olmaz! Babam o nedenle bizim eve “yol geçen hanı” namına ‘’Eğri Han‘’ adını vermişti.
Kapı çalındı bir akşam üstü… Koşarak, merakla kapıyı ben açtım…Onbir oniki yaşındayımdır herhalde! Karşımda, kocaman sessiz gülen babam, sol eli havada, elinde bir ‘’yaprak saz!’’
Herhalde sevinçten ağlamışımdır! Mutlaka ağlamışımdır…Ben sevinince de çok ağlarım!
O zamana dek bizim mahallenin bakkalı, aynı zamanda mahallenin su tesisatçısı Karadayı’nın oğlu Süreyya Kurt’tan
beşi kayıp üç telli sazını iki günde bir ödünç alan bana, Konya’dan, üstelik babamın yakın arkadaşı saz ustası Ethem Abi’den bir yaprak saz gelmişti…
O saz nelere tanık oldu bir bilsen! O üç telli saz ile ‘’ Gelin Ayşem suya gider’’ çala çala hem bizim ev ahalini hem de mahalleliyi bıktırmıştım zahir; babam ‘’Ahmet Gazi Ayhan’dan Beyaz Atlı’yı çal ‘’ diye ısrar ederdi ama benim aklım başka yerde!
Ben hep Ruhi Su’dan çalacağım…"O yar gelir / yazı da yaban gül olur…’’
Nerden açtım şimdi bu Ahmet Gazi Ayhan konusunu…Daldan dala atlayıp, şu kısa hikayeyi uzatayım…
Onyıllarca Alamanya’da yaşayıp Türkiye seyahatlerini ‘’Bavul Ticareti’’ ile geçiren, nur içinde yatsın Teyzem Güngör ve eşinin ( adı bende saklı ) birbirinden farklı insanlarla bağı vardı ve onlar ‘’hem ziyaret hem ticaret’’ babından tatil niyetiyle bizim eve yerleştiklerinde, milletvekillerinden sanatçılara dek kimi insanlar bize gelir ve bavullar açılırdı.
Birbirinden farklı gömlekler, kot pantolonlar ( Blue Jeanler mi deseydim?) bluzlar, ceketler, kıravatlar, ütüler, fotoğraf makinaları, viskiler, çikolatalar…
Ne istersen bizim evdeki pazarda vardı…
O günlerden bir gün, bizim eve ‘’ bavul ‘’ bakmaya gelen ülkemizin değerli sanatçılarından Ahmet Gazi Ayhan ve eşi değerli sanatçımız Yıldız Ayhan’a, ziyaretin ticari yanı bittikten sonra, babamız, konuklarla rakı masasını paylaşırken ’’ Dost aşkına şu ‘Kır At’ı bi söyleyin ’’ deyiverdi.
Haydaaa…
Böyle bir ortamda böyle bir isteği sadece babamız dile getirebilirdi; ancak babamız istedi diye olur muydu ?
Adam da biraz sıkıntılı ve alçak gönüllü ‘’ Kerim bey bir başka zamana olsun’’ filan dedi.
Babamız Deli Kerim,
Bizim formika kaplı içi likör bardaklarıyla dolu, camlı yeşil büfenin hemen yanıbaşında duran plak çalara Ahmet Gazi Ayhan’nın evimizde sürekli dinlenen 45’liğini yerleştirdi.
Sevgili Ahmet Gazi Ayhan, eşi Yıldız Ayhan’a ve diğer konuklara dönerek
‘’ Helal olsun adama; sen söylemezsen söyleme…
Senin kıçına 25 kuruşluk bir iğne takar sabaha kadar söyletirim dedi’’ deyince kahkahalar Beyaz Atlı’nın melodilerine eşlik etti…
Nerde kalmıştık?
Babamın bana verdiği o yaprak saz bir süre sonra, benim ilk gençlik yıllarımda büyük ağabeyim Mustafa’nın eve taşıdığı Ruhi Su 45’liklerine eşlik etmeye başladı.
"Uyur idik uyardılar/ Diriye saydılar bizi…’’
O yıllarda sevgili Rahmi Saltuk, Ruhi Su’dan sonra bizim evde en çok dinlenen isimdi. Üstelik abimin arkadaşıydı ve nişanında saz çalıp, türküler söylemişti. Ben de ona eşlik etmiştim…
"Ufacıktım, çocuktum, top oynadım acıktım…’’ misali yıllar nasıl da hızla geçti…
Sonra neler neler oldu bir bilsen!
Ankara’nın Siteler’inde… Ki bizler orada ‘’ 1 Mayıs İşçi Bayramıdır’’ diye afişleme yaparken bekçilerce kuşatılmış ve gözaltına alınmıştık bir süre önce.
Sana daha önce de yazmıştım.
Yani tam da o mahallede, ilk kez bir mobilya atölyesinde işçiler işi durdurdular…
Grev çadırı kuruldu!
O çadırı işçilerle birlikte biz Genç Sosyalistler kurduk! Nöbet tuttuk, yemek götürdük!
Hep "Yaprak Saz’’ diyorum! Dut ağacından ‘’oyma saz’’ değil anlayacağın…
Bütün gövdesi, yaprak yaprak kesilmiş incecik ağaçlarla yapıştırılarak yapılmış bir bağlama.
Lisede dersleri asıp elimde sazım her gün Siteler’de grev çadırına gidiyorum ve grevdeki işçilere moral olsun diye onlara ‘’ işçi marşları ‘’ çalıp söylüyorum…
"Hayat denilen kavgaya girdik / Çelik adımlarla yürüyoruz ‘’
"Bayram benim neyime ‘’
‘’ Acıyı bal eyledik/ Sıratı yol eyledik / Beni vurmak kurtuluş mu / Bizi vurmak Kurtuluş mu/ Kör olasın demiyorum/ kör olma da gör beni"
Bu direniş ne kadar sürdü aklımda kalmamış. Ama hiç unutamadığım bir başka şey var o günlere dair!
Sazımı bir gün orada bıraktım! Ve o yaprak saz hep orada kaldı! Mutlaka şimdi kendime yediremesem de ‘’Keşke bırakmaz olaydım’’ demişimdir! Ama grevci işçilere ‘’canımız feda!’’ Aradan kırkbeş yılı aşkın bir zaman geçse de acısını hissederim.
Sazımı, ertesi gün çadırda gövdesini oluşturan yapraklar birbirinden ayrılmış, kolunda tellerine asılı paramparça sallanırken buldum.
"Kavga çıktı’’ dediler…O sazı öpüp, hemen oracıkta grev çadırının yanıbaşında, mobilya artıklarının, tahtaların atıldığı çöp kasasına bıraktım. O kısa sap bağlamayı orada gömdüm!
Ağlamamışımdır mutlaka! Gözyaşlarımı tutmuşumdur! Gözümde biriken yaşları yutmuşumdur!
Yıllar yollar sonra, dünyanın bir başka yerinde, penceremin pervazında dinlenen curam, o beklenmedik rüzgarla perdenin vuruşuyla yere çakılmasaydı bu anlattıklarımın hiç birinin bir anlamı olmayacaktı!
Cura deyince aklıma Nesimi Çimen gelir…
Nesimi Çimen deyince ‘’ Bedenimde değil ruhumda sızı’’yı duyarım…Haslet gelir gözümün önüne…
Yüreğim yanar onlarla birlikte! Orada gömülen, keşke tellerinden paramparça asılı kalan bir saz olaydı.
Kırılan bir tek keşke sazım olaydı!.
"Bedenimde değil ruhumda sızı’’
(SU/EMK)