Bir kenti, bir adamı ararken öğrendim. Sokaklarda aylak aylak dolaştığım günlerin üçünde, gördüm onu. Sanki sözleşmişiz gibi çıkıverdim karşısına. Aklımı alıp, bırakıverdi beni oracıkta. Gitmesi gereken bir yer vardı. Ben davetsiz misafirdim. İki gün daha aylaklık ettim, ama karşılaşmadık bir daha.
Kırık kalbim ve ben, paramız bitince eve döndük. Sonra yolculuk hayalleri kurmaya başladım. Ben, çantam, uyku tulumum ve Zenit’im yollara düşecektik. Rayların uzandığı her yere gidecektim, memleketin bir ucundan, güney komşularımıza, ardından Avrupa’ya. Aklımda o, kilometrelere meydan okuyacaktım.
Beni kimse tutamazdı.
O zaman karar verdim...
İki yıl yolculuk hayalleri kurduktan sonra, yaşadığım kentten kalbimi kıran adamın kentine göç ettim. İstanbul’a. Doğup, büyüdüğüm evi bırakmak öylesine canımı yaktı ki, günlerce kaldığım odadan çıkmadım, aylarca kimseyle konuşmadım. Yaram bir an evvel geçsin diye de, hızla kendime yeni bir ev inşa etmeye başladım.
Ve o zaman karar verdim, ben sadece hayalimdeki Elif’i seviyordum. Göç ederken, aşkını yollara kazıyan kadını. Oysa, gerçekliğin o hayalle pek örtüşür yanı yoktu. Yıllarca evimden bile çıkmamaya çalışarak, hayatımı sabitleme gayretinde yaşadım. Yolculukları reddettim, bana kilometreleri özleten adamı unuttum.
Hayallerime düşen yolculuklar
Bir buçuk aydır, on yıl evvel hayallerime düşen yolculukları yapıyorum. İlk başta çok mızmızladım; bu kadar sürede nasıl beş kente giderim, evimi nasıl bırakırım diye. Soranlara "Ben yolculuk yapmaktan hoşlanmıyorum" dedim. Ama iş başa düştü, ben de yollara.
Kars, Mardin, Gümüşlük, Eskişehir, Trabzon, Antakya.
Kars, ilk duraktı. Tedirginliğim ve tekinsizliğim beni orada yalnız bırakmadı. Ama Mardin’i gördükten sonra ben başka biri oldum. Kızıltepe yollarında, ılık rüzgar tenimi sararken, Kürtçe ninni gibi ruhum okşuyordu. Yaşadığım toprakların güzelliğini fark ettim ve evet, gitmek istedim. Gidebildiğim yere kadar.
Dolmuş şoförüne yalvarmak, hiç fena fikirmiş gibi gelmedi, "Haydi, tabelaları takip edelim, istikamet Batman!" diye. Sanki beni bekleyen tek iş, gücümün yettiği her yere adım atmaktı.
Her yer evim olabilirdi
Gittiğim hiçbir kentten, kopmak istemedim. Öylesine rengarenkti ki çarşılar ve insanlar, içim tazelendi.
Ve her yer evim olabilirdi. Beni bağlayan bir ben vardım nihayetinde, bir de dantel örtülerim.
Antakya'da şahane bir kadınla tanıştım
Dün akşam son yolculuğumdan, Antakya’dan döndüm. Yürekli ve cömert insanların memleketinden. Ankara’dan gelip, bir devrim hikayesinde aşık olduğu adamın peşinden Antakya’ya yerleşmiş şahane bir kadınla tanıştım. Şimdi kocasından daha çok oralı olmuş. Gücü bakışlarından öylesine akıyor ki, bana kadın olmayı öğretsin istedim.
İlk gençlik hayallerimi düşünüyorum. Babamın iznini almak için yaptığım ön konuşmaları. "Babacığım, ben yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak istiyorum; bu fikir beni çok heyecanlandırıyor" deyişlerimi. Ve kendisinden onayı aldıktan sonra, on yıl bir mermer gibi duruşumu.
Hissiyatım doğruymuş; yeni topraklara adım atmak, oranın örtülerine sarınmak, şehirlerarası yollarda tarlaları izlemek, arada gördüklerine şaşırmak, otogarlardaki telaşa kapılmak, hava alanlarında heyecanlanmak, yol yorgunluğu, otobüslerdeki kolonya kokusu, uykusuzluk, özlem, öylesine güzel ki kilometreleri arşınlamak. Ve kalbimde durmadan yankılanan "Ne güzeldir 300 kilometre hızla giderken öpüşmesi" dizesi.
İçimdeki ateşi yakmış, neredeyse yüzünü bile unuttuğum, bana kilometreleri sevdiren adama... Kulakların çınlasın, iyi ki yollardayız. (EK/TK)