Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halp Partisi (CHP) Genel Başkanı seçilmesi halinde partisinin Anayasa değişikliklerinin iptali için Anayasa Mahkemesine yapmış olduğu başvuruyu geri çekecek mi?
Bence bütün bu olan bitenin CHP için gerçekten olumlu bir değişim ve gelişim vaadedip vaadetmediğini bizlere söyleyecek en kestirme soru budur. Çünkü halka rağmen, halktan ziyade bir siyaset yapma mecrası aramak alışkanlığını bırakmayacak bir CHP için, Genel Başkanı kim olursa olsun normal bir seçim başarısı olasılığı hiçbir zaman yoktur.
Peki, ne mi olur? Sözde bir yeniliğin en fazla bir kaç ay sürecek davullu zurnalı tantanasının ardından şenlik dağılır, geriye yine hayat tarzı kaygılarının yüzde yirmisinde gölgelenen atıl bir CHP kalır ve -hem de bu sefer daha amatör bir liderin elinde- bitkisel hayatına devam eder.
Türkiye'de muhalefet etmek isteyen herhangi bir parti, iktidarın yapmış olduğu şu garabet anayasa değişikliğini bile eleştirecek doğru argümanları bulamıyorsa veya derdini ifade ederek halkını bu değişikliklere hayır demeye ikna etmekte kendini muktedir görmüyorsa gerçekten o partinin tüm siyasi melekelerini baştan gözden geçirmesi gerekir. O yüzden Kılıçdaroğlu'nun başarılı olmak istiyorsa önce anlaması gereken, partisinin içinde bulunduğu bu garip aczdir.
Niçin en haklı olduğu durumda dahi bu parti halka gitmektense mahkemeye gitmeyi yeğlemektedir? Neden kendisini meydanlarda değil de mahkemelerde rahat hissetmektedir? Bu soruların cevabını bulmak partide ve tabanına uygulanacak bir psikoterapiden geçiyorsa bu yüzleşmeyi yeni gelecek olan ekip mutlaka yapmalıdır. Jüristokrasiden demokrasiye geçiş yolculuğunda CHP için aslolan kendini halka bırakmaktır. Halkın sağduyusuna güvenmektir. CHP'nin eğer iktidar olmak gibi bir isteği varsa halkla kaybolan muhabbetinin tarihsel sebeplerini bulup kendi geçmişi ile ciddi bir hesaplaşmaya girmesi gerekir. Psikoterapiler tabuların olmadığı özgür ve cesur zihinler ister. Onun dışında değişimler birer ambalaj, anlamalar da en fazla anladığını sanmaktır.
O yüzden Kılıçdaroğlu ve ekibi eğer kongrede yönetimi ele geçirirlerse yapmaları gereken ilk iş, Anayasa Mahkemesindeki o dava dilekçesini geri çekmektir. Kürsüye çıkarak ' Biz halkın özgür iradesine güveniyoruz ' demelidirler. Asıl değişim bu olacaktır. Eğer bu yapılmazsa YSK'nın vermiş olduğu haddini aşan 120 gün kararından da anlayabileceğimiz gibi önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesi referandumu mutlaka iptal edecektir. Referandum iptal edildiği anda ise bugün Kılıçdaroğlu ile birlikte esen bütün değişim rüzgârları aniden dinecek ve tarafların tanımları yeniden yapılacaktır.
AKP, başta 12 Eylül'ün yargılanması olmak üzere köhnemiş cunta anayasasını değiştirmek için yola çıkan devrimci parti, CHP de bunu mahkeme marifetiyle önlemeye çalışan statükocu parti olacaktır. O vakit artık kimse iktidarın bu değişiklikleri nasıl da antidemokratik bir monolog ile topluma dayattığını ve her türlü istişare kanallarını kapattığını konuşmayacaktır. O vakit kimse BDP'nin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın üç klasör halinde anayasa değişikliği hakkında hükümete sundukları raporun hükümet tarafından kapağının dahi kaldırılmadığını söylediğini hatırlamayacaktır.
Ne hukuk profesörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından incelenmeyen çalışmaları, ne de aslında dört madde hariç geriye kalan 22 maddeye CHP'nin de onay verdiği bilinmeyecektir. Tek gerçek mahkeme marifeti ile ülkedeki değişimi tıkayan ve millete fikir danışmanın önüne geçen bu faşizan yaklaşım olacaktır. O gün geldiğinde AKP yine mağdur ve haklı, CHP ise ceberrut ve haksız duruma düşecektir. Millet Meclisi'nin bu iradesinin önüne geçen yargı bir kez daha halk nezdinde yargılanırken o yargı ile kol kola girmiş olan köhne muhalefet partisi yerden yere çalınacaktır.
Ve bütün bunların sonunda Başbakan tam bir devrimci gibi milletin karşısına çıkacak ve erken seçim ilan ederek hodri meydan diyecektir. ' Halkımdan Anayasa'yı değiştirebilmek için Meclis'te 367 sandalye istiyorum.'
İşte o an geldiğinde ne bugün medyada çalan Kılıçdaroğlu ve değişim tamtamları ne de CHP'nin yenileşme çabası bir anlam taşıyacaktır. Bugünün yenilenme havasıyla kazanılmış bir kaç puan varsa da sahibine iade edilecek, böyle bir mağduriyetle ilkbaharda seçime giren AKP mutlaka yeniden tek başına iktidar olacaktır. Çünkü Türkiye halkı oyunu siyaset dışına taşıyanları asla affetmemektedir. CHP ve yeni genel başkan önce bu tarihsel olguyu idrak etmelidirler. BDP ve MHP'nin Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusuna niçin katılmadıklarını düşünmelidirler.
Eğer bu başarılırsa ve parti özgürlükler ve adalet temelinde sol siyasete çekilirse AKP'den büyük bir rol çalınmış olacaktır. Tayyip Erdoğan'ın da korktuğu budur. O yüzden son günlerde en galiz ifadelerle Baykal'a saldırmaktadır. Burada amacı Baykal'ı öfkelendirerek tekrar ringe çekmek, CHP'deki olası bir değişimin önüne geçmektir. Deniz Baykal'a özellikle çok sert ve aşağılayıcı sözlerle saldıran Başbakan, CHP delegesinde Baykal'ı korumak güdüsü uyandırmak düşüncesindedir. Başbakan, kendisi tarafından hem de bel altından her gün dövülen bir genel başkanı delegelerin yalnız bırakmayacağını ummaktadır. Çünkü Erdoğan da bilmektedir ki; her sorunda mahkeme kapılarını aşındıran Baykal'lı bir CHP'den kendisine zarar gelmez. Ama meydanlarda halka en saf haliyle dert anlatan bir Gandi Kemal başını çok ağrıtacaktır.
Ümidim, sistemin dürüst ve namuslu insanları öğüten mekanizmalarından mucize eseri kurtularak bugüne geldiğini düşündüğüm Kemal Kılıçdaroğlu'nun meseleye bir de buradan bakmasıdır.(BB/EÜ)