Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır’daki patlamanın ardından "Kimden gelirse gelsin insan yaşamını hedefleyen saldırıyı kınıyorum. Öncelikle yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı, yaralananlara da acil şifalar diliyorum,” demişti.
Demokratik Toplum Partisi (DTP) saldırıyı kınadı: "En çok barışa ihtiyaç duyulduğu bir sırada bu menfur saldırı halkın barışa olan inancını asla sarsamaz..."
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş da Diyarbakır'da yaptığı açıklamada "Bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Saldırıda hedef olarak sivillerin seçilmesi ise derin bir provokasyondur. Bu saldırı toplumsal barışımıza zarar veremeyecektir" dedi.
"Dinen farz"mış!
Ancak, Hezen Parasitna Gel (HPG-Halk Savunma Güçleri) “gerillalar”ı öyle düşünmüyor. Rubar Andok 3 Ocak’ta HPG websitesinde “Gerilladan” köşesinde şöyle yazmış:
“Sen kalk savaş uçaklarınla sivil köyleri yerle bir et, eh birileri de kalkıp Amed de işgal edilmiş Kürdistan’ın başketinde kendine sefa süren ve insanların kanı üzerinden kedini yaşatanlara, insani tepkisi gösterir. Sonuçta işgal edilmiş topraklarda askeri bir hedefin vurulmasından doğal bir durum olamaz. Bu uluslar arası bir haktır. Vatanı işgal edilmiş her kim olursa, kendini savunmalıdır. Dinen de kendini korumak farzdır ve kendini savunmayan ve onursuzluğu kabul eden, dinsizdir. Bu vatanı işgal edilmiş insanların ve halk topluluklarının en doğal meşru ve insanı hakkıdır.”
Aram Masis ise 5 Ocak’ta kaleme aldığı yazıda şöyle diyor:
“Gerçekleşen olayda içinde subay ve astsubayların olduğu bir otobüs hedeflenmiş. Görüntülerden anlaşılıyor ki, otobüs cayır cayır yanıyor. Türk genelkurmayı, olayda ölen sivillerin ölümünü ön plana çıkararak, o otobüste cayır cayır yanan askerlerinin durumundan bahsetmiyor gibi bir durum var. Tabi ki Kürdistan’ın başketinde yaşayan genç öğrencilerin de ölmesi üzücü olmuştur. Bu son olayda askerin ne kadar sivillerin yaşamını tehlikeye attığına bir örnek. Savaş halinde olan bir gücün böyle rahatça halkın yaşadığı mekanlarda sivil otobüslerle dolaşmaları, sivil halk için bir tehlikedir. Sonuçta ölen sivillerin tek sorumlusu, bu toprakları işgal etmiş bir ordunun subay ve astsubaylarıdır."
Yeni ve kötü bir durum!
Kentlerde gerçekleşen bombalamaları, sivilleri hedef alan saldırıları değerlendirmede Kürt muhalefetinin farklı kanatları arasında uyuşmazlıklar daha önce de ortaya çıkmıştı. Ancak, PKK ya da Kongra-Gel hiç bir zaman bu saldırıları açıkça savunmamış, olayları çoğu kez, “kontrol edilemeyen öfkeli Kürt gençler”e izafe etmeyi tercih etmişti.
Bu kez de Diyarbakır’daki patlamanın sorumluluğunu kurumsal olarak üstlenen kimse yok, ama HPG’nin sayfalarını kendilerine açtığı “gerillalar” 5 sivilin ölümü ve 12’si asker 67 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bu patlamayı hem ahlaken yüceltiyor, hem de siyaseten savunuyor.
Bu yeni bir durum. Yeni ve kötü!
Yeni olan “gerilla”nın bize söylemeye çalıştığı gibi, “sınırötesi operasyon” değil. Bu, Türkiye’nin Irak sınırları içindeki bilmem kaçıncı hava harekatı. Türkiye hükümetlerinin ve silahlı kuvvetlerin Kürt Sorununa yaklaşımında da yeni bir şey yok. Askeri güçle boyun eğdirme dışında bir yöntemi henüz bilmiyor Türkiyeyi yönetenler.
"İntikamcılık" meşrulaşıyor
Yeni durum HPG’nin pozisyonu. Yeni, çünkü bu yaklaşım PKK’nin geçmişte bir kaç kez denemeye kalkıştığı –yolcu otobüslerine yönelik bombalamalar, alışveriş merkezlerinde yangınlar- ama politik ve insani faturasının büyüklüğü ve ahlaki savunulamazlığı dolayısıyla gündeminden çıkardığı, büyük kentlerde sivillere [ya da sivillere de] yönelik silahlı/öldürücü saldırıların bir kez daha, ama bu kez ahlaki ve politik olarak meşrulaştırıcı bir kavramsallaştırmayla askeri-politik gündeme sokulmakta olduğunu haber veriyor. Bu yüceltmeye HPG sitesinden resmi olmasa da “sistematik” bir kanal açılması bu anlama geliyor.
Bir başka “yenilik” ise Kürt hareketinin silahlı kanadının programatik yaklaşımından “ortak vatan”, “ortak mücadele”, “birlikte varolma” hedeflerinin çıkmaya başlamış olması. Bu, Abdullah Öcalan’ın savunma ve açıklamalarından, DTP’nin politik talepler listesinden ve seçim hedeflerinden farklı bir programı dillendiriyor: “İşgal edilmiş Kürdistan”, “bu toprakları işgal etmiş bir ordunun subay ve assubayları” ibareleri, kaba bir ajitasyonu değil, bir meşrulaştırma söylemini dillendiriyor.
Bu meşrulaştırma, öte yandan, “işgal altındaki toprakları kurtarma” amacının, Aram Masis adıyla yazan “gerilla”nın sözcükleriye mantıksal ve politik olarak -Kürt ya da Türk, asker ya da sivil, zengin ya da yoksul- insan hayatından değerli ve yüksek olduğu kabulünün mutlaklaştırılmasına dayanıyor: “Türk genelkurmayı (...) otobüste cayır cayır yanan askerlerinin durumundan bahsetmiyor gibi bir durum var. Tabii ki Kürdistan’ın başketinde yaşayan genç öğrencilerin de ölmesi üzücü olmuştur (...)” ifadelerinin insani kayıplarla ilgili bir duyarlıktan çok, intikamcı bir ruh halini yansıttığı apaçık.
Kötü olan da bu: HPG’nin sayfalarından yansıyan bu ruh hali, geçmişte Öcalan tarafından birden çok kez bastırılan “köylü intikamcılığı” dalgasının bu kez HPG yönetimini kendi yörüngesine doğru çekmekte olduğuna dair apaçık bir belirti.
"Provokasyon", olan biteni açıklamıyor
Ne yazık ki, DTP Meclis Grup Başkanvekili Demirtaş’ın, ve pek çok barışsever Kürt ve Türk’ün inanmak istediği gibi değil durum. Karşı karşıya olduğumuz şey, bir “derin provokasyon” değil. Henüz bir stratejik bağlama oturduğu da kuşkulu politik kafa karışıklığının, askeri güç ve organizasyonla birleşmesiyle ortaya çıkan bir intikamcılık.
HPG’nin bu eyleme resmen sahip çıkamamasını silahlı Kürt hareketi saflarında hala bir miktar basiret stokunun barınmakta olduğunun bir belirtisi, barışçı bir dönüşüm için hala bir potansiyelin varolduğuna dair bir gösterge olarak görmek kabil.
Ancak, politik hedeften yoksun bir yıkıcılığın kendisini kısıtlayan politik ve ahlaki bağlardan hergün daha fazla koparak bir şiddet çığı halinde büyük kentlere doğru yuvarlanmakta olduğu apaçık.
Bunun, eğer politikanın gücüyle yolundan çevrilmezse -zaten çoktan doğmuş olan- aynı şiddetteki bir Türk ırkçılığına harekete geçme meşruiyeti kazandırmaktan başka bir sonucu olmayacağını görmesi için insanın yüksek bir zeka ve feraset sahibi olması bile gerekmez.
Açık bir yarayla yaşamak...
"Provokasyon” efsaneleriyle oyalanmak ya da tam tersine politikanın sorumluluğunu askere havale etmek yalnızca barışçı bir çıkış yolu yaratmak için gereken değerli zamanı yitirmekle sonuçlanabilir. Bu yolun başına gelinemediği takdirde Türkiye’yi meydana getiren iki büyük halk topluluğunu bekleyen akıbet, sonsuz acılarla biribirlerinden kopmaya başlamaları ama hiç bir zaman da tam olarak kopamadan, birbirlerinden korkarak, şüphelenerek, birbirlerini öteleyerek ebediyen açık kalacak bir yarayla birlikte yaşamaktan başka birşey olamaz. Buna yaşamak denebilirse! (EK)