Belki başarılı bir "edebiyat" parçasıydı kimileri için. Fakat bireysel "bunalım"larla ilgilenen psikiyatrların değerlendirmesine konu olabilecek bir söylemi vardı yazının.
Yayıncılıkta intihar olaylarının verilmesine ilişkin yazılı veya yazısız bazı kurallar vardır. Mesela böyle bir olayı fotoğraflarıyla veremezsiniz. İnsanlara, özellikle genç insanlara, kendini yok etmeyi özendirecek anlatımlardan kaçınırsınız.
Belki bu kuralların yasal yaptırımları da vardır. Ama bu kurallar, her türlü sınırlamanın zorlanabildiği, "reality show"ların alabildiğine üretildiği günümüz medyasında dahi, daha çok insani nedenlerle olacak, genel kabul görmektedir.
Söz konusu yazı, bana iki yıl önce ODTÜ kampusunda bir binadan kendini boşluğa bırakan bir genç kızın haberi karşısındaki duygularımı, üzüntülerimi hatırlattı. Bu genç mimarlık öğrencisini hiç tanımıyordum. Ancak o sıralardan 40 yıl önce ben de geçmiştim. O mekanlarda ömrümün en delikanlı yıllarını geçirmiştim. Onun yaşadığını tahmin ettiğim sıkıntıları diğer arkadaşlarımla birlikte ben de yaşamıştım.
Öğrencilerden yaratıcılığın beklendiği, fazlaca formatif yöntemleri olmayan mimarlık eğitimi görüyorduk. Buna ek olarak gençlik döneminin bunalımlarını yaşamamız kaçınılmazdı. Kendimizi ve daha da fazlası çevremizi aşırı sorgulayan insanlardık.
Mücadeleyi bırakmak savunulamaz
Bütün olumsuzluklara karşın toplumsallığın, dayanışmanın ve mücadelenin yoğunluğu içinde sıkıntılarımızı birlikte aşmanın yollarını bulabiliyorduk. Bırakın sorunlar karşısında yenilgiyi baştan kabul ederek kendimizi yok etmeyi düşünmeyi, tersine o sorunlara karşı birlikte direnişin, mücadelenin bize güç kazandırdığını görmüştük.
Ne yazık ki ortalık hiçbir zaman dikensiz gül bahçesi olmadı. Olmayacak da. Ama hiçbir neden, kendini yok etme eğilimlerini, hele hele bu eğilimlerin, üstü kapalı da olsa, övgüsünü yapmayı hoş gösteremez. Kişisel, hatta "toplumsal" tercihlerle kendi bedenini yok etmeye kalkışanları olağan karşılamak, hele hele yüceltmeye kalkmak sağlıklı, tutarlı bir davranış olmamalıdır.
Kişiler zaman zaman çaresiz, umarsız kalabilirler. Yılgınlığa sürüklenebilirler. Bu tıkanmışlık, kişiselliğin ötesinde grup halinde de yaşanabilir. Bunu aşmanın yolu kendini yok etmekten geçmemelidir. Bu, önümüze dikilen nedenleri yok etmeye yönelik direnişle, birlikte direnişle aşılmalıdır. Dünyayı olumsuzluklara, zaten bizi yok etmek isteyenlere terk ederek mücadeleden çekilmenin mantığını kimse savunamaz. Kendini yok etmeyi düşünecek kadar yaşadıklarını ciddiye alan bir insan, neden mümkün olduğu kadar uzun yaşayarak "düşman"larının başına bela olmayı düşünmemeli?
"İntihar bir anomali"
Aklından, ucundan kıyısından da olsa "intihar" geçenlere söylenebilecek söz, bunun olağan bir "ruh hali" olmadığı, müdahaleyi gerektiren bir "anomali" olduğudur.
Her ne kadar bu işe daha genişinden bakanlar ve "intiharbilim" (suicidology) gibi bir özel bilim dalı geliştirenler olsa da konu, psikiyatrinin ilgi alanına girer. İlgilenenler için mesela bir kitap önerelimi. Ayrıca isteyenler acele tarafından internete bakabilirlerii.
Biraz alışılmış beylik bir laf olacak ama fazla söze gerek yok böyle yaşamsal bir konuda: Hayat her şeye karşın yaşanmaya değer. Veya şairin dediği gibi; "Yaşamak güzel şey be kardeşim."
Adil Okay'ın bir başka yazısının sonunda söyledikleri ile bağlayalım; "Çocuklar anasız babasız kalmasın...".
Ve şunu da ekleyelim; "Doğabilecek çocukları" da anasız, babasız bırakmayalım.(AŞ/EÜ)
i Doç.Dr. Mehmet Eskin, İntihar: Açıklama, Değerlendirme, Tedavi ve Önleme; Çizgi Tıp Yayınevi, 2003, Ankara
ii www.popularmedikal.com.intihar.asp
www.pedam.com/intihar/intihar.htm
www.psikiyatrist.net/intihar.htm