tam bir yıl önce krops tiyatro ve sevgili dilek güven’i tanıdım. onun kurduğu bu tiyatroda yine onun sahneye koyduğu savaş üzerine en cana alıcı sorulardan birisini bizlere sorduran “hiçkimsenin öyküsü”nü izledim. izledikten sonra oyunu ve oyunda dile getirilenler üzerine yazdım. tabii izlemeyi de sürdürdüm bu ‘yeni ve genç’ tiyatroyu. ama o oyunun daha çok izleyiciye ulaşmasını beklerken birden gösterimlerinin sonlandığını öğrendim. sorunca da sevgili dilek bunun bir ‘son’ olmadığını onları izlemeyi sürdürmemi istedi.
yaz aylarında istanbul’a gittiğim zaman buluştuğumuzda sevgili dilek, sevinçle yeni bir projesinden söz ederek yeni oyununun müjdesini verdi. yeni oyun masasının üzerindeydi ve adını söyledi: ‘kassandra’.
“zamanın ruhu”nu o anda bir kez daha hissettim, çünkü söz ettiği ve oyunlaştırmayı düşündüğü christa wolf’un “kassandra” adlı kitabı benim de masamın üzerinde duruyor ve okunmak için sırasını bekliyordu. homeros’un ünlü yapıtı ilyada’nın içinde de anlatılan bu bildik öykünün ayrıntılarını anımsattı ve nasıl sahneleyeceğinden söz etti. doğrusu ben de epey heyecanlandım. sonra bir solukta, bana yolladığı henüz oyunlaşmamış metni, ardından da kitabı okudum. seçiminde ve kararında haklıydı bence. christa wolf aynı olaydan yola çıkarak 1983'te yarattığı bu metninde temel soruyu bir kere daha bu kez de kendi yaşadığı an ve coğrafya temelinde yineliyor, “eğer birisi geleceği bize söyleseydi ona inanır mıydık?” diye bir soruyu ortaya atıyordu.
doğu alman gizli polis örgütü stasi için çalıştığını “berlin duvarı” yıkıldıktan sonra öğrendiğimiz ve 2011’de yaşamını yitiren wolf, bu yapıtıyla kendi yaşadığı ülkede ve çevresinde olan biteni duvar yıkılmadan yaklaşık altı yıl önce bir kez daha düşünmeye çağırıyor, zaman zaman ifade ettiği eleştirilerini bir de bu yöntemle dile getirmeye çalışıyordu.
christa wolf |
klasik metinler kurmaca da olsa gerçekten de her dönemde geçerli olabilecek doğruları herkese söyleyen, insanlara yanlışlarını işaret eden metinlerdir. bunu wolf’un metnini şimdi ve bu coğrafya açısından düşündüğümde bir kez daha görüyor, kassandra’nın bu metniyle sorduğu sorunun şimdi de gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyorum. oyunun sahneye çıkmasına bir aydan kısa bir süre kaldığında yeniden görüştüğümüzde, wolf’un bu sorusunu bir kez de oyunun yönetmeni olarak sevgili dilek güven’e sordum, eğer birisi geleceği bize söyleseydi ona inanır mıydık?
“bu soruyu dilek olarak cevaplarsam, biri bana geleceği söylese idi benim ona ilk sorum şu olurdu: argümanların ne? neye dayanarak söylüyorsun bunları? eğer bana mantıklı nedenler, akılcı değerlendirmeler ve verilerin doğru analizini sunabilirse inanabilirdim. christa wolf’un kassandra’sında da kassandra kâhindir, geleceği görme yetisi vermiştir ona tanrı apollon ama şöyle der “ben kimim ki size geleceği söyleyeyim, ben sadece akıl yürütüyorum”. örneğin elli yıl sonra yeryüzünde suların azalacağı, iklim değişikliği olacağını -ki bunu yaşıyoruz-, petrol gibi doğal kaynakların tükeneceğini, temel besin olan buğdayın genleriyle oynandığı ve yeniden ekilemediği için, ‘tek ekimlik’ kıtlıklar olacağını söylesem ve desem ki doğa bunun hesabını soracaktır insanoğlundan; şimdi ben de ‘kahin’ sayılır mıyım?”
frekanslarımızın aynı ve benzer olduğunu görmekten bir kez daha mutlu olurken ekledim:
küreselleşirken giderek küçülen bu dünyada ve şimdi, yani hele yaşadıklarımızın pek çoğumuzun yaşamlarını nerdeyse kökten değiştirdiği bu zamanlarda, tiyatro yoluyla ‘olacağı ve geleceği söyleme’nin toplum ölçeğindeki bir önemi var mıdır acaba?
“tiyatro ya da genel anlamıyla sanat yaşadığı çağdan, toplumdan, dünyadan ayrı düşünülemez. o sanat eserini yaratan o çağın, o zamanın insanıdır. eserinde o zamanın ruhu vardır. tiyatro olacağı ya da geleceği söyleyemez, durum anlatır, anlattığı durumun tartışılmasıdır önemli olan bence. bir soru sorar seyirciye, cevabı seyirciye bırakır.”
doğrusu yanıtlanması gereken sorular üreten oyunların sayısının bu dönemlerde çoğaldığını düşününce, onun dediği gibi edebiyatın yaşanılanı bir de başka gözle anlatması ve sorular sorması bana daha da önemli geldi. yine de ardından bu oyunu seçerken metinde kendisini çarpan en önde gelen noktanın ya da yanın ne olduğunu öğrenmek istedim.
Dilek Güven |
“kassandra’yı ele alışı ve yorumu beni çekti. ona geleceği bildiği ve kahin olduğu için anlamlar yüklememiş, tanrısallaştırmamış, hayalleri, aşkı, pişmanlıkları, hesaplaşmaları vs olan bir insan. ayrıca yukarıda da bahsettiğim gibi, akıl yürüten analiz eden ve bundan sonuç çıkaran bir insan. örneğin saraya girince onu klytaimnestra’nın öldüreceğini biliyor ama sarayın kapısında klytaimnestra’yı görünce onun halinden tavrından gözlerinden anlıyor bunu. christa wolf kassandra’da şiddeti, erki ve patriarkal duyguları erkeğe vasfediyor, priamos kassandra’nın babası (kassandra savaş öncesinde babasına çok düşkün) savaştan önce annesiyle beraber yönetirken truva’yı, savaşla beraber erk olmaya başlıyor.”
sahneleme konusunu konuşurken de oyunda üç kassandra olduğundan söz etti bana. doğrusu bence dünyada ne kadar kadın varsa aslında o kadar da kassandra var. bu eril dünya düzeni ne yazık ki bir türlü onların işaret ettikleri doğruları kabul etmiyor ne yazık ki. tabii o kadınların hepsini sahneye çıkarmak olanaksız olduğu için sahne üzerinde üç kassandra olması olağan ama bu çoğulluk hâlini de doğrusu sevdim. yine de neden böyle yaptığının yanıtını da merak ettim.
“kassandra fikri aklıma düştüğünde seninle konuşmuştuk. şu anda gülümsüyorum tabii, işte bazen cümlenin ardına takılırız, bazen ses duyarız, görüntüler geçer ve o bir proje olur. kassandra beni çağırdı. christa wolf’un kassandra yorumu (tabii ki bu mitolojik figüre kendi yorumunu katmış) beni çok etkilemişti, ancak bu çok uzun bir anlatı, monolog, bundan nasıl bir metin çıkaracaktım. ben bunu sahne metni yaparken bütün kitabı sadece budadım ve kurgu yaptım aslında, ayrıntıları attım ve kassandra’ya dair ve anlatmak istediğime dair yerleri aldım. ama çok zorlu ve riskli bir işti bu. ben bu riski aldım. bu kadar uzun bir monoloğu tek kişiye vermek istemedim, genelde tek kişilik oyunları sevmem. ben de tüm metni üç kassandra’ya böldüm, üç iyi bir sayıydı. ve rejiyi de ona göre kurdum. yani üç kassandra olmasının anlamsal bir nedeni yok. ve üçü de aynı, yani birisi kassandra’nın bir yönünü, diğeri başka bir vurguyu anlatmıyor, sadece metni böldüm. ama daha sonra prova aşamasında şunu fark ettim, üç kassandra olması fazlalaştırıyor, çoğaltıyor, yani kassandra’nın geleceği görüp insanları inandıramamasının acısını yüreğinde hisseden bir kassandra varsa eğer, demek ki kassandra tek değil…”
bu coğrafyanın bir parçası olan truva savaşı ve onunla bağlantılı olaylar üzerine çok sayıda klasikleşmiş yapıt var, bunların arasında tiyatro oyunları da epey yer tutuyor. özellikle şekspir’in yapıtları, örneğin “troilos ile cressida” ilk elden aklıma gelenler. krops tiyatro’nun şimdi sergileyeceği kassandra üzerine araştırırken, 1993'te yani yirmi beş yıl önce bir italyan yazarın, stelio fiorenza’nın da aynı adla bir oyun yazdığını ve bunun önce italya'da sonra da türkiye'de aynı yönetmen, yani shahroo kheradmand tarafından sahneye konulduğunu öğrendim. o yıllarda istanbul’da olmama karşın izlemediğim bir oyundu. kendisine onu da sordum. kuşkusuz iki oyun hem metin hem de sahneleme açısından farklı olsa da türkiyeli tiyatro seyircisinin ve ortamının bunu nasıl karşılardı acaba?
o oyunu izlemedim ama stelio fiorenza’nın metnini biliyorum. seyirci krops’un kassandra’sını nasıl bulacak bilemiyorum inan. ilknur igan’ın çevirdiği metin şiirsel ve ağır yani uzun cümleler ve konu olarak da ön bilgi gerektiriyor biraz ve asıl önemlisi oyuncular çeşitli materyallerle oynuyorlar yani oyun aynı kassandra’nın içinde bulunduğu durum gibi (kassandra köle olarak myken’e gelmiştir ve saraya girecektir biraz sonra ve girdiğinde de öldürülecektir. bütün bu anlatı saraya girmeden önceki çağrışımları, hatırlamaları şeklinde geçer) sürekli çeşitli metaforlarla yeni metaforlar ve çağrışımlar yaratırlar, yani asıl bunu nasıl bulacak seyirci bilmiyorum.
ilk kez 8 kasımda izleyicinin karşısına çıkacak oyunu ben ancak kasım sonunda izleyebileceğim. ama onun merak ettiğini ben de merak ediyorum. rastlantıyla yine bu sıralarda okuduğum alberto manguel’in ‘kelimeler şehri’ adlı kitabında yer alan “kassandra’nın sesi” başlıklı yazıda, bir başka ünlü alman yazar, alfred döblin, platon ve cassandra’dan yola çıkarak, başka bir bağlamda ele aldığı yazısı aklıma geliyor, o yazısında şöyle diyor manguel:
“hikâyeler bize yardımcı olabilirler. kimi zaman bizi iyileştirebilir, aydınlatabilir ve yol gösterebilirler. her şeyden önce, bize halimizi hatırlatabilir, şeylerin yüzeysel suretini yarıp geçebilir ve altında yatan akımların ve derinliklerin farkına varmamızı sağlayabilirler. hikâyeler bilincimizi besleyebilir ve dolayısıyla kim olduğumuzu değilse bile en azından olduğumuzu bilme yetisine, bir başkasının sesiyle yüzleşmenin getirdiği temel bir farkındalığa yol açabilirler.
... o, bir dogma değildir. olguları belirtir, ancak tanımlayıcı yanıtlar vermez, mutlak doğrular ilan etmez, tartışmasız varsayımlar talep etmez, yaftalayıcı kimlikler önermez. kassandra’yı bir fail olarak niteleyerek onu ve çocuklarını felakete mahkûm eden, (şiirsel olarak doğru olmalarından ve basit sloganlar olarak ifade edilememelerinden dolayı) kassandra’nın kelimeleri, bu kelimelerin görüş derinliği ve ifade ettikleri fikirlerin açıklığıdır.
döblin’in bizzat deneyimlediği üzere, platon’un bütün kassandraları, diğer bir deyişle öngörülü şairlerin tümünü cumhuriyet’ten ihraç etmesi, o zamandan beri sayısız hükümet tarafından tekrar tekrar yürürlüğe konmuş bir tedbirdir: bu tedbir, hitler almanyası’nda, simgesel bir eylemle; aralarında döblin’in romanları da olan ‘yoz’ kitapların 10 Mayıs 1933’te yakılmasıyla somutlaştı. bir toplum olarak, failin esas işlevinin aydınlatmak, okuru olan bizleri inançlarımızı yeniden tanımlamak, tanımlarımızı genişletmek ve sorularımızı yanıtlamak üzere durmadan kışkırtmak olduğunu biliriz. ancak aynı zamanda, aksamalar ve belirsizlikler korkusuyla, kurmacayı yalana eşitleyerek ve sanatı siyasi gerçekliğin karşısına koyarak failin rolünü uydurukçuluğa indirgeriz: bu da, bir bakıma, kassandra’nın ağzının içine tükürmektir.
... kassandra ölmeden önce koro’ya seslenir, bu kez trajedilerine dair bir kehaneti değil, kendi varoluşunun uzanarak bizleri de saran o bunaltıcı ve bütünüyle kapsayıcı tablosunu sunmak üzeredir:
bu yaşamdı / en talihli vakitleri / karalamalar gibi tebeşirle / bir sınıftaki yazı tahtasında. / onlara bakıyoruz / ve anlamaya çalışıyoruz. / derken talih sırtını dönüyor / ve her şey silinip yok oluveriyor.” (*)
hiçbir şey silinip yok olmadan sevgili dilek’in ‘kehanetleri’ gerçek olmadan önce yapılacak bir şeyler var sanki. ‘kassandra’yı izlemek belki bir başlangıç olabilir. (ms/hk)
(*) alberto manguel - kelimeler şehri s:28-29
künye ve oyun bilgisi:
“kassandra” (oyun tek perde 65 dakika)
yazan: christa wolf, çeviren: ilknur igan
sahneye uyarlayan ve yöneten: dilek güven
oyuncular: öykü candanadam, özlem aktaş, özlem durmaz
yönetmen yardımcısı: nurullah kaya; koreograf: tuğba özkul; müzik: emin serdar kurutçu
ışık: yüksel aymaz; dekor-kostüm: rabia kip- sedat çiftçi; reji asistanları:emsal yeşilbingöl- zerrin demirkıran;
oyun tarihleri: 8,9,17,30 kasım 2018
biletler: gişe ve biletix’ den temin edilebilir. rez.: 0212-2328080
endlessart taksim: elmadağ cad. no: 28 taksim-istanbul