Herkes bilir, kuşların kanatları sırtında olur. Bu yüzden uçmayı yakıştırdıklarımızın da düşsel meleklerimizin de kanatlarını sırtında hayal ederiz. Senin yüzündeydi çocuk. Bir çift kanat… Güzel yüzünde. Baktıkça bakanın kalbini kanatlandıran.
Artık toprağa koyduk seni. İki yüz atmış dokuz günlük uykudan uyanamadın. Sen uyurken sessiz olmaya çalışsak da uykun derinleştikçe korktuk. Bizi duy istedik. Bedenin günden güne erirken yatağında, birileri semirdi de semirdi Berkin. Öyle çok çalmışlardı ki evlerden taştı paralar. Ayakkabı kutularından ortalığa saçıldı. Saçılırken pis kokular yayıldı. Tutamadık kendimizi bağırdık avaz avaz. Hırsız vaaaaaar! Hele duyunca on altı kiloya düştüğünü, dayan Berkin dayan dedik, bunlara mı kalsın meydan. Senden medet umduk. Hani barış işareti yaptığın fotoğrafın var ya, oradaki hınzır gülüşünle gülme sakın umarsızlığımıza.
Şimdi aynı umarsızlıkla sokak sokak bağırıyoruz. Katil vaaaar! Umarsızız, çünkü “faili meçhul” en çok kullandığımız deyim son zamanlarda. Emniyet binaları emniyetsiz, adliye sarayları nanay, hak hukuk, hak getire durumda. İşte bu yüzden kendimizi evlere sığdıramıyoruz.
Haberini aldığımda ben de attım kendimi sokaklara. Öldürüldüğünü haykırmak isteğiyle. Önüme kim çıktıysa söyledim. Duymayanlar, seni tanımayanlar vardı, anlattım. Bilenler boynunu büktü. Beraberce utandık. Neyiniz oluyor, dedi biri. Annesiyim, dedim kızmazsın umarım. Bindiğim otobüsteki insanlar, gündelik telaşlarındaydılar. Tutamadım kendimi. Berkin Elvan’ı öldürdüler, dedim sesimi biraz yükselterek. Beni deli sandılar. Sen yaşta kızlar vardı, kendilerini tutamayıp güldüler bana. Hayır hayır kızmadım. Bilirim o yaşta komik gelir çoğu şey insana. Eve gittiklerinde anlamışlardır acımı. Hele gördülerse peşine taktığın yüz binlerce insanı. Bir kitapçıya girdim sonra, kitaplar arkadaştır ya insana. Çalışanlardan biri yaklaştı, ne arıyorsunuz, yardımcı olayım, dedi. Berkin’i dedim. Bakıştık öylece gözlerimiz dolu.
Herkes konuşuyor şimdi. Söyledikleri dinlenmeyenler sokaklarda yine. Senin katilinin de aralarında olduğu polis ordusu peşlerinde. Göz çıkartmaya, kol bacak kırmaya, kafa patlatmaya devam ediyorlar. İçlerindeki öfkenin kendilerini de boğduğunu fark etmeden saldırıyorlar. Acın umuda perde çocuk şimdilik. Bakınca ardından giden insan seline. Belki, diyorum belki… Güneş doğmaya devam ettikçe…
Şimdi yemek, içmek, uyumak haram. Arkandan ağlamak ayıp. Affet bizi. Koruyamadık seni de diğer yüzlerce kardeşin gibi. Öldürüldükçe siz, hem öksüz hem yetimiz. Varlığından habersizdi çoğu insan, yokluğunla eksik kıldın herkesi. Katil vaaar! Katil vaaar! Bu çığlık yankılanıyor sokaklarda, gece gündüz tüm kentlerde. Üç maymunu oynayanların oyununu bozar mı bilmem.
Polisin destan yazdığını söyleyenler var ya, asıl destanı, o küçük bedeninle senin yazdığını ürpererek anladılar aslında. Çatal dillerinden dökülen zehir, açık etti korkularını. Titreyip biraz daha yapıştılar koltuklarına. Haram, helal yer değiştirdi tedirgin dillerinde. Hepimizin bildiği o ekmek ve çocuk kutsallığıyla oynadıklarını sanırken zalimler, ekmeği de çocuğu da düştüğü yerden kaldırıp üç kere öpüp kalbimizin üstüne koyduğumuzu hiç bilemeyecekler, anlayamayacaklar.
Yüzüne çizilen kanatları fark eden bir ben değilmişim meğer. Bize kartal kanadıdır, senin o güzelim kara kaşların demiş çArşı. Birsen Tezer bir kırlangıcın kanatlarını görmüş güzel yüzünde. Uçtun, melek oldun, ölmedin ölümsüz oldun demelere dilim varmıyor Berkin. Öldürüldün diye bağırıyor içim. Bıraktığın acı, sözün bittiği yer. Sözün bittiği yerde doğar şiirler.
Enver Gökçe’den:
“gitti vadesiz, gencecikken
yiğitken, güzelken, incecikken
ölüm, adın kalleş olsun!” (NG/AS)