Albert Nobbs, 19. yüzyıl İrlanda'sında erkek kılığına bürünmüş bir kadındır. Yıllardır kâhyalık yaptığı Dublin'deki otelde bile gizlediği kimliğinden kimse haberdar değildir, çünkü o çağda bir kadının böyle bir sırrı açıklaması mahvına sebep olacaktır. Derken yakışıklı bir badanacıyla aralarında zoraki bir yakınlaşma olur, onun da erkek kılığına bürünmüş, üstelik eşcinsel bir kadın olduğunu keşfetmesi yıllarca baskı altında tuttuğu duygularını dışa vurmasına vesile olacaktır.
Glenn Close'un altıncı kez Oscar'a aday olmasını sağlayan Albert Nobbs rolündeki performansı, her ne kadar ödülü Margaret Thatcher'ın tartışmalı kimliğiyle adeta özdeşleşen ezeli rakibesi Meryl Streep'e kaptırmış olsa da, takdire şayan.
Hollywood'un tecrübeli oyuncusu zaten aynı kişiliği yıllar önce tiyatroda canlandırmakla kalmamış, Rodrigo García'nın yönettiği filmin senaryosuna, prodüksiyonuna ve orijinal şarkısına da katkıda bulunmuş. İnsanın aklına bu durumda yine bir kadının erkek kılığına bürünmesinin binbir türlü yanlış anlaşılmaya sebep olduğu Yentl filmi geliyor.
Bir kadın olarak Barbra Streisand'ın tek başına rekor seviyede sorumluluk aldığı müzikal Yentl'da ABD'li sanatçı, sözleri Alan ve Marilyn Bergman çiftine ait, bestesi Michel Legrand'ın elinden çıkma şarkıları da seslendirmişti. Fakat Close'un vokal konusundaki iddiası Streisand'ınkine göre fersah fersah geride kaldığından, Albert Nobbs'un kapanışındaki şarkıyı okuma görevi İrlandalı asi kız Sinead O'Connor'a bırakılmış.
Eserin sinemaya uyarlanması için yıllarca elinden geleni ardına koymayan, Tehlikeli İlişkiler ve Öldüren Cazibe filmlerinin unutulmaz oyuncusu Glenn Close sonunda muradına ermiş, ama çekimler sırasında zatürreye yakalanmaktan da kurtulamamış.
Albert Nobbs'da otele badana için gelen yakışıklı boyacı rolünde Janet McTeer de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı adaylığı kazanmıştı. Erkeksi enerji salma konusunda Albert'e göre çok daha atılgan ve hoyrat olan Hubert önce başkahramanımızın kafasını karıştıracak, daha sonraları ise yıllar boyunca içinde gizlediği sırları dışa vurmasında başlıca katalizör görevini üstlenecektir.
Karşı cinsin kılığına girerek hayata karışmayı seven ve bunu özellikle erkek egemen topluma bir başkaldırı jesti olarak yürüten Cross-dressing militanlarından epey ders almışa benziyor McTeer. Aklıma Gabrielle Baur'un yıllar önce yönettiği ödüllü Venus Boyz belgeseline konu olan Drag-king hareketi de gelmedi değil.
Anglofon toplumlarda drag-queen olarak tanımlanan abartılı kadın kılığındaki erkeklere nazire yapan erkek kılığındaki kadınlar drag-kinglerin özgürleşmeye yönelik atölyeleri Türkiye'de de uygulandı: "Bir günlüğüne de olsa diğer cinsiyetin kodlarını deneyimlemeye çalışmak bizi özgürleştirir mi?" sorusundan yola çıkan atölye, başından geçen olaylar sonrasında zoraki trans erkek kimliğinde sıkışıp kalan Albert'e de faydalı olurdu mutlaka.
Genç enerji
Fakat filmimizin albenisi bununla sınırlı değil. Şirin oteldeki genç hizmetçi Helen'ı oynayan Mia Wasikowska Avustralya'nın sinemaya hediye ettiği son cevher sayılabilir.
Mia ABD'li Gus Van Sant gibi fazlasıyla alternatif bir yönetmenle Restless, İngiliz klasiği Jane Eyre'in son çevrimi ve Johnny Depp'li Alis Harikalar Ülkesinde dahil olmak üzere birçok filmde başrolü oynamakla kalmadı, lezbiyen ebeveynli bir aile konusunda bugüne kadar çekilen en sükseli yapım The Kids Are All Right'ta da geylerin gönüllerini olgun evlat olarak fethetti.
Wasikowska, Helen rolünde Albert Nobbs'un ilgisini kendisiyle evlilik planları yaptıracak kadar çekmekte de pek zorlanmıyor zaten.
22 yaşında olmasına rağmen, 1967 doğumlu İngiliz kadın yönetmen Sam Taylor-Wood'un kalbini kazanan ise, Nobbs'un kaderini belirleyecek delikanlı Joe rolündeki Aaron Johnson. Joe kimliğinde Helen'la fingirdeşirken yıldızı Albert Nobbs'la asla barışmayan Aaron Johnson, daha önce başrolünü oynadığı John Lennon'ın büyüme sancılarıyla ilgili Nowhere Boy filminin yönetmeniyle evli ve 2012'nin Ocak ayında ikinci kez baba oldu.
Aaron her ne kadar Chat Room ve Kick Ass gibi filmlerle yaş ortalaması düşük bir seyirci kitlesinin kült oyuncusu haline gelmiş olsa da, yakında Anna Karenina'nın Kont Vronsky'si olarak karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.
Tolstoy klasiğinin son versiyonunun yönetmeni, Atonement ve Pride and Prejudice gibi filmlerle başarısını kanıtlayan İngiltereli Joe Wright; Kontun baştan çıkardığı Karenina ise zarif oyuncu Keira Knightly tarafından canlandırılıyor. Beyaz tenli Aaron Johnson ile Alexei Alexandrovich Karenin'i oynayan Jude Law arasındaki rekabet görülmeye değer.
Albert Nobbs, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfının 31 Mart-15 Nisan 2012 tarihleri arasında düzenlediği ve programı geçen hafta açıklanan XXXI. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gösterilecek filmler arasında. Vakfın alternatif sinema örneklerini seyircilerine sunma ülküsünün devam ettirilmesi ve Filmekimi'yle başlayan Anadolu çıkarmasının kurumsallaşması dileğiyle. (MT/ÇT)