Post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşı dünyayı krizlerden krizlere sürüklüyor. Bunun bir boyutunu dünyanın genelinde enerji başta olmak üzere yükselen fiyatlar, her geçen gün artan yoksulluk, “suç” olgusu ve organizasyonlarının büyümesi olarak tecrübe ediyoruz. Aynı zamanda sermaye kesimlerinin egemenliklerini sürdürmenin aracı olarak gördükleri ve politik tercihlerinin bir parçası olan neo-faşizmin tırmanışına da şahit oluyoruz.
Açmazların yumağı: Macaristan
AB üyesi Macaristan’da Viktor Orbán 2010 yılından bu yana iktidarda. Orbán ve partisi FİDESZ ilk yıllarından itibaren ülkedeki otoriter yönetimi aksatmaksızın sistemli ve bilinçli bir politikayla ördü. Bu süreçte ciddi bir rahatsızlıkla ve muhalefetle de karşılaştığı söylenemez. Çünkü ülkede muhalefet diye anılan kesimlerin ekserisi Orbán’ı da geride bırakacak ölçüde milliyetçi-ırkçı yaklaşımlar içinde oldu, kayboldu. Halkın geneli sosyalizm dönemindeki depolitizasyondan ciddi bir pay almış olsa gerek bu süreçlerde çoğu zaman izleyici olmanın ötesine gidemedi. Halen bile pasif bir biçimde de olsa iktidarın söylediğini doğru varsayan konumda. Aynı zamanda muhalif/alternatif sesler yine iktidarın sistematik politikaları sayesinde satın alındı ya da ortadan kaldırıldı. Sonuçta cılız seslerden öte alternatif fikirlerin Macaristan’ın zihin dünyasında yer bulabildiğini söylemek olası değil.
Macaristan’ın uyumlu olması gereken AB merkezi ise uzun zaman olanları seyretti. Belli bir yerden sonra yardımları kesme vb. üzerinden zorlanan pozitif değişim siyaseti sonuç vermedi. (Bana sorarsanız bu başarısızlıkta asıl belirleyen öge AB’nin kendi ideallerim dediği şeyleri tedavülden kaldırması, unutmasıydı.) Zira geçen süreçte Orbán yönetimi sağcıların tipik demagojik söylemi-siyaseti eşliğinde ülkeyi parsellerken kendi sermaye çevrelerini ve AB-göçmen karşıtı bir toplumsallığı ülkeye hakim kılmıştı. Bu süreçte kullanışlı düşmanlar doğulu göçmenler (Çinliler hariç) Soros ve AB oluyordu. Size abartı gibi gelebilir ama Macaristan’ın kırsal kesimlerinde (buna popüler turistik alanlar dahil) Macarca dışında başka bir dilde yüksek sesle konuşmanın zaman zaman riskli olduğunu belirtmeliyim.
FİDESZ son seçimlerde (Nisan 2022) kendine bile güven vermeyen muhalefet partileri ittifakını hezimete uğrattı. Fakat kendisi de özellikle yaşanan ekonomik kriz karşısında çaresizdi. Seçim sonrası yapılan kutlamalar sırasında bazı FİDESZ yöneticilerinin pek de mutlu olmadığı görülüyordu. Muhtemelen bugünleri ön görüyorlardı. Zira ülkenin kısıtlı kaynakları egemen sermaye çevreleri tarafından çarçur edilmiş, kamu bütçesi epey zamandır boştu. Seçim öncesi çeşitli alanlarda yapılan indirim ve fiyat sınırlamaları sürdürülecek gibi değildi. Nitekim sürdürülemedi de.
Bu hafta Macar parası Forint Euro karşısında yüzde 2’den fazla değer kaybetti. Perşembe günü itibariyle 1 Euro = 420.91 Forintti. Bu değer kaybı artarak sürüyor. Hükümet henüz açıktan iflas ettiğini açıklamadı ama maaşlar dışında bütçeden herhangi bir alana bir süredir ödeme yapılmadığı açığa çıktı. Nedeni, para yok!
Seçim sonrası yürürlüğe giren ve haksızca 450 bin kişiyi ikinci defa vergilendirmek herhangi bir şeyi çözmedi. Ya da vilayetleri sancak diye adlandırmak kimsenin yarasına merhem olmadı. Orbán’ın yabancılarla evlilik karşıtı, ırkçılık tonu bir hayli yüksek açıklamalarının; AB’den yardım almak için icat ettiği “yolsuzlukla mücadele” kurumu vb adımların hiç bir meseleyi çözme olasılığı zaten yoktu.
Şimdi de görünen hükümet suçu başkalarına atarak (muhtemelen AB) durumu idare etmeye çalışacak. Ukrayna savaşı karşısında izlenen adeta kendini kaybetmiş (NATO üyesi olduğunu unutup mesela Madrid NATO zirvesinde “baş düşman Rusya” minvalinde belgelere imza atıp sonrası da “Asıl NATO Putin’i tahrik etti” sözlerine sarılmak pek mantıklı olmasa gerek. Gerçi benzer tutarsızlıklara siz memleketten de alışıksınız.) sayıklamalarının özellikle ülkede kış aylarında doğalgaz sıkıntısı çekilmeye başlanınca halkı ısıtmaya yeteceğini sanmam. Kaçınılmaz olarak halk da sokağa çıkacak. Neyse ki bizim memleket kadar Macaristan’ın zaptiyesi ve damı bol değil…
Sol (?!)
Gününü mazeret üretmeye hasreden “Hep bunlar kimlik siyaseti yapanlar yüzünden oluyor.” diyen cinsi başta olmak üzere solun genelinin Latin Amerika/Abya Yala ülkeleri haricinde geniş kitleler için cazip olmaktan çıktığından söz etmek mümkün.
Abya Yala neden ve ne kadar farklı bunun bir başka yazıya bırakalım. Fakat Macaristan/Türkiye örneklerini düşünerek “Sol”un neden başarısız olduğu üzerine biraz tartışmayı genişletmeye çalışalım. Solla ilgili solun içinden yapılan çoğu değerlendirmede sağın kötülükleri ve “liberal sızma” asıl problem olarak görülüyor. İlaç olarak ise en iyimser kesimler solun ve daha geniş siyasal çevreleri de içine alan birliğini savunuyor. Bu dediğim tabii daha çok Türkiye için geçerli. Macaristan muhalefeti geçtiğimiz seçimlerde “Orbán gitsin onun yerine (adayı ve belirsiz olan programıyla) hakiki Orbán gelsin” demenin maalesef ötesine geçemedi. Elbette herhangi bir alternatif gelecek hayali olmayan siyasal iddia yoksunluğuna kitlelerin teveccüh etmesi de beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu.
Elbette Türkiye ile Macaristan solunun/muhalefetinin farklı tarihsel geçmiş ve tecrübeleri var. Macaristan muhalefeti muhalefet etmeyi muhtemelen hiçbir zaman öğrenemedi. Örneğin 1956’da öyle uzun boylu bir şansı olmadı. “Sosyalizm” döneminde kapitalizme geçiş ciddi bir zorlama ve ihtiyaçtan çok günün modasına uymak diyebileceğimiz tarzda yumuşak bir biçimde yaşandı. Dolayısıyla gerisi bir adaptasyon sorunuydu. Eski yöneticilerin çoğu siyasetteki yerlerini korudu. Batılıların şov yapmaya indirgenmiş siyasal anlayışını benimserken toplumu onlar yönlendirdi kapitalizmin bataklıklarına. Sanırım o günlerin en büyük siyasal eylemi yeni açılan McDonald’sların önünde oluşan uzun kuyruklardı.
Sol açısından genel olarak anahtar sorun belki de öncelikle söylemleri değil düşünceyi yenilemek ve verili politika yapma biçimlerini değiştirmekle ilgili. Marx-Engels ve diğerleri en nihayetinde sınıfsız toplum, komünizm yani yeni bir dünya yaratmak istediler. Bugün kapitalizm bütün azgınlığıyla dünyaya yani varlığımıza saldırırken sadece buna karşı koyarak değil yeni dünyayı bugün-hemen biçimlendirme arayışına girersek ancak kazanabiliriz. Bugün en çok saldırılan parçamız ya da parçası olduğumuz şey DOĞA. Geçmişin fetişleştirilen kavramları arasında ona yer yok. Ama bugün kapitalizme karşı yeni bir dünya kurma mücadelesinin kaçınılmaz hareket noktası pozisyonunda. Anti-kapitalizmi içermeyen “yeşil” yaklaşımların bu konuda bırakın yetersiz kalmayı bugün Almanya örneğinde olduğu gibi bizzat doğa ve insanlık düşmanı militarizmin destekçisi olduğu görülebilir. Burada içinde bulunduğumuz konjonktür itibarıyla kaçınılmaz olarak savaş karşıtlığı ve küresel çapta dayanışmanın gerekliliğine geliyoruz. Bunlar şimdilik sadece hareket noktaları.
Politika yapmayla ilgili ise birincisi işe kendimizi bize dayatılan adeta pazara sunulmuş “seçenek”lerden biri olma kategorisinden çıkarmakla başlamalıyız. Bunun anlamı her şeyden önce neysek o olarak kendimizi ortaya koymamız gerektiği. Daha açık ifade etmekte yarar var sanırım çünkü bazıları anlamıyor. Devrimciler şu ya da bu malın pazarlamacısı değildir halklar da tüketici. Bununla bağlantılı olarak ise siyaset yapmanın tek biçimi ve yeriymiş gibi bize de benimsetilen parlamento vb. olanakları da kavrayan/yutan atomize ve dijitalize olmuş varoluşumuzu reddederek işe başlayabiliriz. Bu özetle bütün insanları siyasetin öznesi haline getirmenin yollarını aramak, örgütlenmek ve ideallerimize ters düşmediği ölçüde her tür mücadele biçimini değerlendirmektir. Sosyalizmin öncelikli bir gereği varsa bu da kuşkusuz insanları, dünyayı ortaklaştıran neşeli bir atmosferi yaratmamız, solumamızdır…
Şimdi bir kısım mühim okur akademinin silindirleri arasında zar inceliğine gelmiş, devlet hizmetinden bir gün olsun şaşmayan müthiş aklıyla “sizin sosyalizm dediğinizi de biliyoruz” deyip dudak bükecektir. Kafamı bozuyorlar ama kısa bir yanıt vereyim. Daha yeni kabul edilmese de dünyanın “en ilerici anayasası” dediğiniz şey sonuçta Şili’de solcuların elinden çıktı. Küba’da geçen hafta sonu dünyanın en ileri “aile” anayasası referandumla yürürlüğe girdi. (1) Bunları hürmetle ellerinden öpme hevesiyle yarıştığınız Biden ya da Putin yapmadı. Akıllarından bile geçiremezlerdi. O arada kan dökmekle meşgullerdi hâlâ öyle.
Kapitalizm bizleri BUGÜN’e yani bizzat şimdi yaşamak, soluk almak için debelendiğimiz bu ana mahkum etmeye çalışıyor. Gerçi bundan da emin değilim dünyaya karşı acımasızca saldıran kapitalizm bize bugünleri de aratabilir. (2) Fakat DEVRİMCİLİK başka bir şeyi, size/bize bugünün esiri olmadığımızı pekala yeni bir dünya yaratabileceğimizi anlatıyor…
(1) Bu konudaki gelişmeleri merak edenler bu yazıyı okuyabilir.
(2) Mevcut yeniden paylaşım savaşının Ukrayna cephesinde gelinen durum maalesef sürecin nükleer savaşa doğru evrilebileceğini gösteriyor. Savaşın ana aktörleri bırakın bundan kaçınmayı savaşı istedikleri yaygınlık ve büyüklüğe taşıyabilmek için sürecin gönüllü tahrikçisi rolünü oynuyor. Doğa, insanlığın geleceği gibi sorulara onların zihinsel yapısında yer yok. Mesela Kuzey Akımı-1 ve 2’ye sabotaj düzenleyenlerin sizce dünyaya verdikleri zarar umurlarında olmuş mudur?
(AS/AS)