Dün tutsak kadınların önemli bir kısmı için sıra dışı bir gündü.
Günler öncesinden hazırlanmıştır C-5 sakini kadınlar.
Koğuşların kıdemlisi Heymen'in doğum günüydü. Bir yaşını dolduracaktı. Kıvırcık sarı saçları, annesinden aldığı maviş gözleriyle, şirinmi şirin bir çocuktu Heymen.
Konferans salonundaki bu sıra dışı kalabalıktan da, tutsak kadınların aşırı ilgisinden de sıkılmıştı doğum günü çocuğu.
Konferans salonunu özenle süslemişlerdi.
Rengârenk balonları görünce, küçük mektup arkadaşım Öykü'yü hatırladım. Tutsak teyzelerine ve amcalarına gönderdiği balonların hapishane idarelerince sakıncalı bulunup verilmemesi üzerine; annesi Tülin ve babası Adil'le birlikte basın açıklaması yaparak bu yasağı protesto etmişti.
Sahneye üç katlı kocaman bir pasta yerleştirilmişti. Bir çoğunuz duymuş olmalısınız. F tiplerinde kantinden satın alınan etimek, bisküvi ve sarelleden imal edilen bu pasta nedeniyle; bir zamanlar "bisküviyi amaç dışı kullandıkları" gerekçesiyle disiplin cezaları verilmişti siyasi tutuklulara.
Ufaklık şaşkın... Annesi ve koğuş arkadaşlarının heyecanlı sevinçleri dışarıdan rahatlıkla görülebiliyor.
O sevinçli ama hep bir hüznün hissedildiği ortamda kendimi anılarla Heymen'in doğum günü arasında hızlı bir turunda içinde buluverdim.
Tutsaklardan oluşan orkestra ve alkışlar eşliğinde "iyi ki doğdun Heymen" şarkısına katılsam da; gözüm Heymen ve annesinde, aklımda Nazım ustanın dizeleri.
"Güzel günler göreceğiz çocuklar/Motorlu mavilikler süreceğiz/ Güzel günler göreceğiz çocuklar/..."
Heymen'le ilk karşılaştığımda dişleri daha yeni çıkmıştı. İlk zamanlar annesinin kucağındaki ürkek bakışları dikkatimden kaçmadı. Mapusluktaki kıdemi arttıkça, Heymen de alıştı buralara. Unuttu dışarıda bir başka hayat olduğunu.
Koğuş arkadaşlarına da ısınmıştı iyice. Elden ele kucaktan kucağa dolaşıyor. Dışarıdan bakan birsi için bu bir avantajmış gibi görünebilir. Bilirsiniz çocuklar kucakta gezmeyi çok severler.
Ancak, bu "gezme" birkaç metre karelik alana sıkıştığında bir başka hal alır. Beton duvarların soğukluğu da, ağırlığı da çocuğu da, ilgileneni de sıkmaya başlar, sıkar.
Düşünsenize, ranza ve kucak dışında çocuğu yere koyamazsınız emeklemesi, hareket etmesi için. Nasıl ki hareketsizlikten büyüklerin kasları erirse, bu çağdaki çocuklarında kasları gelişmez. Yani mapustaki bir bebek, emeklemeden yürür.
Betonun soğukluğu da, iticiliği de oyun çağındaki çocuklar bakımdan çok daha etkili ve zor. Hele bir de arada bir dışarıya yakınlarının yanına gitme şansı varsa, o zaman bu çocuklar için mapusluğun daha da çekilmez olduğu kesin.
Heymen'in o gürültüde elden ele dolaştırılmasından duyduğu sıkıntılı halini seyrederken, Gebze hapishanesindeki mapus çocuklarımızı hatırladım.
Hapishaneye ilk gittiğimizde A-8'in Arda'sı on dokuz aylıktı
A-9'un Kıvanç'ı ise, henüz yaşını doldurmamıştı.
Arda altı aylıkken tutuklanmıştı.
Kıvanç tutuklandığında sanırım daha da küçükmüş.
Arda A-8 koğuşuyla öyle bütünleşmişti ki, başka koğuşlara gezmeyi, dışarıya babaannesine gitmeyi kesinlikle istemiyordu. Dışarıya gidip geldiğinde, askerin ve gardiyanların üzerini aramalarına tepki gösterip, arama yapanlara tükürüyor, ağlıyordu. Bu nedenle Arda'yı rahat yatan mapuslara benzetiyorduk.
Kıvanç tipik yatamayan mapustu. Az-çok konuşmaya başladığında; babası içeri gönderdiğinde, annesinin yanına gelmesine aldırmadan, öyle çok ağlıyordu ki!
Ne yaparsak yapalım Kıvanç'ı bir türlü susturamazdık. Çocuk aklıyla, kendini nasıl sakinleştireceğini de keşfetmişti. Bir yandan ağlarken diğer yandan da annesine "yatcam" diyerek; kendini uykuya vururdu. Ancak uyku sonrasında sakinleşirdi.
Çocukların doğum günlerinde, dışarıdan pasta aldırmak için temsilciler günlerce öncesinden müdürle görüşürlerdi.
Doğum günlerinde çocukların bir araya gelebilmeleri de, yine müdürle görüşmeler sonucunda gerçekleşirdi.
Arda'nın saldırganlığı... Yan koğuştan atılan topun* havalandırmaya düşmesiyle, büyük bir neşeyle "top deldi" diyerek havalandırmaya koşması. Kıvanç'ın ağlamaları...
Konuşmayı biraz ilerlettiklerinde, hiçbirimiz özel olarak öğretmediğimiz halde; günde iki defa attığımız sloganlara eşlik edişleri... Ve daha Arda ve Kıvanç'la ilgili bir sürü güzel anı eşliğinde, 0-6 yaş gurubundaki tutsak çocukların sorunları dolaşıp durdu kafamda!
Arda aklıma düşünce, annesiyle arasında geçen bir anekdotu paylaşmazsam olmaz!
Arda iki buçuk yaşındaydı. Annesinin daldığını görünce "anne ne düşünüyorsun" diye soruyor.
Arzu da; "babanı" diye yanıtlıyor.
Aradan birkaç gün geçmişti. Arzu Arda'nın daldığını görünce ne düşündüğünü soruyor.
Arda hiç teklemeden "babanı" yanıtını veriyor.
Bunlar hapishane hayatımızdaki "güzel"likler elbette peki ya madalyonun diğer yüzünde bu çocuklara dair neler var?
Toplumun çoğunluğunun annelerinin aldığı hapis cezasının tartışmasız ortağı olan bu çocuklarlardan da, sorunlarından da bi haber olduğunu söylersem yanlış olmaz.
Birçoğumuz hapishanede çocuk olmanın nasıl bir şey olduğunu Feride Çiçekoğlu'nun Uçurtmayı Vurmasınlar filminin kahramanı Barış'ın iç burkan, sorgulatan mapushane öyküsünden öğrenmiştik
Her ne kadar Türkiye'de hapishane çokluğu, tutsak sayısının 120 bini aştığı somut bir gerçek olsa da; hapishanelerdeki 0-6 yaş gurubundaki çocukların durumuyla ne ilgilenen olur, ne de bilinir.
İstatistikler de bu çocukları görmez. Annelerin aldıkları hapis cezalarının ortağı olan bu çocuklar beton duvarlar, parmaklıklar ardında ne tür sorunlar yaşarlar? Tutsaklık bu çocukların psikolojilerini nasıl etkiler? Bu koşullarda çocukların kişilikleri nasıl şekillenir?
Yanıtlanması gereken bir dizi soruya kimse kafa yorma ihityacı bile duymaz. Çoğunlukla bu çocukjların durumu hak örgütlerinin de ilgi alanı dışında kalır.
Kimi Arda, Kıvanç, Heymen gibi birkaç aylıkken girerler hapishaneye. Bazıları ise bir devlet hastanesinin karanlık, soğuk mahkûm koğuşunda mapus olarak doğar dünyaya.
Asker, gardiyan, demir kapı mazgal, parmaklık, malta, havalandırma küçük dünyalardaki temel şeylerdir. Birkaç metrekareye sıkıştırılmıştır çocuk yaşamları da gülüşleri de
Adli koğuşlarda kalan bu çocuklar değişik nedenlerle tutuklu bulunan kadınlarla birlikte yaşarlar. Ve bir dizi kavganın, gürültünün ve sorunun içinde şekillenir kişilikleri.
Koğuş arkadaşlarının ilgilileri de (ki, bu koşullarda bu bir nimet gibidir çocuklar için) ilgisizlikleri de, ilişki biçimleri de her şey bu çocukların psikolojilerine olumsuz etkide bulunur.
Kreşi bulunan hapishane sayısı ya çok azdır ya da istisnadır. Okul çağına geldiğinde de yoksa yetiştirme yurdunun yolu görünür bu çocuklara.
Sonra mı? Denir ki bu çocukların çoğu yeniden dönerler hapishaneye. Hem de birer suçlu olarak.
İyi de, bunun sorumlusu kim?
Suçlu kim?
Ve bir kez daha: iyi ki doğdun Heymen! Nice özgür mutlu yıllara.(FE/Lİ/BA)
* Koğuşlar arası alışveriş yasak olduğundan ekmek içinden top yapılır, not yada ufak-tefek istenen çay, kahve, gazete v.b yandaki koğuşun havalandırmasına atılır. Buna da top denir ya kimse kafa yorma ihtiyacı bile duymaz. Çoğunlukla, bu çocukların durumu hak örgütlerinin de ilgi alanı dışında kalır.
** Füsun Erdoğan, Kandıra 11 Haziran 2011