Aralarında Irak Federal Kürdistan’ın Başkanı Mesut Barzani’ye yakınlığı ile bilinen KDP yetkilisi Umît Xoşnav’ın da bulunduğu Güney Kürdistan’daki gençlik örgütü temsilcileriyle birlikte Kandil’e yaptığımız ziyaret sonrası, söyleşi yapmak için bir gün, Komalên Ciwan karargâhında kalıyoruz ve gerillaların deyimiyle “keşif altında,” söyleşi yapmaya başlıyoruz, Komalên Ciwan (Gençlik Toplulukları) Sözcüsü Şîmal Ülkem, Koordinasyon Üyeleri Avar Ali, Axîn Mahîr Amed ve gazeteci Rûbar Roj ile birlikte. (Ertesi gün keşif uçaklarının Kandil semalarındaki uçuşuyla ilgili Genel Kurmay Başkanlığı’ndan bir açıklama geliyor: “Kandil’de keşif uçaklarıyla tespit edilen 62 noktanın fotoğrafı çekildi.”)
Söyleşiye tabiki PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan ve bugünlerde (Şîmal Ülkem’in ifadesiyle) ‘PKK gerillalarının Güney Kürdistan dağlarına çekilmesiyle’ devam eden süreçten başlıyoruz. KCK’nin gençlik örgütü Komalên Ciwan, PKK Lideri Öcalan’ın “sosyal, siyasal, ekonomik yönü ağır basan mücadele” dönemi olarak ifade ettiği dönemde nasıl bir tutum içinde olacak? Komalên Ciwan bu süreci nasıl karşıladı? Bunları anlamaya çalışıyoruz.
“Devrimci halk savaşına hazırlanıyorduk”
Ülkem, “Önderliğimizin başlattığı bu süreç bizim açısında çok yeni,” diyerek başlıyor ve sözü hemen geçtiğimiz iki yılda yoğunlaşan çatışmalara getiriyor ve uzun uzun PKK Lideri’nin Diyarbakır Newroz’unda okunan “silahlı mücadele döneminin kapandığı” yönündeki açıklamasına kadar, 2013 yılı için, “devrimci halk savaşı” olarak ifade edilen bir sürece hazırlandıklarını anlatıyor. Bir ara “Gençler, Güney dağlarına çekilen gerillaların yerini almalı, halkı korumalı,” diyor Ülkem ve bunun üzerine soruyorum: “Nasıl yani? Bunu biraz açabilir misiniz?” Ülkem’den çok net bir cevap geliyor:
“Yanlış anlaşılmasın; gençlik dağlara çıksın, halkı savunsun, anlamında söylemiyoruz bunu. Gelmek isteyenler zaten bu ifade ettiklerimizden de bağımsız geliyorlar. Demek istediğimiz şu: Demokratik yol ve yöntemlerle, demokratik siyaset çerçevesi içinde haksızlıklara, zulme karşı, temel hak ve özgürlükler için gençler, mücadelelerini yükseltmelidir.”
“Ortak tepkiler demokrasi talebiyle ortaklaştı”
Sohbetin konusu çok geçmeden Taksim’deki Gezi Parkı’yla anılan olaylara geliyor ve bu defa sözü Komalên Ciwan Koordinasyon Üyesi Avar Ali alıyor. Ali, Kürt’lerin son günlerdeki gösterilerde olmadığı yönündeki eleştirilere tepki gösteriyor: “Bize göre önemli olan bu direnişte yer alan kesimlerin etnik kimliği değildir. Önemli olan, ortak tepkilerin demokrasi talebi üzerinden bir araya gelinmiş olunmasıdır. Kaldı ki bu direnişte Kürt gençlerinin olmadığı da gerçeği yansıtmıyor. Örgütlü Kürt gençliği açısından direniş, bir yaşam tarzıdır. Bu açıdan Kürt gençlerinin hiçbir kaygıya kapılmaksızın Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlayabilecek bu ve benzeri direnişlere dahîl olmaması, hatta öncülük etmemesi düşünülemez.”
Sincapa ne oldu?
Daha söyleşiye henüz ısınmışken ateş üstünde kaynatılan suyla demlenmiş çaylar geliyor ve söyleşiye ara veriyoruz. O arayı etrafa bakmak, merak ettiğim Kandil dağlarını izlemekle geçiriyorum. Gözüme ilişen ilk şey, şirin koşuşturmasıyla bir sincap oluyor. Bir süre onu takip etmeye çalışıyorum. Sonra yakınımda duran Serdar isimli genç bir gerillaya sincapı gösteriyorum. Serdar gülerek bir sincap hikayesi anlatmaya başlıyor:
“Yeni katılan bir arkadaş bir gün, elindeki taşı rastgele fırlatttı ve taş gitti, bir sincaba isabet etti. Sincap bayıldı. Bizim arkadaş bir telaşlandı ki, sincap öldü diye. Tabi arkadaşın telaşlı halini gören diğer arkadaşlar ona takılmaya başladılar, ‘Bence iç kanama geçirdi, hemen hastaneye götür,” “Yok bence gidici, sen hemen sunî teneffüs yap,” diye. Neyse ki sincap çok geçmeden ayıldı ve ağaca tırmandı ama arkadaş hâlâ peşindeydi; peşinden ağaca bile çıktı, “Ya gerçekten iç kanama geçirmişse” diye.”
Serdar’ın çat pat Türkçe’siyle anlattığı bu olaya hep birlikte güldükten sonra, Kürtçe bildiğimi fark eden Serdar’ın “Ma niye sölemisen, hadır Kürtçe bilisen?” deyişine gülüyoruz bu defa.
İkinci çayları alıp söyleşi yaptığımız ağacın altına dönüyoruz. Gezi Parkı olaylarından devam ediyoruz sohbete.
Başbakan’ın üslûbu
Avar Ali devam ediyor konuşmasına: “Bu olaylar Gezi Parkı’yla patlak verse de olayların dayandığı esas, zulme, baskıya; bir bütün gayri meşru ve anti-demokratik uygulamalara duyulan tepkilerdir.”
Ali konuşmasının devamında olayları, Türkiye gençliğinin değişim ve dönüşüm isteğinin güçlü bir dışavurumu olarak değerlendiriyor ve sözü Başbakan’ın eleştirilen üslubuna getirip, “Kuşkusuz Başbakan’ın sürecin dokusuna uygun bir dil kullanması taraftarıyız; hassasiyetlere uygun davranılması gerektiğini düşünüyoruz fakat, salt üslûp üzerinden bir siyasi tahlile yönelmek bence yanıltıcı olur. Biraz pozisyonu gereği böyle davranmak zorunda hissediyor kendini. İkincisi; Başbakan’ın karakteri biraz böyle… Ama yakın kurmaylarının ifade ettikleri, son olaylar bağlamında, daha dikkate değer görünüyor. Yanı sıra, bu olaylar salt Erdoğan’ın söylemleri üzerinden de gelişmiyor. Başta da ifade ettik, bu olaylar biriken tepkilerin, rahatsızlıkların ciddi bir dışavurumudur. Bu yönüyle doğru okunması gerekir,” diyor.
“Eylemlerimiz çözüm sürecine zarar vermeyecek”
Arkasından K.C. Sözcüsü Ulkem, biber gazı kapsüllerinin isabet almasıyla yaşamını yitiren gençleri anımsatarak ve “Bir yandan demokratik tepkiler böylesine bir şiddetle bastırılmaya kalkışılırken, barış sürecinden, demokratik siyasetten nasıl söz edebilir ki?” diye sorarak söze giriyor:
“Tabi ki bu ölümlere karşı, zulüm ve haksızlıklara karşı çıkacağız, tepkimizi göstereceğiz, meşru haklarımızı kullanacağız. Zira Önderliğimiz bu süreçte bir kişi dahi tutuklanırsa kıyameti koparmalısınız, diyor. Görüyorsunuz; hâlâ gösterilerde insanlar tartaklanıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Bu yüzden demokratik tepkimizi etkili bir şekilde kullanmamız gerekiyor.”
Bu sözlerin ardından tam yeri, deyip cevabını çok merak ettiğim soruyu soruyorum: “Nasıl bir eylem hattı izleyeceksiniz yeni dönemde?” Soruya Sözcü Ülkem cevap verdi: “Yeni bir sürece girdiğimizi söyledik. Elbette eylem hattında da bir değişiklik olacak. Siyasal açıdan, sosyal açıdan yeni bir eylem hattının oluşması gerekiyor. Çözüm sürecine zarar vermeyecek, hareketimizin perspektiflerine uygun bir yaklaşım içinde olacağız.”
Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı haklarının hâlâ iade edilmediğini söyleyen Ülkem, “Kürt çocukları hâlâ “Türk’üm, doğruyum,” dedirtilerek okula alınıyor, hâlâ ana dilde eğitim hakkı tanınmamış,” diyor ve asimilasyonun devam ettiğini, bunun aslında bir kültürel soykırım olduğuna vurgu yaparak buna karşı bir savunmanın olması gerektiğini söylüyor. Arkasından “savunma”yı açıyor biraz; adeta “Buradaki “savunma”yı açabilir misiniz? Somut olarak neler yapacaksınız?” sorularını gözlerimden okuyarak.
“Ana dile ilişkin kimi eylemsellikler yapılabilir, hukuki ve siyasal yollarla… Dil konusu basit olarak görülmemeli; dil yaşamın, kültürün kendisidir; taşınması gerekir. Türkiye’deki yasalar buna müsait olmayabilir, devlet de buna izin ve imkân vermeyebilir ama Kürt gençleri ve kadınları “Biz artık evlerimizde, yaşam alanlarımızda Kürtçe konuşacağız,” diyebilir. Mesela Amed’teki Sanat Sokağı’nda bir cafe, ana dil eğitimi için bir yuva hâline getirilebilir. Batman’ın Gülistan Caddesi’nde de benzer bir şey yapılabilir. Yüresel giysilerin tanıtılması ve özendirilmesi için gençler ve kadınlar öncülük etmelidir. Öte yandan, Önderliğimiz her ağacın altı bir okul, bir akademi gibi kullanılabilir, demişti, gençler böylesi aktiviteleri geliştirebilir. Yoksa birkaç kurumla Kürt kültürü, folklorü korunamaz, taşırılamaz, kapitalist modernitenin etkileri kırılamaz.”
“14 yıldır yoğun bir değişim süreci yaşıyoruz”
Sohbetimiz gittikçe ısınıyor. Biz de, onlar da, rahatlıyoruz. Bu rahatlıkla daha araya girip, “Geçtiğimiz yıllarda şiddet içerikli eylemler çok fazla tepki çekti. O yüzden bu nokta üzerinde biraz durmakta fayda var,” diyorum ve bu defa sözü daha sonra hemşehrim olduğunu öğrendiğim Axîn Mahir Amed alıyor ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın geçtiğimiz aylarda TİME dergisinden en etkili yüz isim arasında yer almasına dikkat çektikten sonra, PKK Lideri’nin özellikle son 14 yıldır savunmaları ekseninde bir zihinsel değişim sürecine girdiğini, bunu örgüte ve halka da yansıttığından söz ediyor.
Amed konuşmasının devamında; PKK Lideri’nin Kürt halkına, özelde Kürt gençliğine bir tarih bilinci oluşturduğuna, bunun sorgulayan, itiraz eden bir Kürt gençliğini açığa çıkardığını anlattıktan sonra sözü şiddet eylemlerine getiriyor ve çok net bir ifadeyle “Eylem hattını, örgütsel tarzı, bahsettiğimiz zihniyet değiminden bağımsız belirleyemeyiz,” diyor.
Amed’in uzun konuşmasını kesmeden dinledikten sonra derin bir nefes aldığı bir ânı fırsat bilerek araya giriyorum ve “Biraz somutlaştırabilir misiniz? Nasıl bir örgüt? Nasıl bir eylem biçimi?” diye soruyorum. Cevap, yine uzun oluyor:
“İktidarların toplumu, özellikle de gençleri ve kadınları tarihsizleştirme, dolayısıyla bilinçsizleştirme yönünde bir politikası var. Bir kültürel soykırım söz konusu... Bizim bu politikaları boşa çıkarma noktasında ciddi bir çabamız olacak! Gençlik örgütü olarak, genç kadın hareketi olarak bu hususları yoğun bir şekilde tartışıyoruz. Eğitim çalışmalarımız, sosyal, siyasal, kültürel etkinliklerimiz bu eksende gelişecek. Eskisi gibi şiddet içerikli eylemler olmayacak; daha çok uyarıcı, yapıcı eylemleri esas alacağız. Halkı ve iktidarı uyarıcı eylemlerin yanında, yapıcı eylem ve etkinliklerimiz olacak! Toplumsal sorunların çözümlenmesinde rol alacağız. Önderliğimizin son savunmasında 12 madde halinde ifade ettiği sorunlar üzerine gençler, eğitim çalışmaları yapabilirlerç Bu noktayı önemsiyoruz; çünkü asıl bu dönemde demokratik taleplerin, tepkilerin bilinçle örgütlendirilip ortaya çıkarılması; demokrasiye iten bir kuvvet haline getirilmesi gerekiyor. Öte yandan bu dönemde ideolojik-politik mücadele büyük önem kazanıyor ve bunun da öncülüğünü gençler yapacak.”
Üstümüzde keşif uçakları vardı
Yaklaşık 3 saat sürüyor sohbetimiz... Yemek yemek için birkaç metre öteye gitmek dışında hemen hemen hiç hareket edemedik; çünkü keşif uçakları gün boyu Kandil semalarında uçtuğu için hareket etmemek gerektiği telkin ediliyor bize.
Söyleşi bittikten sonra “manga” denilen yere geçiyoruz. Serdar da bizimle kalıyor. Biri altta, biri katalarak yastık yapılmış, biri de üstümüzde olmak üzere üç battaniyeden oluşmuş yataklarımıza yatıyoruz. O ara Serdar sesleniyor, “Bu keşfi de yazacaksınız değil mi?” diye. Gazeteci arkadaşım Rûbar’la birlikte gülüştükten sonra “Tabi yazacağız,” diyoruz ama ikna olmamış olacak ki “Bakın ilk kez gazetecilerden bir şey istiyorum; bu keşif uçaklarını mutlaka yazmalısınız. Barış süreci, çözüm süreci diyorlar. O zaman nedir bu uçaklar?” diye devam ediyor konuşmasına.
Sabah kahvaltı için uyandırılıyoruz. Belli ki gerillalar çoktan uyanmış; çünkü Serdar dışında kimse katılmıyor kahvaltıya. Sonra anlıyoruz ki, Serdar da salt eşlik etmek için bizimle oturuyor kahvaltıya.
Kahvaltı henüz bitmiş ve herkes oynayan gerillaları oynamaya koyulmuşken haber geliyor; tekrar Hewlêr’e dönmek üzere yola çıkma vakti. Bir süre, hatta 1 saat kadar yürüyoruz. Yolda köylülere; Kürt geleneksel kıyafetli kız çocuklarına rastlıyoruz. Lehçe farklılığı nedeniyle biraz zorlansak da, çocuklarla konuşabiliyoruz.
Bize rehberlik edilen gerilla, çocuklardan birine kızıyor. Önce niçin olduğunu anlamıyoruz ama sonra çocuklara sincapları sapanla vurdukları için kızdığını anlatıyor...
Arabaya binmeden önce bir grup gerilla ile karşılaşıyoruz. İçlerinden kadın olan bir gerilla dikkatimizi çekiyor. Rûbar’a “Almanlara benziyor, değil mi?” diye soruyorum. Sorumu duyan bir gerilla hemen, “Zaten Alman,” diyor.
Bir süre Alman gerilla ile sohbet ediyoruz. Kürtçe’yi de, Türkçe’yi de iyi konuşuyor ama Kürtçe bildiğimizi söyleyince bizimle Kürtçe konuşuyor. Alman Sosyalist Fraksiyonu RAF’tan konuşuyoruz biraz ve Ulrike Meinhoff’tan... Alman gerilladan PKK’ye katılmış on civarında Alman gerilla olduğunu öğreniyoruz.
Kandil asfaltında
Alman gerillayla sohbetimiz yarım kalıyor; araba geliyor ve yola koyuluyoruz. Kısa bir süre sonra gerillaların bir kontrol noktasından geçiyoruz. Şoför PKK’nin hakimiyet bölgesi olan “Medya Savunma Alanları”ndan çıktığımızı söylüyor.
Ayrılırken, akşam, ellerindeki topla gerillaların yanına, futbol oynamaya gelen çocukları anımsıyorum. Gerillalar “Keşf heye,” (keşif var) deyince uzaklaşmışlardı.
Ve Mexmûr kampındayız yine. Notlarımıza göz atıyor, ses kayıtlarını dinlemeye koyuluyoruz... (BA/HK)