Bu kez hafta değil yıl da bitiyor…
Yıl sonları, genelde insan hayatının kendi iç hesaplaşmalarının bir dökümüne dönüşür. Arkadaşlıklar, dostluklar, işler güçler kalem kalem masaya yatırılır, bazı sayfalar açılır, bazıları bir kitap gibi belki yeniden okunmak üzere raflara kaldırılır. Sonuçta kimi zaman yeni yıl yeni kararları veya kararsızlıkları da beraberinde getirir.
TIKLAYIN - Erkeklik Korosu Biraz Susabilir Mi?
Bu hafta 2019'a da elveda derken yeni bir yıla başlamanın öncesinde, bazı filmleri, toplumsal cinsiyet ve gazetecilik açısınden derledim. Sinema yazarı değilim ve bu konuda bir iddiam da yok.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine gazetecilik açısından da bakabileceğimiz, insanların hayatında farklılığa neden olabileceğine düşündüğüm 12 filmi seçtim, yazdım.
Elbette, ilham veren böylesi filmlerin sayısı 12'den çok daha fazla. Kim bilir belki biri de sizin hayatınıza ilham verir..
1- Lucy
Fransız sinemacı Luc Besson'un senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı filmin başrolünde Scarlett Johansson'ı görüyoruz. Sanırım, filmin en önemli yanı, kadının gücüne odaklanması. Film, sıradan bir bilim kurgu-gerilim filmi gibi görünürken, bir anda kadının yüzyıllardır varolan gücünün açığa çıkması ile başka bir hale bürünüyor.
Filmin konusu da şöyle:
Lucy (Scarlett Johansson) Taipei'de okuyup çalışan genç bir Amerikalı kadındır. Erkek arkadaşının da etkisiyle kuryelik yapmaya başlar. Hakkında hiçbir şey bilmediği bir çantayı Koreli uyuşturucu baronu Jang'a götürmesi gerekir.
Ancak bir tuzağın ortasında kalan Lucy uyuşturucu baronu tarafından esir alınır ve karnına son derece tehlikeli sentetik bir uyuşturucu yerleştirilir, bu maddeyi bedeninde taşıyarak Avrupa'yı götürmesi gerekir.
Ancak rehin tutulduğu yerde haydutlardan biri tarafından karnına atılan tekme, uyuşturucunun bedenine sızmasıyla müthiş bir değişime uğrar. Artık mental ve fiziksel yeteneklerini tam kapasiteyle kullanabilen, çok özel güçlere sahip tam bir ölüm makinesine dönüşen Lucy, kendisine yapılan kötülüklerin intikamını almaya kararlıdır.
2- Gattaca
Bilim kurgu seviyor ve size çizilen yoldan başka yollara sapmayı deneyimlemek istiyorsanız, bu film tam size göre. Filmin kahramanları, herşeyin standart olarak sunulduğu yaşamı alt üst ediyor.
Bu filmden toplumsal cinsiyetle ilgili bakış açısını nereden çıkardınız derseniz de, kadınlara toplumda çizilen rollerden sıyrılan binlerce kadını örnek verebilirim. Film benim "hayatımın filmleri" listesinde bir numarada.
Konusu özetle şöyle:
Teknolojinin ve bilimin durmak bilmeksizin ilerlediği bir yüzyıldayız. Bilim artık kusursuz insan modelleri üretebilmekte ve ortaya çıkan ırk süper insan niceliklerini taşıyor.
Özel amaçlar ve mevkiler için yaratılan bu insanlar, eski insanlığın yerini almakta ve onları hayattan soyutlanıyor. Bu eski insanlardan biri olan astronot adayı Vincent, önemli bir şirkette ancak temizlikçi olarak iş bulabilecektir. Ancak bu süreçte kurduğu bir tezgah sayesinde yüksek bir mevkide iş bulur. Şirkette vuku bulan bir cinayeti çözmek için görevlendirilen özel dedektif, Vincent'ın sırrını açığa çıkarmak üzeredir.
3- The Life Of David Gale (Ölümde yaşam arasında)
Film kadın gazetecinin müthiş çabası ve insan hakları savunucularının mücadelesini konu ediyor. Anlatım tekniği ile etkileyici olan film, gazetecilikle ilgilensin ilgilenmesin izleyicileri etkiliyor.
İzlediğim andan itibaren özellikle gazeteci adaylarına önerdiğim fimler arasında liste başında.
Kevin Spacey filmde, Teksas’ta idam karşıtı bir üniversite profesörünü canlandırıyor. Ancak adam önce tecavüz, sonra da adam öldürme suçundan hapse düşüyor.
Hakimler de, kanunlardan yola çıkarak adamın kalemini kırıyorlar. Kate Winslet ise adamın son üç gününde röportaj yapmak üzere görevlendiriliyor. Röportaj esnasında geri dönüşlerle, flu olan olay aydınlanacaktır..
4- The Help (Duyguların Rengi)
Duyguların Rengi, Kathryn Stockett'in romanı ile aynı adı taşıyan ile Tate Taylor'un yazıp yönettiği 2011 drama, komedi, biyografi ve siyasi filmi.
Film özellikle kadın yazımının önemine ve farklılıkların birbirlerini anlamasına, empatiye hizmet ediyor. Hedefini de bence fazlasıyla yerine getiriyor.
Ne zaman izlesem çok etkilenirim bana Türkiye'nin içinde bulunduğu politik süreçleri de hatırlatan filmi izleyin mutlaka pişman olmazsınız.
Konusu özetle şöyle:
1960’lı yılların Mississippi’sinde üç farklı ve sıra dışı kişilikleri canlandıran bu cesur kadınlar, kendilerini tehlikeye atan ve toplumsal kurallara karşı gelen gizli bir yazı projesi sayesinde alışılmadık bir dostluk kurarlar.
Beklenmedik bu ittifaktan, önemli bir kardeşlik doğar. Hepsi, onları tanımlayan sınırları aşma cesaretini kendilerinde bulur ve bu sınırların bazen aşılmak için konulduğunu fark eder. Bu, şehirdeki herkesi değişen zamanlarla karşı karşıya getirmek demek olsa bile.
5- Hidden Figures (Gizli Sayılar)
Önce inanılmaz eşitsizliklere sonra da bir o kadar da enfes bir oyunculuğa tanık olacağınız bir film var sırada.
Katherine G. Johnson, Dorothy Vaughan ve Mary Jackson tarihin anlatılmayan hikayelerinden birine sahiptir. 3 siyah kadın NASA'da büyük işlere imza atmaktalardır. Uzay ve bilimlerinin derinliklerindeki sorunları müthiş zekalarıyla çözmeye çalışan bu kadınlar gelmiş geçmiş en önemli NASA operasyonlarından birinde de büyük rol oynayacaklardır.
Dünya yörüngesine çıkan ilk Amerikalı astronot John Glenn'in bütün dünyayı heyecana boğan operasyondaki her adımı bu 3 zeki bilim kadınının yardımıyla olacaktır.
Yönetmen koltuğunda Theodore Melfi'nin oturduğu Gizli Sayılar filmi dramatik-biyografik yapımların bir örneği. Filmin başrollerini Taraji P. Henson, Octavia Spencer ve Janelle Monáe üstlenirken filmin kadrosunda ise Kevin Costner, Kirsten Dunst, Jim Parsons, Mahershala Ali, Aldis Hodge ve Glen Powell gibi başarılı isimler yer alıyor.
6- Erin Brockovich (Tatlı Bela)
Eğer Julia Roberts seviyorsanız film tam size göre. Romantik Julia’nın ötesinde biraz sert, asi, cesur ve sınırlarını aşan Julia ile tanışın. Biraz dik başlı gibi duruyor ve savunduğu davadan haklı çıkıyor.
Film, hukuk eğitimi almamış olmasına rağmen, insan sağlığını tehdit eden çok önemli davalarda haklının kazanmasını sağlayan sıradan ama mücadeleci bir kadının öyküsünü anlatıyor.
7- Mona Lisa Smile
Bir Julia Roberts filmi daha. Film, kadınların akademideki temsiliyeti üzerine kafa yormanızı sağlıyor. Aşk, ilk cinsellik deneyimleri, muhafazakarlık ve kadınların varoluş mücadelesi... İzlenmeye değer filmleden.
Konusu özetle şöyle:
1953 yılında, ABD’deyiz. Genç ve idealist sanat tarihi hocası Katherine Watson, akademik şöhretiyle anılan kız koleji Wellesley’e adım attığında, buradan mezun olan öğrenciler için başarının ne kadar iyi bir evlilik yaptıklarıyla ölçüldüğünden bihaberdir.
Onlara farklı hayatlar olabileceğini gösterirken, okul yönetimiyle karşı karşıya kalır.
8- Miss Sloane
Cesur kadın filmi dediklerinde ilk aklıma gelenlerden. Bayan Sloane, John Madden'ın yönettiği ve Jonathan Perera'nın yazdığı 2016 siyasi gerilim filmi. Filmde Jessica Chastain, Mark Strong, Gugu Mbatha-Raw, Michael Stuhlbarg, Alison Hapı, Jake Lacy, John Lithgow ve Sam Waterston yer alıyor.
Sadece kadın bakış açısına değil, kapitalist dünyada dönen büyük dolaplara da tanık oluyorsunuz.
Konusu şöyle:
Elizabeth Sloane, kazanmak için tüm fırsatları zorlayan hırslı ve çok başarılı bir lobicidir. Yeni bir silah kontrol yasasını geçirmek üzere harekete geçer ve silah sahibi olmak için özgeçmiş bildirisinin zorunlu olduğu yasayla ilgili bir kampanya başlatır. Fakat karşısında güçlü ve tehlikeli bir silah lobisi vardır. Slone kazanmak için ona yakın olanları tehlikeye atacak ve kendi kariyerini riske atacaktır.
9- Coco Chanel'den Önce
"Coco" lakaplı ünlü Fransız modacı Gabrielle Chanel'in yaşam öyküsünü anlatan filmin başrolünde Audrey Tautou yer alıyor. Tautou, Amelie ile tanıyanlar bu filmde oyuncudan çok daha fazla etkilenebilir. Benim gibi.
Yetimhanede başlayıp, kabare şarkıcılığına uzanan daha sonra da dünyanın en önemli modacısı olma yolunda ilerleyen, masal gibi bir hayat. Gerçek adı Gabriella Chanel olan Coco Chanel\'in Paris\'e taşınmadan ve ünlü olmadan önceki yaşamından kesitleri sergileniyor.
10- North Counrty (Tek Başına)
Ne zaman izlesem etkilenirim. Kadın ve erkek fark etmez etkilenmeyecek insan da azdır diye düşünüyorum.
Tek Başına 2005 yapımı Akademi Ödülüne aday gösterilmiş dram filmi. Gerçek hayattan uyarlanan film, bir madende çalışan kadının şehirdeki ilk cinsel taciz davası açmasını konu alıyor.
Filmde, 1984 yılında Amerika’nın muhafazakâr bir eyaletinde, kocasından ayrıldıktan sonra yaşam savaşı veren bir kadının hikâyesi anlatılmaktadır. İki kocasından iki çocuğu olan Josey Aimes, sürekli şiddete maruz kaldığı adamı terk ederek ailesinin yanına yerleşip, hayali olan ayrı bir eve çıkmayı ve çocuklarına bakabilmeyi istemektedir.
Ailesinin, Josey’in kocasının yanına dönmesi için sürdürdüğü baskıcı ve tutucu yaklaşımı, izleyenlere, Türk sinemasında da sıkça işlenen, yabancı olmayan bir portreye işaret etmektedir. Alternatiflere oranla çok daha fazla kazanabileceği bir madende iş bulan Jasey’nin etrafındaki kadınlarla birlikte maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddetin hukuksal sürece yansımaları etkileyici şekilde aktarılmaktadır. Whale Rider’daki başarısının ardından zor bir konu seçen Niki Caro’nun, İş dünyasındaki cinsiyetçi yaklaşımın altını çizdiği filmde, Charlize Theron ve Frances McDormand’ın BAFTA ve Akademi Ödülleri’ne adaylıkları, karakter yansımalarının çarpıcılığını pekiştirmektedir.
11- Uçurtmayı Vurmasınlar
Feride Çiçekoğlu’nun yazdığı Tunç Başaran’ın yönettiği film, 90’lı yılların en önemlilerinden.
Annesinin hapis cezası yüzünden hapishanede büyümek zorunda kalan Barış, bütün mahkumların neşe kaynağıdır. Siyasi mahkumlardan biri olan İnci ile arasındaki yakınlık diğer bütün mahkumlarla olandan çok daha farklıdır.
Küçük Barış ile İnci arasında gelişen bu sevgi dolu dostluk, hapishane duvarlarını bile delen koskoca bir dünya yaratmalarını sağlayacaktır.
12- Changeling (Sahtekar)
Kararlı bir kadının mücadelesinin medya ve patronların farklı yüzünü de gözler önüne seriyor.
Angelina Jolie'nin müthiş bir performans sergilediği, filmin konusu şöyle:
Ağırlıklı işçi sınıfından insanların oturduğu varoş mahallelerinden birinde, Los Angeles banliyölerindeyiz. 1928'in mart ayında, telefon operatörü olarak çalışan anne Christine Collins (Oscar ödüllü Angelina Jolie), sakin bir cumartesi sabahında işe gitmek üzere evden ayrılırken dokuz yaşındaki oğlu Walter ile vedalaşır.
Akşam evine döndüğünde her ebeveynin en büyük kabusuyla yüz yüze gelir: Biricik oğlu kayıptır. Polis tarafından çok yoğun bir arama tarama çalışması başlatılır. Ancak küçük Walter en ufak iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur. Ta ki aylar sonra polisten haber gelinceye dek Collins için umutlar tükenmiştir. Christine'in oğlu olduğunu iddia eden bir çocuk bulunmuştur.
İtibarını kurtarmak isteyen polis, Collins ile evladının kavuşmasını medya önünde bir halkla ilişkiler-tanıtım etkinliği gösterisi olarak organize etmeyi tasarlar. Sayısız polis, medya organı, fotoğrafçı arasında allak bullak olup adeta serseme dönen Christine, getirilen çocuğu evine almaya ikna olur. Ancak yüreğinin derinliğinde kendisine getirilen çocuğun oğlu Walter olmadığının bilincindedir. (EMK)
*Filmlerin geniş özetlerinin yer aldığı bilgiler, sinema sayfalarından alındı.