Öyle ya da böyle ülkemizde kırsal ilişki çemberi sorgulanmaya başladığında kadın erkek ilişkileri de o ölçüde edebiyata girer. Süreci ilk roman örneklerinin ortaya çıktığı Tanzimat’a kadar indirebiliriz. Genellikle kadın babadan, ağabeyden, kocadan hatta kayınbiraderden sonra gelendir. Genellikle biyolojik olgunluğa erişmeden evlendirilir. Onun fikri alınmaz. Karşı çıktığında çok vahim olaylarla karşılaşır. Katledilirler veya intihara sürüklenirler. Kadın daha doğduğunda onun için “kader” denilen önceden biçilmiş elbisenin içine sığmak zorundadır. Aksine elbisenin dikişleriyle oynaması kabul edilebilir bir şey değildir. Romanlarda kadına ilişkin acıklı hikayeler okuyup onun üzerinde iktidarını yürüten roman tiplerine öfke duymuş, lanet okumuşuzdur.
Fakir Baykurt, yazarlık serüveni sürecinde, nüfusumuzun o gün yüzde 75’ini oluşturan köy insanı ve köy toplumunu edebiyatına konu edinmiştir. Ve yazar Tırpan adını verdiği romanında tam da kadının yaşamı ile ilgili kurulu düzenin önemli bir yanını işler. Hikaye kısaca şöyledir: On üç yaşındaki Dürü’ye, elli yaşında bir köy zengini göz koyar ve babasından ister. Önce annenin ve Dürü’nün; sonrasında arkadaşları ve Uluguş’un itirazı işe yaramaz. Dürü illa ki gidecektir. Çünkü hep öyle olmuş, romanlara da trajedi boyutuyla yansımıştır. Fakir Baykurt ise söz konusu romanında zorla bir başkasına verilen kızın kaderine boyun eğmesi ya da aklına koyduğu intiharı gerçekleştirmesi yerine sorunu karşı çıkma, eyleme geçme eşliğinde işleyerek yol gösterir. O yüzden Tırpan’ın arka kapağında şöyle der: “Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır. Kitaplarımız bize ün sağlamak ya da kalıcı olmaktan önce, toplumu devrim yönünde etkilemek içindir. Hayatı değiştirme amacına yönelmemiş bir sanat, insanın bilinçlenmesine ve birleşmesine yardım edemez. Bakıyorum bazı arkadaşlar kendini asan kızların öyküsünü yazıyorlar. (…) Kızı, istemediği birine vermiş oluyorlar. Kurtulamayınca o da asıyor kendini. Bence bu sanatta devrimci tavır olamaz.
Bir ulusun da bu kızlar gibi davrandığını düşünelim, ne olur sonuç? Böyle olsak biz Ulusal Kurtuluş Savaşına giremezdik. Vietnam halkı saldırgan Amerika’ya direnemezdi…”(*)
Konumuza mesafesi açısından sanatın rolüne ilişkin görüşü bir yana bırakacak olursak, yazar kadının üzerine kurulu feodal baskıcı düzene karşı radikal bir çıkış yapmak gerektiğine vurgu yapar. Ve buna uygun olarak Tırpan’da istemediği birine verilen kızın ve onun arkadaşlarının “alınyazısı” diye rıza gösterilen koşullara boyun eğmemesi gerektiğine dair bir boyut geliştirir.
Peki, kadını çevreleyen, elini kolunu bağlayan, boyun eğdiren düzenin öğretilmiş sosyal kodları nelerdir? F. Baykurt, hem dinsel hem de alışılagelmiş, yerleşik geleneklerle bunları Tırpan’da roman kişilerinin ağzından enine boyuna açımlayıp hikayenin akışında erkeğin gücünü kadının ise güçsüzlüğünü, boyun eğişini gözler önüne serer. Tırpan’da erkek egemen gücü Evci köyünden olup yörede ticaretle zenginleşmiş Kabak Musdu ile Dürü’nün köyü olan Gökçimen’de din adamı Şakir Hafız, eski muhtar Cemal ve bir de İt Omar temsil eder. Gücü ya da güçlüyü temsil eden erkeklerin yetmediği yerde ise onların eşi kadınlar, erkek egemen gücün ve dilin temsilcisi olarak devreye girer.
Dürü ve köyün kızları, “kader” ya da “alınyazısı” denilen bu gidişata nereden, nasıl karşı gelinmesi gerektiğini de köyün masalcısı Uluguş Nine’den öğrenmeye başlar. Yazar, yerleşik ve rızaya temel oluşturan “kader” inancını sarsacak arayışı yine o toplumun içinde yaşayanların dilinden işler, gösterir. Yapıta adını veren “tırpan” ise aynı zamanda kızın verilmesine karşı koyma sürecindeki olaylar arasında bir metafor niteliğindedir de. F. Baykurt roman kurgusundaki ustalığını bununla da belli eder. Karşı duruşun kodu, metaforu tırpanın aranmasıyla başlar. Ve karşı gelme, başkaldırma tutumu romanın sonunda kendini apaçık ele verir. Çocuk yaştaki Dürü, kendisinden kat be kat büyük köylü tüccarı “topak soyulcan” “şiş göbek” “kel kafa” diye de sıfatlar takılan Kabak Musdu’nun koynuna girmekten kurtulur.
Gelenek ve karşı tutumun romanda örgülenişi
Gelelim F. Baykurt’un Tırpan’da yeşil gözlü, al yanaklı güzel bir kız çocuğu olan Dürü’ye Kabak Musdu’nun nasıl talip olduğuna ve kızı elde etmek için ne tür argümanlar kullanıp kimleri harekete geçirdiğine:
İlkokulu yeni bitirmiş on üç yaşındaki Dürü, damda ayva yediği yerde bulgur karıştırırken; Musdu, köyünden atıyla gelip geçerken kızın güzelliği karşısında çarpılır. Varlıklı olduğu için elde edemeyeceği hiçbir şey olmadığına inancı tamdır. Hemen o anda köyün birkaç belirgin siması da olan arkadaşlarını bulur ve daha önceden düşünmüş, tasarlamışçasına durumu açar. Karısı Kamile’nin, “Kârın kazancın yerinde maşallah! Nafakasını tedarik ettikten sonra evlenmek şeriatın emrettiği bir iştir” dediğini de belirtir. Meramını açtığı arkadaşları İt Omar, Şakir Hafız ve eski muhtar Cemal’la birlikte hemen kızın babası Velikul’u çağırtarak durumu beraberce izah ederler.
Baba şaşkına döner.“Kızım çok güccük daha olmaz”diye yüz vermez ama kafasında işi bitirmiş bir ağa ve ona yardakçılık yapanlar vardır; Velikul’u iknaya yanaştırmak için uğraşırlar. “…zaten ne demişler, kız evladı on üçüne bastı mı ya erdedir ya evde” (s.22) Onlar durmadan konuşur, Velikul çıkmaz bir sokağa toslamışçasına kalakalır.
“ Emme bir kızın alınıp verilmesi önce bubusından sorulur. Babanın evet dediği bir yere ne kızı hayır diyebilir, ne de anası. Toprağımızın göreneği budur diggat edelim. İçimize naylon adetler sokmayalım arkadaş.” (s.24) Bunu diyen Dürü’ye göz koyanın kendisidir. Biri bırakır sözü, diğeri alır. Koskoca Kabak Musdu ‘istiyorum’ diyorsa o işi bitmiş bilirler. Sözle kuşatma altına alınan Velikul, yok öyle olmaz yaşı küçük dese de yakasını kurtarmak için düşüneceğini belirtip yanlarından ayrılır.
Sözde Velikul düşünecektir. Ama Musdu’nun arkadaşları işi oldubitti biçiminde ortaya yayarlar. Artık Musdu’nun Dürü’ye takacağı altınlar, Ankara’da yedireceği kebaplar, alacağı kumaşlar, bindireceği otomobiller, gezdireceği yerler konuşulur. Köy kahvesinde gördüklerinde Velikul’un ağzından girip burnundan çıkarlar. Ağalarının gücünden yeri geldiğinde yararlanmak için ikna işini kendilerine görev edinmişlerdir. Sözü yine biri bitirir öteki alır:
“…Emme köyden olsun namıslı olsun diyor Kabak Musdu.”(s.37)
“Benim bir kızım olacaktı Kabak Musdu gelip iki arkadaşımın önünde müşteri çıkacaktı da ben böyle somurtacaktım”(s.37)
“Derede çim biter, kayada bıldırcın öter, ağıldaki oğlaktan daha erken büyür kız dediğin.”(s.37)
Hafız ayrıca ekler: “Hazratı peygamberimizin kadim lafıdır: Kız kısmı on üçünde çocuk doğurur.”(s.37)
Velikul konuşulanları sessizce dinlemekle yetinir. Öyle ya, o henüz bir karar vermemiştir. Kızına göz koyulduğunu bilen karısı Havana, kocasını böyle bir şeye yakın olmaması için sıkı sıkı tembihlemiştir de. Kendileri konuşup kendileri dinleyen Musdu’nun arkadaşları Velikul’un sessizliğini bir de “hayırlı olsun”a çevirmesinler mi?! Haydaa! Velikul içinden “bizim köy kızı verdi bizden önce” demekle kalır bir de kahvede kız babasının kesesinden “hayırlı olsun” çayı içilmiş olur.
Kabak Musdu, karısının razı olduğunu Gökçimen’deki arkadaşlarına anlatmıştı. Oysa Kamile’nin hiçbir şeyden haberi yoktu. Musdu meseleyi açtığında kadın neye uğradığını şaşırdı. Kocası yaşlandın, yapamıyorsun, Dürü sana yardım eder türünden laflar ediyordu. Kamile’nin gönülsüz olduğunu anlayınca sesini yükselterek “zaten imam nikâhlısın, üstüne bir çizik atarım yetim kalırsın” diye tehdit etti.
Velikul kendisini çevreleyen koşullara “evet” bile demeden teslim olmuş; haber köyde tez yayılmıştı. Asıl dünyası kararan Dürü ile anasıydı. Anasının hem kocasına hem Kabak Musdu’ya olan öfkesi eve sığmaz oldu. Dürü’nün arkadaşları dertlerini dinleyen Uluguş Nine’nin yanına varıp hiç değilse anasının bu işe razı olmadığını söylediler. Uluguş ise tepkisini “…Kim dakar kadını köleyi? Kadın evin kölesi! Kadın doğurur yener ölümü. Kadın koskocaman ölümü yener de bir kaderini yenemez. Bütün köyün karıları, kızları bir olup bir Kabak Musdu’yu yenemez! Yener emme yenemez. Güleş bile yener. Güleş bilmez. Güleşmek istemez. Pes eder. Kendi gönlüyle yatar alta…” sözleriyle gösterdi.
Dürü’nün hali çok kötüdür. ‘60’lı yılların Türkiye’sinde köyde doğup büyüyen hele ki kız çocuklarının büyüklerine karşı gelme hakkı yoktur. Bu saatten sonra Kabak Musdu atıyla köye girdiğinde Dürü kendisine saklanacak yer aramaya başlar. Annesi de kızının başına bir iş açacağından korkar ve her fırsatta kocası Velikul’u azarlar, erkeklik onurunu ezmeye çalışır.
Anası razı değil, kız razı değil; babası “olur” demeden fiili durumu kabullenmiş; sıra kız verme için “hayırlı olsun” ya da görümlük ziyaretlere gelmiştir. Bu işi de Cemal ve İt Omar’ın eşleri öncelikle üstlenir ve kızın anasına “hayırlı olsun” demeye çıkarlar. Havana, “biz Dürü’yü verimker değiliz” diyerek gelenleri tersler, küçük bir kızın elli yaşında birine verilemeyeceğini vurgular. Ama kadınlar pes etmeye değil aynı zamanda ana ile kızını yatıştırmaya gelmiştir.
“Erkeğin çirkini olmaz! Erkeğin kârı kazancı yerindeyse tamamdır.”(s.68)
“Her şeyi yapıp çatan Allah. Bunu düşünmüyor musun? Belkim senin kıza da böylesi yazıldı. Alınyazılarına akıl sır erer mi gı?” (s.68)
Havana üstlerine gitse de kadınlar pes etmiyordu:
“Bir insanın alnına yazılan gelir. Yazılan değişmez Havana! Dürü’nün de öyle. Ne yazıldıysa alnına, o gelir başına. Hiç boşuna çabalama.” (s.68)
Kadınlar oradayken köyün bilge yaşlısı Uluguş da çıkıp geldi. Gözü Dürü’nün bir buçuk iki yaşındaki kardeşi Evşen’e ilişti. Eğer Dürü sessiz sedasız giderse yarın aynı kadere Evşen de kurban edilecekti. Havana’ya kaybolan tırpanını sormaya geldiğini belirtip iknacı davranan kadınları bir güzel azarladı.
Musdu’nun acelesi vardı, bir an önce Dürü’yü gelin edip götürmek istiyordu. Arkadaşlarıyla bir araya gelip kızın babasını da çağırttı. Geline takılacak altınları sayıp döktükten sonra Ankara’nın yolunu tuttu. Çarşı pazarda, dar Amerikan pantolonları giyen kadınları bir yandan gözle taciz ederken şunu diyordu: “Bu kadar olmaz amma. Kadınların süslenmesi sünnet. Eyi kabul, fakat kendilerine bakan erkeklerin nefsini uyandıracana değil.”
Kamile de kocasının evlenmesine kapıya konulma korkusuyla boyun eğdi. Kocasının aldığı altınları ve hediyeleri istemeye istemeye bohça yapıp Gökçimen köyüne yollandı ve köydeki iknacı diğer kadınlarla kız evine vardı. Havana bohçayı alıp dışarı fırlattı. Araya Velikul girip karısına bir yumruk indirdi ve “bir kızı bubası nere keserse kanı oraya akar” diye bağırdı ve misafirler gittiğinde de öfkesini saçmayı sürdürdü: “Ulan kız kısmının evlenmesinde emsal aranır mı? Herifin malı variyatı eyiyse tamam!”
Ortada kız ve anası açısından kopan bir kıyamet olsa da Musdu düğün ihtiyaçlarını almak için hazırlığa başlamıştır bile. Alacakları arasında gelini bindirerek, havasını yükselteceği ABD ürünü ikinci el bir kamyon da vardır. Bu arada Uluguş Nine, Musdu dahil bir çok kişiye tırpanını aradığını, gören-bulan olup olmadığını sormaya devam eder. K.Musdu’nun gölgesinden bile köşe bucak kaçan Dürü, gözü gönlü kalksın diye K.Musdu için Uluguş’un tuz kavurması, kurşun dökmesini ister. Buna karşılık Musdu da Şakir Hafız’ı, hem Dürü’ye hem de anasına okuması, kötü cinleri kovması için görevlendirir. İşin içine imam ve dış kapıdan başlayarak okuma üfleme girince Havana sesini çıkarmaz. Şakir Hafız döktürür: “Buba hakkının ana hakkından ağır gelmesi gibi, koca hakkı da buba hakkından ağırdır. Eğer ki dünyada secde iki olsaydı bir Allaha biri kocaya olurdu. Mâşar günü, Allaha itât edenler yalnız bir gün sorguya çekilecekler. İtât etmeyenlar yüz elli gün! Kocasına itât etmeyenler yüz bin gün yanacaklar! Bir de kocasına itât edenleri sor bana Dürü! Onlara heç sorgu sual yok, anladın mı? Onlar doğrudan doğruya cennete gidecekler.”(s.120)
Düğün hazırlıkları, okuma üflemeler, tırpan aramalar ve kaynayan Gökçimen, Evci köyleri… Düğün için gerekli kıyafetlerin ve takıların alınması için aileler Ankara’ya gidecek. Havana hafızın okumasıyla duruldu gibi gözüküyor ama hala yüreği yanıyor. Yine de Ankara’da öteberi alınması için o da K.Musdu’nun oluşturduğu ekibe katılıyor. Böylelikle Dürü’nün aile içinde dayanacak kimsesi kalmıyor. Fırsat buldukça soluğu Uluguş’un yanında alıyor. Havana kızını aradığı bir seferde yine Uluguş’un evine varıyor. Havana’nın boyun eğişine Uluguş çok sinirlenmiştir. “Her zaman böyle, daha dutasınmadan pes edersiniz helbet onların dediği olur Havana! Benim bildiğim her zaman budur kadın kısmındaki, yoksul kısmındaki! Bir duralım dövüşelim, savaşalım demez kadın kısmı yoksul kısmı. Yenilmeden yıkılıverir. Pes der kendiliğinden. İşte sen de pes dedin!”(s.142)
Uluguş, başka bir sefer yine Dürü’nün anasına şunları söyler:“Kader çullanmış üstümüze eziyor Allah eziyor bizi! Bizim birbirimize çullanmamız doğru mu? Daha birbirimize destek olacağımız yerde… Değil mi emme Havana?”(s.160)
Anası ve babası Ankara’ya düğün alışverişine gittiğinde Uluguş kendini asabileceğinden korkarak Dürü’nün yanına varır. Gerçekten de Dürü’nün fikri asılıp kurtulmaktır. Uluguş ise istemediği kişilere verildiği için köyde kendini asan kızlardan bahsederek,” bunların kalanlara bir faydası olmadı, insanın kendisini asması nasıl bir kurtuluşmuş” diyerek Dürü’yü kendince olası eğiliminden vazgeçirmeye çalışır.
Zaman gittikçe daralıyor. Uluguş tırpanını aramayı sürdürürken, pek de belli etmeden hem Dürü’yü hem de Dürü’nün arkadaşı Zakey, Sevim ve Hasibe’yi karşı harekete doğru çekiyor. Kızlar ellerine birer çuval alıp Dürü ile birlikte havuç, şalgam toplamak bahanesiyle harıma iniyor. Plan, Kayadibi köyünden gelerek tarlaların arasındaki yoldan geçecek olan Kabak Musdu’nun karşısına Dürü’nün dikilmesi şeklindedir. Öyle olur. Kabak Musdu karşıdan görünür görünmez Dürü yola atlar ve yakınlaştığında “Musdu Emmi gel bu işten vazgeç, sonra Dürü dediydi bile diyemeyeceksin” diyerek devamında başka şeyler de ekler. Musdu, Dürü’yü görünce önce sevinmiş sonra kızın ciddi ciddi dil dökmesi karşısında sinirlenmeye başlamıştır. Ve hatta “sana bu aklı kesin o Uluguş’mu, deliguş mu nedir o veriyordur. Onun kanatlarını yolacağım” diye atını Dürü’nün üstüne sürer ama Dürü kaçmayı başarır. Böylelikle kızların ilk eylemi hedefine ulaşır.
Öyle ya da böyle madem Dürü gelin olup gidecek bu sefer arkadaşları onun için veda eğlencesi düzenler. Ailesinden izin alarak Dürü’yü eğlence yapacakları eve götürür; dert ortakları Uluguş’u da davet ederler. Uluguş yeme içme ve eğlence arasında sözü kızların bir mal gibi alınıp satılması ile kadınların buna ‘kader’ diye boyun eğmesine getirir. Ki Uluguş sevdiği ve ölen kocası Ahmet’e verilmeyince onunla kaçan biridir. Uluguş eğlenme ortamında kızların kendilerine yapılanlara karşı çıkmalarına ilişkin çok şey konuşur… “Satılmayın, satılmamayı deneyin. Karıncalar birleşip nasıl filleri yutuyorsa siz de öyle yapın.” (s.173) Dürü’ye yapılan haksızlık karşısında susulmasının insanlığa sığmadığından dem vuruyor ve ekliyor:”Verin el ele, çıkarın sesinizi sizi verdikleri zaman varmayın. Kavgasını yapmaya Dürü’nün işinden başlayın” (s.173) Bilge kadının anlattıkları kızların aklına iyiden iyiye yatıyordu ki “Gı Uluguş nine sen bizi kışkırttın” da diyorlar. Nine, kızların eğlencesinde son sözü de tırpanına getirdi: “Sizi parayla alıyorlar, satıyorlar ben de yer yudasıca tırpanımı bulamıyorum”(s.176)
Kabak Musdu çifte şenlik olsun diye düğünü o sene hafta sonuna denk gelen Cumhuriyet Bayramı’na göre ayarlarken Dürü’nün çaresizliği had safhadadır. Bir gün sofra başında elinde kaşık, kendini evlenmiş olarak görüyor. Kızlığının gitmiş olmasını ‘murdar olma’ya yoruyor. Kahroluyor. Kızının daldığını fark eden annesi onu kendine getiriyor ve birlikte ağlaşıyorlar. Karısı ve kızına çok sinirlenen Velikul evden gidiyor ve sonra döndüğünde Dürü’yü bulamayınca iyice öfkelenip aramaya çıkıyor. Kızı başka kızlarla birlikte Uluguş’un evindedir. Oysa Uluguş’un kendi evine gelmesine de, kızının onunla görüşmesine de önceden konulan bir yasak vardır. Babası Dürü’yü eve getirdiğinde hem onu hem de karısını fena biçimde dövüyor. Karısı kendinden geçerken, Dürü’yü de elleri bağlı bir halde hayvanlardan birinin yemliğine bağlayarak kapıyı üstüne kilitliyor.
K. Musdu’nun kız istemesine karşı bir irade koyamayan Velikul, kızı ve karısına uyguladığı şiddetle kendini oldukça iyi hissediyordu ki köy kahvesine oturup attığı dayağı ve Dürü’yü hapsedişini kahveci Linlin’e havalı bir biçimde anlatır: “Kız kısmı itâtlı olacak. Babası nere keserse kanı oraya akacak. Atamızdan dedemizden gördüğümüz bu! Bu eski görenekleri yaşatmak lazım…”(s.203)
Linlin, Velikul’a hissettirmese de Dürü’nün K.Musdu’ya verilmesine karşı çıkanlardandı. Kendi kızkardeşi Ümmü, istemediği yaşça çok büyük varlıklı birine verilmiş, o da çareyi kendini asmakta bulmuştu. Linlin çaktırmadan Dürü’den taraftı. Uluguş’un ondan yana çalıştığını anlamıştı. O yüzden Dürü’nün ahıra kapatıldığı haberini evine bir şey bırakma bahanesiyle Uluguş’a uçurdu. Uluguş bu sefer Zakey ve Sevim ile konuşup Dürü’yü ahırdan kaçırıp Linlingilde saklama operasyonuna girişti.
Dürü’nün kilitli ahırdan kaçışı başta ana babası olmak üzere herkesi şaşkına çevirdi. Şakir Hafız olayı mucizeye yorarken en çok da Dürü’yü kaçıran Sevim ve Zakey kızın uçup gittiği, sırlara karıştığı yaygarasını yaydılar. Ertesi gün davul zurnalı düğün alayı köye gelecekti. Kabak Musdu olayı öğrenir öğrenmez soluğu Gökçimen’de aldı. Dürü’nün bulunabileceği ev olarak Linlin, Uluguş’un evini aramayı önerdi. Evlerin aranmasına muhtar mahkeme kararı olmadığı için karşıydı ama Musdu buna rağmen ısrarcıydı. Önce Uluguş’un evini aradılar. Linlin bu defa aramaya karşı çıktığı için şüpheli olarak gördüğü muhtarın evini işaret etti. Muhtar evde olmamasına rağmen onun evini de aradılar. Aranacak yerleri böyle böyle Linlin yönlendiriyordu. Bu arada Dürü’yü de kendi evinden çıkarıp başka yere saklamak istiyordu. Çünkü K.Musdu kapsamlı arama için ilçeden jandarma getirtmeye çıkmıştı. Linlin, Dürü’yü saklaması için evinin aramasına çok kızan muhtarın karısı Saniye’yle konuşup ağzını aradı ve durumu daha açık anlatarak Saniye’yi ikna etti. Musdu’nun getirdiği jandarma ekibinin elinde ev içlerindeki konuşmaları da çeken bir cihaz bulunuyordu.
Çember daralıyor elbet. Uluguş o yüzden Dürü’nün arkadaşlarına jandarma köye arama yapmaya geçtiğinde “Dürü bizde” demelerini ve bir de radyosu olanların radyosunu açık tutmalarını sağlamayı öğütledi. Dolayısıyla Dürü’nün istemediği adamla evlendirilmesi el altından daha yaygın bir karşı harekete dönüşmeye başladı. Dışarıda gezen çocuklar “Dürü bizde, Dürü bizde” diye seslenmeyi oyuna çevirdiler. Uluguş ayrıca dinleme cihazını merak ettiği için köy meydanına, jandarmaların yanına vardı. Jandarma çavuşuna, Kabak Musdu’nun 13 yaşında evlenmek istediği kızı aradıkları gibi kaybolan tırpanını da aramalarını salık verdi. Ayrılırken “Dürü bizde” diye seslenmeyi de ihmal etmedi.
Jandarmalar o gün olayı sorup soruşturdu. Zaten geç gelmişlerdi. Geceyi K.Musdu’nun köyünde geçirip sabah soluğu tekrar Gökçimen’de aldılar. Köyün çocukları, gençleri ve yaşlıları da onların moralini bozmak için “Dürü bizde” demeyi iyi bellemişlerdi. Yalnız jandarma çavuşu sesler arasında şifreli konuşmalar sezdi ve Dürü’nün arkadaşlarından Sarı Sultan’ların evini arama kararı verdi. Dürü’yü küfenin içine saklamış ve yer değiştirmekte gecikmişlerdi. Böylece Dürü’yü buldular ve gelin adayı, iki jandarmanın başında nöbet tutması koşuluyla evine götürüldü. Musdu, köyünde başlattığı ve Dürü kaybolunca ara verdiği düğünü yeniden başlattı. Uluguş da o ara eski tırpanı evde kıvır zıvır konulan küfenin içinde paslı halde bulmuştu. Tırpanı, “Dokuz okka tuz da bugün yidik Linlin! Üstüne de heç su içmedik! Emme dayanırız heç korkma!...”(s.320) dediği Linlin aracılığıyla Demirci Acara’ya bıçak gibi eğeleyip parlatması için yolladı.
Gelenekçi tutuma tırpan ve çıkış yolu
Dürü’nün o saatten sonra aklı fikri kendini kesin asmaya odaklıydı. Uluguş’un eve gelmesi zaten yasaktı. Uluguş ise Zakey’i Dürü’nün yanına göndererek dikkat çekmeden bir takım öğütler iletmeyi sürdürdü. Dürü’nün kendini asmasının geriden gelen 13 yaşındaki kızlara bir faydası olmayacağını, asılanlar unutulduktan sonra onların yine ileri yaşta istemedikleri varlıklı kişilere satılmaya devam edileceğini, başka bir yol bulmak gerektiğini hatta düşmana zarar vermenin; hem kendi canını hem de geride gelenleri caydırmaya yarayacağını önceden olduğu gibi yine söylüyor ve ekliyordu: “Varsıllar kendisine varsıllıklarından güveniyorsa biz de yoksulluğumuza güvenelim.”
Uluguş anlattı, Zakey gelinlik arkadaşıyla son saatlerini geçiriyor görüntüsüyle söylenenleri aktardı; Dürü’nün fikrini adım adım işledi, neşeli görünmesini sağladı ve söylenenlere Dürü’nün aklı yattı. Hem Dürü, hem anası-babası ve hem de gelin alacaklar açısından her şey normal gözüküyordu. Düğün tüm coşkusu, yeme içme, davul zurna havasıyla devam ediyordu.
Uluguş, Demirci Acara’dan eğelenmiş, bıçak gibi keskinleştirilmiş tırpanını aldı, poşuya sarıp bohçaladı. Sandığından kefen parası olarak biriktirdiği demir liraları da çıkarıp bohçayla birlikte Zakey’e teslim etti. Dürü arkadaşının düğün hediyesi diye getirdiği bohçayı sandığına kendi elleriyle yerleştirmeyi başardı.
Onca didinmesine rağmen Dürü ak duvaklı, simli püsküllerle Musdu’nun ikinci el kamyonunun ön kısmında Evci köyüne gelin gitti. Anası çok ağladı, Linlin ağladı ama ağlamayanlardan biri Uluguş’tu.
Dürü, zil zurna sarhoş olup akşam yatağına uzatılan Kabak Musdu kendine gelmeden gelinlik kıyafetini değiştirdi. Uluguş’un verdiği liraları yanına aldı. Çok heyecanlıydı. Tırpanı çıkarıp K.Musdu’nun karnına saplayıp içinde bir kez çevirdi. Şafak söküyordu. Jandarmaya hiçbir eşkıyayı teslim etmeyen Karatepe’deki Biloşluların olduğu dağ köylerine doğru çıkmak için evden sessizce ayrıldı. Dürü peşine düşün köpeklerden korkar, yakalanır diye Linlin planda olmamasına rağmen onu geçirmeye karşılık gelmişti. Dürü’ye ses verdi ve Biloş’un adamlarının olduğu bölgeye gün doğmadan yetişmek için birlikte hızlanıp uzaklaştılar.
Olay duyulduğunda elbet büyük bir şok etkisi yaptı. Jandarma Gökçimen’e geldiğinde Uluguş’u Dürü’nün anasını yanında buldu. Jandarmaya “Dürü bende onu öptüm okşadım yaladım yuttum” (s.382) dedi. Kızlar da geldi. Kimi Dürü’nün elleri bende, kimisi saçları bende deyip dururken köyden de “Dürü bizde” sesleri yükselmekteydi.
Geçmişten beri gelip bundan 60-70 yıl öncesinin kır toplumunda iyiden iyiye yer etmiş, hem bireysel hem de toplumsal ilişkiler içinde kadına değer vermeyen onu alınıp satılan bir mal derekesinde gören feodal ve çarpık kapitalist anlayışa karşı Fakir Baykurt, Tırpan aracılığıyla bir biçimde itirazını göstermişti. Türkiye zaten romanın yazıldığı süreçte iktisadi gelişmelere bağlı olaraktan sınıfsal bir çözülme ve saflaşma sürecindeydi. Kentlere akan kitleler yeni sosyal ilişkilere uyum sağlamaya çabalarken hem eski geleneklere, hem yeni sömürü ve baskı biçimine eleştirilerini sancılı da olsa ortaya koymaktaydılar. Tırpan biraz dikkatli bir gözle bakıldığında kız çocuklarına ve kadınlara yönelik öteleyici, küçültücü, yok sayıcı bakış açısına olduğu kadar yoksulluğa karşı da bir itirazı ve hareketi içermesi açısından önem taşımaktadır.
(RT)
(*) Fakir Baykurt, Tırpan, Remzi Kitabevi 5.bs. 1973 İstanbul, 382 sayfa.