* İran'da 16 seks işçisinin cinayetini konu alan "Kutsal Örümcek" filminden.
İran İslam Devrimi'nin zaferinden tam iki hafta önce, 10 Şubat 1979 günü öğle vakti, "Öldürmekten Kaçan" gruplarından geride kalan "Şahre Nou"lu kadınlar, solgun yüzlerle, acımasız bir uçuruma atıldı ve olay yerinde İran "Savaşan öfkeli adamlar"** tarafından katledildi.
O dönemde polis, acil durum, itfaiye ve özellikle medya ve basın, bu kadınların yaşamını, sağlığını, güvenliğini ve onurunu korumaya yönelik çalışmalarını durdurdu. Bazıları katillere, bazıları seyircilere katıldı.
O günlere ait gazete haberleri ve o olaydan farklı zamanlarda söz eden kişilerin anlatımı yukarıdaki anlatımdan biraz farklı. Örnek olarak; aynı gün "Ettela'at Gazetesi" olayı anlatan bir haberini iki edilgen fiil içeren bir manşetle yayınladı: "Şahre Nou alev aldı ve fahişeler öldürüldü."
Halkın bir araya gelmesi, halk gösterileri, polislerin saldırganlarla gizli anlaşmaları, mahalleye baskın yapılması, kadınlara saldırılması ve katliamın ardından yangının saatlerce devam etmesi bu raporu okuduktan sonra edindiğimiz ayrıntılar.
Raporun yazarı, bu katliamdan önce ve sonra o mahallenin dışında olduğunu iddia ediyor. Hatta birkaç kadının öldürülmesini tanıklardan alıntı yaparak anlatıyor. Sanki bakış açısı, dili ve yüreği akıncılarla beraber.
Yazarın suçlularla olan bu suç ortaklığını gizlemek için yaptığı tek şey, "susturulanların kalesi" ve "üzüntü mahallesi" gibi kötü terimler kullanmak. Bu katliamın anlatıcıları (pek de tesadüf değil!) ve mahalledeki saldırının tanıkları olan bu katliamın anlatıcıları "Şahre Nou"da her erkeğin ne yaptığını çok iyi bilir.
Erkeklerin kadınları öldürmek veya aşağılamak ve ezmek dışında o mahalleye girmeyeceklerinden eminler. Dolayısıyla, bu katliamın dışında kalmak onların çıkarına; katillerin gözünden bu katliamı kare kare görüp kayıt altına almış olsalar bile...
Şahre Nou katliamının dışındaymış gibi davranırlar, çünkü oraların dışında seks işçiliğine zorlanan kadınlarla empati kurmamalarını sorgulayacak (ahlaki, yasal, kültürel) bir otorite olmadığını bilirler.
"Kadın, yaşam, özgürlük"
Bugün dünyayı bir hayalet istila etti: "Kadın, Yaşam, Özgürlük" hayaleti. Küresel güney ve kuzeyin tüm eski ve modern güçleri bu hayalete karşı birleşti: "Ayetullah" ve "eski İran Prensi", "Muhammed bin Selman" ve "Recep Tayyip Erdoğan", acemi neoliberaller ve doğmakta olan solcular.
Özellikle İran'da "Kadın, Yaşam, Özgürlük" hareketi İslam devletinin güvenlik ve ideolojik temellerini sarsmış ve yeni bir dünyanın doğuşu için özgürleştirici bir söylemle onu çöküşün eşiğine getirmiştir.
Son iki ayda İran kadın devrimi, toplumun en derin katmanlarına nüfuz etti ve İslami rejim ve onun ulusal kültürü tarafından ezilen azınlıkların sesini ve yüzünü görünür kıldı.
Öyle ki, onlarca yıllık sessizliğin ardından bugün ilk kez "kadınlar, LGBTİ+ topluluğu, çocuklar, işsizler, emekliler, Bahailer, Kürtler, Beluciler, işçiler, öğrenciler, siyasi tutuklular ve devlet suçlarından şikayetçi olanlar" var olma ve ifade olasılığı buldular.
Bugünlerde dünyanın haykırdığı insanların heyecanı arasında hala bazılarının sesi çıkmıyor ve susmaları diğer azınlıklar tarafından bile normal karşılanıyor.
İran toplumunun en ezilen azınlığı ve İslam devriminin ilk kurbanları; hukuk boşluğunda, yargılanmadan ve sadece kadın bedenleri üzerinde erkek egemenliği kurmak amacıyla katledildiler.
Öyle ki, Müslüman devrimcilerin mesajı dünyaya şöyle iletilsin: Tüm insanların sadece eşit olarak yaşama hakkı değil, ölme hakkı bile olmayacak.
Agamben ve "Kutsal İnsan"
Giorgio Agamben'in "Kutsal İnsan" kitabına göre Homo Sacer, ölümü tıpkı istisnai bir durumdaki yaşam gibi deneyimliyor. Onun öldürülmesi cinayet sayılmaz; keyfi, cezasız ve kurbanlıktan dışlanan olacaktır. Çünkü her kurban bir tören düzenlenerek kutsallaşır.
Agamben'e göre bir kurban istisna durumundan çağrılmalı ve öldürüldüğünde bir kez daha sembolik düzende kaybolmalıdır. Bedenini feda ederek kimliğini ve yüzünü geri kazanır ve de "yas tutulmaya değer" biri haline gelir.
"Homo sacer"in adı veya yüzü yoktur. Bu nedenle kimse ona hitap etmez ve istisnai bir durumda sonsuza dek yalnız kalır. Bu nedenle, hukukun korumasından mahrum, dizginsiz ve sınırsız şiddete devamlı olarak maruz kalır.
"Yasal varlıktan" ve "insani hayattan" (Bios) yoksun bırakılır ve "insanlıktan çıkmış" bir bedene ve "çıplak hayata" (Zoe) indirgenir.
Judith Butler ve "Yasın ve Şiddetin Gücü"
Judith Butler, "Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü" adlı kitabında şöyle diyor:
"Toplumda kırılgan hayatları olan ve kalıcı bir yıkım riskiyle karşı karşıya olan insanların ölümü 'yas tutulmaya değer' sayılmaz. Çünkü daha ölmeden sembolik düzende statüsü olmamıştır onların; her türlü yasal düzenlemeden ve tüm haklarından mahrum bırakılmışlardır onlar."
Seks işçiliği, İran İslam Ceza Kanunu'nda suç sayılmıyor.
Bu, kanunun toplumda seks işçilerinin bulunmadığını varsaydığı anlamına geliyor. Ancak, bunun daha ürkütücü bir anlamı daha var: Yasalar, bu insanların öldürülmesine herhangi bir yaptırım olmadan izin veriyor. Sanki onlar yaşanmaya değmeyen hayatları teşkil ediyormuş gibi...
Seks işçileri?
"Şahre Nou" katliamının, Pehlevi hükümetinin devrildiği ve yasaların askıya alındığı geçiş döneminde gerçekleştiğini bilmemize rağmen, ancak İslam Cumhuriyet Hükümetinin iktidara gelmesi ve yeni kanunların çıkarılmasıyla birlikte, bu kadınlara yönelik destek boşluğu güçlü kaldı ve olağanüstü hâl hayatlarının daim şeklini aldı.
Yeni hükümette bu kadınlar sessiz, yüzsüz ve kimliksiz bırakıldı. Bu şekilde onların insan hayatlarını çıplak hayata indirgemek ve alçaltmak için bir platform sağlanmış oldu.
Örneğin, bu durum Meşhed şehrinde seks işçiliğine zorlanan en az 16 kadının "Saeed Hanaei"*** adlı bir adam tarafından öldürülmesine yol açtı. Hanaei, yargılama sürecinde pişmanlık ifade etmemekle kalmadı, aynı zamanda suçlarını toplum için hayırsever bir eylem olarak savundu.
Şahre Nou katliamının üzerinden yaklaşık 44 yıl geçtikten sonra İran'da bir kadın devrimi yaşanıyor.
Toplumsal değerler değişiyor ve "tecavüz kültürü", ideolojik normlar yok oluyor. Ancak "bu kadınlar"dan, kimsenin onlara ne diyeceğini bile daha bilmediği "bu kadınlar"dan hâlâ bir haber yok. Seks işçileri?
Bugün biliyoruz ki ne seks işçiliği yoksulluğun bir sonucu, ne de fahişeler işçi olarak değerlendirilebilir. Aslında onlara işçi demek, ataerkinin taciz ve tecavüz yoluyla erkeklerin kadın bedenleri üzerindeki egemenliğini örtbas etmek için kullandığı aynı büyük aldatmacanın bir parçasıdır.
Sessizlik temel bir ihmaldir
İki ay geçti. Ama varlıkları ve kendilerini ifade etmeleri için bir platform yok. Biz sadece onların yaşamlarına değil, ölümlerine, katliamlarına bile kayıtsızız ve 44 yıl geçmesine rağmen bir kez bile yas tutmadık daha onlara.
Ne oluyor bu arada?
"Şahre Nou" kurbanlarını anmayı dışarıda tutmamız gerektiğine mi inandık? Seks işçilerinin bu devrimdeki sessizliklerinin sorumluluğu kendilerine mi ait acaba? Herkesi susturmaya ve onların baskı ve katliamlarına ortak olmaya götüren bu ortak inanç nedir acaba?
Eğer bu gerçekten bir devrimse, bu sessizlik temel bir ihmaldir.
Bu kadınların ataerkil toplumun tuzağından kurtulmaları için kendilerini ifade etme, seslerini duyurma imkânını yaratmak; bu hareketin kolektif sorumluluğu olacak ve aynı zamanda hareketin devrimci olup olmadığının da mihenk taşı olacaktır. (AP-GM/SD)
* Shahr-e No / شهرنو / Yeni şehir: İran'da 1979 devriminden önce Tahran'da seks işçisi kadınların yaşadığı ve çalıştığı bir mahalle.
** Şubat 1979'da çıkan ve devrimcilerin en popüler marşlarından biri haline gelen "Kutlu Bahar" marşından bir alıntı.
*** "Kutsal Örümcek" filmi bu bağlamda "Said Hanai"nin seri cinayetlerine dayanır. Zar Amirabrahimi bu filmdeki rolüyle Cannes Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü ve bu yılki festivalde Altın Palmiye'yi kazandı.