Anketler düzenleniyor büyük gazetelerin internet sayfalarında: “Türkiye’nin yerinde İsrail olsaydı ne yapardı?”
Anlatalım efendim, belli ki bilgi açığı var. Belli ki İsrail’in yaptıklarından bihaber olanların sorduğu soruların yanıtı bizde mevcut. 2006 yazında Lübnan’da olanları defalarca yazdık. Başımıza düşen bombaları, ölen sivilleri...
Biz biliriz savaşı...
Bütün bunların savaşın doğasında olduğunu da biliyoruz. Bombaların harabeye çevirdiği kentleri, yıkılan hayatları, öksüz-yetim kalan çocukların haykırışlarını, ufacık canıyla ameliyattan çıkıp, bombaların yaktığı kolunu tuta tuta ağlayan bebekleri, onların göz yaşlarını.
Ülkesinin kuzey sınırından "askerleri kaçırıldı" bahanesiyle bütün bir ülkeyi kana bulamak nasıl bir şeydir, biz biliriz. (Ki bu askerler hala Hizbullah'ın elinde). Bir buçuk ay boyunca sivillerin kendi ülkelerinde göçmen olmaya zorlanmalarının nasıl bir şey olduğunu, tepemizde uçakların hiç durmadan ses sınırını aşmasını, 23 ton bomba bir şehre düşünce neler hissedildiğini, diz bağının çözülmesinin ne demek olduğunu, evleri yıkılanların şu anda ne yaptığını.
Bir ülkede vadileri, tepeleri birbirine bağlayan köprülerin tamamının havaya uçurulduğunu da gördük. Irak’ta çaresizliklerinden 24 saat evlerinin bodrumundan çıkamayanları, Kuzey Irak’ta otel camlarına, yakındaki bir patlama sonrası kırıldığında daha az zarar versin diye yapıştırılan koli bantlarını, Kana kasabasında bir binada aynı anda ölen 37 çocuğun yarattığı acıyı, Kafkaslardaki savaş gerginliğini, biliriz…
Ölümün kol gezdiği günlerde oralarda olmanın ne demek olduğunu, insanların araba, kamyon, otobüs bulamadıkları için birkaç parça ev eşyasını dozer kepçelerine koyup kaplumbağa hızıyla kentleri boşaltmak zorunda kalmasını.
Bu coğrafyanın kendine has karmaşası içerisinde, Türkiye’de olup bitenleri de çok iyi biliriz. Boşaltılan köyleri, göçleri, büyük kentte her gün bir yenisi oluşan gettoları, her gün hayatını kaybedip memleketi acıya boğan 20’li yaşlarının başındaki gencecik çocukları, sokağın ortasında haince vurulup düşen dostları…
Velhasıl, patlamayı duyduk, acıyı hissettik, ağlamaktan gözlerimizin görmediği günleri yaşadık. Şiddetin kimden gelirse gelsin ne kadar yakıcı olduğunu biliyoruz. Şırnak’ta, Cizre’de, Diyarbakır’da sivil olmanın ne anlama geldiğini de.
Belinde silahsız dolaşmanın ölümle eş tutulduğu kentleri de gördük. Kosova’yı, Beyrut’u, bir kentin bölünmüşlüğünü, bir yaşamın parçalanmasını, sıkışıp kalmanın ne demek olduğunu, kadınların, erkeklerin ve illa ki çocukların çaresizliğini.
Olmert olmak zor değil...
Dolayısıyla askerleri kaçırılan İsrail’in ne yapacağını merak etmiyoruz artık. Kurunun yanında yaşın yanmasını meşru gören zihniyetten ürküyoruz. Savaş çığırtkanlığına anlam veremiyoruz. Mesele Ehud Olmert ya da Dan Halutz olmaksa, olunur. Önemli olan sorunları İsrail’deki binlerce savaş karşıtının çığlıklarına kulak tıkayıp Olmert gibi davranmadan, ölüm saçmadan, düşmanlıkları körüklemeden çözebilmek değil mi?
Vahşetin, faşizan - milliyetçi hezeyanların, ölüm fetvasının altına kan ile imza atanların oyununa gelmemek için bir kez daha, yüksek sesle bağırmak gerekiyor: “Barış hemen şimdi”.
2006 yazındaki 34 gün savaşının ardından İsrail’in yaşadığı başarısızlık ve hezimet de birilerinin kulağına küpe olur belki… (MU/NZ)