Bütün imkânsızlıklara rağmen yetenek ve üretme arasındaki derin vadide doğan insanlar, önce kendilerine sonra dünyaya karşı dirençli bir aynada bulurlar kendilerini. Sanatçıların kişiliklerinde var olan özgür ve özgün aidiyetler kaderlerini belirler. Peki özgürlük herkes için aynı mıdır?
İnsanlık tarihinin sarsılmaz gerçekliğinde kadın hep trajik ve estetik olmuştur. Ancak bütün ağrılara rağmen içe dönüşün güçlü yansımalarını kendi ruh ülkelerinden bize yansıtan ne çok bağımsız kadın vardır: Kirsten Flagstad, Elisabeth Schwarzkopf, Maria Callas, Leyla Gencer…
Bu güçlü seslere eşlik eden ve sesini dünyaya duyuran bir Kürt opera sanatçısı Pervin Chakar da var.
Müzik yolculuğunun ilk adımları
Chakar’ın müzik hayatı Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde başlar. Çocukluk yıllarında sürekli radyo, kasetçalar dinler. “Dinlediklerimi küçük bir not defterine yazıp evde avazım çıktığı kadar söylerdim" diye anlatıyor. Müzikle tanışmasını biraz da evdeki radyoya borçlu; ortaokula devam ederken müzik öğretmeni anne babasına kızlarının sesinin güzel olduğunu söyler. Ardından Bismil Halk Eğitim Merkezi’nin düzenlediği yarışmaya katılır. Çok iyi hazırlandığı bu yarışmada henüz on dört yaşında olan Chakar birinci olur.
Bismil’den Diyarbakır’a geçiş, müzik öğretmeninin tavsiyesi ve ailesinin isteği ile Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde müzik bölümüne kaydı ile başlar. Orada klasik batı müziği ve enstrümanlarla tanışır. “Hayatım burada birden değişti, müzik ile asıl tanışmam bu liseye kaydolmam ile başladı" diyerek müziğin büyülü dünyasına ilk adımlarını somut bir şekilde attığını belirtir. Bu adımların onu İtalya’ya kadar götüreceğinden habersizdir henüz.
Sanatın yaşamsallığı, ruha sonsuzluğu telkin eden duyguların açığa çıkmasıyla güçlenir. Her defasında inşa edilen ve yeni umutlarla aç zamanların sancılarını yenen sanatçılar, çevresindeki birçok olgunun etkisinden kurtulabildiği gibi bu olgulara yön verme yeterliliğine de sahiptirler.
Pervin Chakar, müzik hayatının başlangıcında, sanatçı olması konusundaki çekincelerini, ailesinin maddi kaynaklı tedirginlikleri bağlamında dile getirse de umudunu hiç yitirmez. Ailesinin müzik öğretmeni olması yönündeki istekleri ona hiçbir zaman cazip gelmez. O, bambaşka bir cezbede olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: “Aklım fikrim operadaydı.”
Ailesinin onay vermediği şeyler, onun daha da azimli olmasını sağlayan kamçılara dönüşür ve bu sayede daha kararlı adımlar atabilme cesaretine kavuşur. Gönlünden ayrı tutmadığı ailesi için: “Çoğu kez yanımda olmalarını isterdim ama sahnenin gerisine baktığımda kimse yoktu. Sahneye çıkmadan önce hep yalnızdım”der ve ekler: “Ayrıca bugüne kadar beni sahnede dinleme şansına erişmeseler de ölmeden önce ailemin beni sahnede seyretmesi en çok istediğim şey.”
Opera ile tanışma
Opera ile tanışması lise yıllarına denk gelir. Katılmış olduğu bir kompozisyon yarışmasında kazanmış olduğu ödülü almak için gittiği Ankara’da başlar macera. Ödül gecesinde müzik lisesi öğrencisi olmasından dolayı bir şarkı söylemesi istenir ve söylediği birkaç türküden sonra yarışmanın sorumlusu kendisine sesinin opera sesi olduğunu bildirir. “Opera” sözcüğüyle ilk karşılaşmadır bu. Çünkü o ana kadar ses özelliklerinin farkında değildir. Bu süre zarfında “GAP” bölge başkanı, sanatçıya ünlü opera sanatçısı Maria Callas’ın bir CD’sini hediye eder. Bundan büyük mutluluk duysa da, bu CD’yi ancak dört sene sonra üniversite burs parasıyla aldığı CD çalarına kavuşunca dinleyebilir.
Büyük kentin etkileyici atmosferi Ankara’da okuma hevesini güçlü tutmuştur. Ankara, operayı yakından tanıma ve bu anlamda kendini geliştirme imkânını sunmuştur. Önemli bir şan hocası olan Oylum Erda'yı ile çalışma fırsatı bulan Chakar, İtalyan bir opera menajerinin, sesini dinlemesi ve kendisini İtalya’ya davet etmesiyle opera serüveninde bir basamak daha yükselmiş olur. Bundan duyduğu mutluluğu da ”Her şey bir film gibiydi, çok zorluklar çektim, mücadele ettim ama sonunda sevdiğim ve ilgi duyduğum şeye ulaşmanın mutluluğunu yaşıyorum” sözleriyle ifade eder.
“İtalya benim ikinci evim oldu”
Ait olduğu coğrafyadan umutları için ayrılmak zorunda kalan insan mutlu ve şaşkındır ancak eksiksiz, korkusuz ve hüzünsüz değildir. O, bavuluna umutlarıyla birlikte korkularını da koymuştur. İtalya’ya geldiğinde henüz 22 yaşında olan Chakar, kendini bir okyanusun içinde bulur ve büyük zorluklar yaşar.
Yeni bir dilin, kültürün ve hayatın karmaşasında ona en çok acı veren şeyler “yalnızlık, yurt özlemi ve kimlik arayışları” olur. Birçok şeyle savaşsa da opera aşkı diri tutar onu. Yaşamda alınan her karar insanı varlığının özüne yaklaştırdığı gibi uzaklaştırabilir de. Ancak o şarkı söylemede bulur teselliyi ve özüne yaklaşmanın sağladığı güçle daha emin adımlarla yürümeye başlar: “Yaptığım şeylerden hiç pişmanlık duymadım ve hayatımda önüme çıkan bütün fırsatları değerlendirmeye çalıştım.” Hangi kıyıya varacağını bilmeden rüzgârın dostluğuyla hayata yelken açabilmektir cesaret. Chakar’ın opera aşkıyla buluşturduğu yaşam öyküsü gerçek bir cesaret timsali…
Perugia ve Ancona
Kişilik ve kader arasındaki ince çizgi, insan ömrünün var ettiği yaşamsal coğrafyada örtük ve açık olan mücadelenin başlangıcıdır aslında. Pervin Chakar, opera hayatının en önemli dönüm noktasını Ancona Opera Akademisi’ne girmeye hak kazanması ile yaşamıştır. Nitekim Ancona Akademisi’ne başlamasıyla operaya olan bakış açısı profesyonel bir pratiğe dönüşür. Akademi eğitiminden sonra sanatçının Perugia Devlet Konservatuarı’ndaki master eğitimi, opera alanındaki başarısını perçinlemiştir.
Operayı meydana getiren dekor, kostüm, reji, orkestra, orkestra şefi gibi parçalar, bu sanatta hayati bir öneme sahip. Chakar da “Bir kişinin eksikliği ile operada aksaklık olur. Her şey birbirine bağlıdır. Operayı güçlü kılan şey hem müzik hem de tiyatronun içinde olmasıdır” diyerek sanatsal dokunun her bir parçasının ayrı bir öneme sahip olduğunu vurguluyor. Sanatçı operanın, izleyicinin hayal dünyasını genişlettiği gibi duygularına tercüman olduğunu da ifade ediyor.
Operanın tarihi süreçte yaşadığı değişimler konusunda sanatçı şunları dile getiriyor: “İlk müzikli teatral eser Poliziano'nun ‘Orfeo’ adlı eseridir. Bu çalışma yaklaşık 1478-83 yılları arasında şekillenmiştir. Fakat tam anlamıyla bir opera değildir. 1597 yılında İtalya'nın Floransa şehrinde Jacopo Peri'nin bestelediği Dafne operası ile ilk defa Opera'nın filizlendiği bilinir. Daha sonra bu opera ile barok müziği doğmuştur 1600’lü yıllarda. Bu dönemden önce kilisede şarkı söyleme geleneği vardı.
Bu gelenekte sadece erkekler şarkı söyler, kadınların söylemesi yasaktı. Kadın sesi elde etmek için erkekler hadım edilir ve onlara söyletirlerdi. Zaman içerisinde yavaş yavaş kadınlar da kiliseye girmeye başladı bu süreç opera sanatının keşfedilmesine kadar devam etmiştir. Dini eserlerden sonra din dışı eserler de bestelenmeye başlandı. Her şey bir keşif gibi.”
Zamanın kalıcı olmayan etkisi, yeni koşulların var olması ile evrimleşmeyi kendine kabul ettirir. Kültürdeki değişimler ve müzikteki arayışlar sonucu opera da yavaş yavaş bulunduğu konuma gelmiştir. Her yüzyılda mutlaka bir dönem oluşmuştur. Bu dönemlere göre de opera eserlerinde yenilikler ve gelişmeler olmuştur. Barok, Klasik, Romantik ve Modern gibi…
Lirik koloratur soprano
Operada birçok ses rengi var, bu ses renkleri operada oynanacak ve seslendirilecek sahnelere göre değişim gösterir. Her sopranonun ses rengine göre alacağı sahnenin de değiştiğini ifade eden sanatçı kendi ses rengini “lirik koloratur soprano” ifadesiyle tanımlıyor. Bu tonun da “Diğer sopranolardan farkı ses cambazı olması, birtakım zor aceliteleri yanı hızlı söylenen partileri daha büyük bir kolaylıkla söylemesi, en tiz notalara çıkıp en bas notalara inmesi nedeniyle operada önemli ses renklerinden biri” olduğunu belirtiyor.
Doğduğu coğrafya
Kendi coğrafyasından söz açılırken acının her tonunun yaşanılmaya alışık hale geldiği gerçeği sanatçıda derin duygular oluşturuyor. Doğduğu coğrafyaya minnettar olduğunu belirterek ekliyor: “Bu coğrafyadan nice sanatçı çıkmış ve kendi acılarını, sevinçlerini, müziklerine ve seslerine yansıtmışlardır.” Chakar, ayrıca kendisini de bu sanatçılar arasında gördüğünü söylüyor.
Opera öğretmenin kendisine “En büyük acıları görmüş, yaşamış sanatçılar en fazla sanat yapabilen, bunu yaşayabilen kişilerdir” dediğini anlatıyor. Sonrasında bu sözü uzunca düşündüğünü söyleyen sanatçı: “Daha ne kadar acı çekmeliydi bu coğrafyanın insanları?” sorusunun ağırlığını çok hissediyor. Yaşanan onca acının insanların hayata bakış acısını değiştirdiğini ve tecrübelerin her olumsuzluktan başarı ile çıkmaya katkı sağladığını insana “zaman” öğretiyor.
Doğduğu topraklarda en baskın sanatsal anlayışın müzik olmasını, müziğin büyüleyici bir unsur olmasına bağlıyor Chakar. “Her evde mutlaka bir yetenek, bir sanatçı doğmuştur” görüşüyle de Kürtlerin duygularını en iyi müzikle ifade ettiğini dile getiriyor.
Dengbej kültürünün hayatındaki yeri
Kürt toplumunun sözlü sanat anlayışı olan dengbejlik tarihin derinliklerine kadar ulaşabilen ve sosyal yaşantının içeriğini var eden birçok unsurdan beslenmektedir. Opera sanatının güçlü seslerinden Pervin Chakar’ın müzik hayatında baskın bir müzikal anlayış olmasa da kendi toplumunun geçmişine bağlılığının ifadesi olması açısından bu sanat ve yaşam biçiminin kendisini çok etkilediğini dile getiriyor. Denbejlik üzerine yazılmış kaynakların yetersizliği, bu kültürün yeterince bilinmesini engelleyen en temel eksiklerdendir. Bunun yanında günümüzde birçok kişinin dengbejlikle ilgili tez çalışmaları yapmasının sevindirici olduğunu ifade ediyor.
Sanatçı, yurt dışında olduğu süre içerisinde yurt özleminin bir sonucu olarak kendi müziğine döner ve bu doğrultuda belirli araştırmalara yönelir. “Opera ve dengbejlik arasında belirgin bir benzerlik yok” dese de kendince bazı benzerlikler bulduğuna da işaret ediyor: “Dengbejlikte belli bir teknikte uzun seslerin çıkarılması operadaki konuşma dediğimiz resitatiflere benzemektedir, ayrıca her iki sanat dalı da müzik ile hikâyeler anlatmaktadır.”
Chakar, operanın aristokrasiye hitap eden ve notaya alınmış birtakım müzikal öğelerin dışına çıkılmadan yine bir olay bir hikâye ya da efsaneyi anlattığını ifade ederken dengbejliğin ise tamamen geleneksel sözlü bir sanat olduğunu dile getiriyor.
İtalya’da kaldığı ilk zamanlarda klasik müziğin hayatında baskın olması nedeniyle Kürt müziği ile yeterince ilgilenemeyen sanatçı, zaman içinde yurt özleminin etkisi ile doğduğu toprakların müziğine yönelerek bu alanda ön planda olan sanatçıları araştırmaya başlar. Bu süreçte kendini yine/yeni bir okyanusta bulduğunu söyleyen sanatçı, başarılı Kürt sanatçıların mevcut olduğunu ancak sanat üretme konusunda büyük eksikliklerinin bulunduğunu dile getiriyor. Bu eksikliğin söz, besteci ve yazar yetersizliğinden kaynaklandığını vurguluyor.
Hayatının en değerli ödünü sorduğumuzda “Bence en güzel ödül tanrının sana armağan ettiği yetenektir”diyor. Borçlu olduğumuz yaşama, sunabildiğimiz ürün kadar ödül alabilmemiz için gizil olan bütün yeteneklerimizin gün yüzüne çıkması gerektiğini belirten Chakar, vermiş olduğu mücadele sonucunda birçok ödül aldığını ve hepsinin çok değerli olduğunu dile getiriyor.
Kürt toplumunda operanın geleceği
Sanatçı, Kürt toplumunun operaya henüz yakın olmadığını ifade ederken bu olayın böyle kapanmaması gerektiğine de inanır. Kendi halkına sesi ile nasıl yardım edebileceğini uzun süre düşünen sanatçı opera tekniğini Kürt Halk şarkıları ile birleştirmeye karar verir. Bu doğrultuda da birçok konser verir: Diyarbakır, Nusaybin… Bu tarz bir akımın öncüsü olmak isteyen Chakar, operayı sesi ile Kürtlere sevdirmek için en ücra yerlerde bile bu tarz konserler vermek istediğini vurguluyor.
Kürtlerin tarihe tanıklık etmiş hikâyeleri ve destanları olduğunu söyleyen Pervin Chakar, bu destanlardan birinin Kürt operası olabileceğini söylüyor. Sanatçı, dünya halklarının Kürtleri sanat ile tanıyacağını belirtirken aynı zamanda en büyük hayallerinden birinin de bu olduğunu belirtiyor.
Gelecekte Türkiye’ye dönme, planları arasında bulunmuyor. Daha fazla çalışmak ve sanat hayatının daha üst seviyelerine ulaşmak için Avrupa’da yaşamaya devam edecek sanatçı. Ancak Türkiye’de konserler vermek ve çeşitli projeler için gelebileceğini ifade ediyor.
Potansiyel güç ve yetenek toplumda fazla ancak pratik sahalar kısıtlı olduğu için Kürtlerde sanatın yaşama dâhil olması zor koşullarda gerçekleşiyor. Bu yüzden sanat ile uğraşan gençlere çok çalışmalarını ve hedeflerine ulaşmak için çaba göstermelerini istiyor.
Son olarak doğduğu coğrafyada senfoni orkestralarının, tiyatroların bir gün çoğalmasını ve yeteneklerinin pratiğe döndüğü zamanları görebilmeyi umut ediyor. (DT/NV)