İstiklal Caddesi'nin kalabalık, kolay ulaşılabilir, her daim canlı ve kent meydanını/sokağı temsil ediyor olması, onu; kendiliğinden basın açıklamasından eyleme tepkilerin ifade zemini haline getiriyorsa da son dönemlerde bu zeminden kaynaklı hayıflanmalar artıyor.
Beyoğlu'nda yaşayan, çalışan ya da oradan geçmekte olan çoğu kişiden aynı şikayetleri duymak, üstelik şikayet sahiplerinin de politik kimliği olan kimseler olması meseleyi üzerinde düşünmeye değer kılıyor.
Bugün Beyoğlu'nda yemekte karşılaştığım bir arkadaşım katıldığı eylemi anlatmaya başlıyor, paltosunu çıkarıp oturunca üzerinde pijaması olduğunu fark ettiğimizde şöyle diyor:
"Aslında bankamatikten para çekecektim, baktım eylem var, falanca arkadaşımı da gördüm, katılıp yürüdüm."
Hemen, daha geçen haftalarda başka bir arkadaşımı Galatasaray Lisesi önünde beklerken onun Tramvay durağından yanıma gelene kadar bir basın açıklaması bir de yürüyüş izlediğini anlattığı aklıma geliyor.
Bir başkası dün akşam aynı yerde birden fazla eylem yapılmak istendiği için yaratılan kakofoniden rahatsız.
Özellikle Cumartesi günleri, İstiklal Caddesi'nde adım başı basın açıklaması okumak üzere toplaşan en az 5 en fazla 30 kişilik küçük gruplar görmek mümkün. Her biri yaklaşık 20 dakika sürüyor.
Sivil toplum kuruluşları, örgütler, sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler, dernekler... Hepsinin favorisiyse Galatasaray Lisesi yanındaki Cumhuriyet Anıtının olduğu küçük meydancık. Aynı güzergahta revaçta olan diğer bölgeyse Taksim Meydanı Tramvay Durağı.
Her iki yer için de bu oluşumlar sanki koskaca İstanbul'da başka yer yokmuşçasına sıra bekliyor.
Yanlışlık olmasın, 1 Mayıs'ın, eylemlerin, mitinglerin yerinin emekçilerin, emek örgütlerin ve yukarıda saydığım oluşumların talebi doğrultusunda onlara bırakılması gerektiğini savunmalı, Taksim'in bu ülkede sol kesim için acılı anısından da haberdar olmalıyız.
Yani 1 Mayıs da diğer kitlesel mitinglerde Taksim'de olmalı.
Ama şu da bir gerçek ki bu "basın açıklaması okuma" trafiği eylemin eylemsizliğe dönüşmesinde bir etken olabilir.
Beyoğlu'nın kendi dokusu, görece özgür yapısı, "speakercorner" noktasına dönüşmesi değil ama tekilleşmesi ve başka hiçbir yerde basın açıklamalarının okunmuyor olması bu bölgeyi sahne, vitrin haline getirip dile getirilen sorunları da o sorunları dile getirenleri de marjinalize etmiyor mu?
Üstelik çoğu ulaşımın mekanı da aynı sınırlar içine kurulmuşken ekonomik kriz, kadın hakları, antiemperayalist talepler, direnişe çıkanlar, grevde olanlar vs. bütün bu haykırılmak istenen sorunların, saikleri, müsebbipleriyle sahipleri arasında köprü kurmak bir kenara örülen duvarlar günden güne yükseliyor.
Zira o alanlarda megafon tutanlar aynı yüzler, aynı sesler...
Basın açıklamasını yapan ve takip eden kesimlerin kendi içindeki bıkkınlığı ama yine de kolayı seçip aynı mahalde ısrar etmesi yapılan bu küçük eylemleri etkisizleştirmeye başlıyor.
Kadıköy İskelesi, Şişli, Abide-i Hürriyet, Beşiktaş İskelesi ilk anda akla gelenler oluyor, kim bilir daha nereler vardır şehrin diğer bölgelerinde, aynı şekilde canlı, kolay ulaşılabilir ve kalabalık olan? (EZÖ)